Allah Onlardan Razı Olmuştur

“Allah onlardan razı olmuştur." (Beyyine,8) ayetinde geçen kimselerin özellikleri nelerdir? Bir Müslüman hayatta en çok ne istemelidir?

"Onların Rableri katındaki mükâfatları, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları sonsuz nimet ve mutluluk diyârı olan Adn cennetleridir. Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan. Bu mükâfat, Rabbinden korkup kapleri O’nun saygısıyla ürperenler içindir." (Beyyine Sûresi 8. Ayet)

Allah’tan razı olan aslında Allah’ın kendisinden razı olmakla mükâfatlandırılmıştır, çünkü “Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır” (Beyyine, 8) hükmü Allah ile kul arasındaki rızâ ilişkisinde önceliğin Rabbimizde olduğunu gösterir.

Duamız odur ki Rabbimiz, Rasulullah Efendimizin dua nakışlı hayatından bizim de hayatımıza hisseler nasip eylesin; bizi duadan ve ağzı dualıların dualarından mahrum eylemesin, çünkü dualı bir hayat Rabbimizin razı olduğu bir hayattır. Rabbimizin razı olduğu bir hayatın rızâ ufkunda İslam vardır, çünkü İslam Rabbimizin hakkımızdaki muradıdır.

İSLÂM, RIZÂMIZIN SON NOKTASI OLSUN

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hepimize numûne olan hayatı dua ile gergef gergef işlenmiş bir hayattır. O En Güzel İnsan, Rabbine sürekli iltica halinde bulunmuş, hep dua ile yaşamış, dilinden yakarışı hiç eksik etmemiştir. Siyer-i Nebî’nin bu zaviyeden en dikkat çekici vasfı maiyet ve kurbiyetin şahikasında oluşu ise hadis kitaplarında genişçe yer verilen zikir ve dualar bunu temin eden en mühim vesiledir. Cevâmi’ül kelîm olan (az sözle çok mana ifade eden) Rasûlullah Efendimiz’in her birisi derin mânâ ve mahiyete sahip ifadelerinde, buluştuğu an ve vesileyi diriltici vasıf berrak bir şekilde öne çıkmaktadır.

Uykudan yeni uyanmış birisi için “Bizi, öldürdükten sonra dirilten Allah’a hamdolsun, nihâî dönüş sadece O’nadır” demek uyku ile ölüm arasındaki akrabalığı ne güzel tesis eder. “Allahım! Senin lütfunla sabaha ulaştık, senin lütfunla akşama erdik. Sen isteyince dirilir, sen isteyince ölürüz. Yeniden diriltip huzurunda toplayacak olan da sensin” demenin, günlük gidiş gelişleri mahşer aydınlığına raptedecek bir yüce mahiyette olduğu açıktır. Bu şekilde, her yeni günü, bahşedilmiş yeni bir hayat sayar, günleri de ömrü de sonunda dönüş ancak kendisine olan Allah’a tahsis etmek gerektiğini hatırlarız.

“Allahım! Verdiğin nimetin yok olup gitmesinden, lütfettiğin afiyetin bozulmasından, ansızın vereceğin cezadan ve senin gazabını üzerime çekecek her şeyden sana sığınırım” ifadeleri hayatı huzur ve afiyetle devam ettirmenin parolası hükmündedir. Böyle bir teyakkuz hali ile yaşayanın evinden çıktığında yüzü göğe dönmeli ve dudaklarından tıpkı Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gibi şu sözler dökülmelidir: “Bismillâh, Allah’a tevekkül ettim. Allahım! Sapmaktan, saptırılmaktan, kaymaktan, kaydırılmaktan, haksızlık yapmaktan, haksızlığa uğramaktan, cahilce davranmaktan ve cahillerin davranışlarına muhatap olmaktan Sana sığınırım.”

Hayatın bin bir türlü hali vardır. Her anı dua ve zikirlerle işlenmiş rahmet tezahürü bir hayat her hale muvafık duayı içinde barındırır. Mesela bir hasta ile buluşulur, gönülden kopan ifadeler şunlar olur: “Bütün insanların Rabbi olan Allahım! Bunun ıstırabını giderip şifa ver. Şifayı veren ancak Sen’sin. Sen’in şifandan başka şifa yoktur. Buna, hiçbir hastalık izi bırakmayacak şekilde şifa ihsan et!”

Hayatı bitmiş, aramızdan gitmişe de dua edilir. O dua sadece gidenin bağışlanması ya da terfi-i derecatı için değil, geride kalanlara da yönelik mesajlar içerir: “Allahım! Ebû Seleme’yi bağışla! Derecesini, hidayete ermişler seviyesine yükselt! Geride bıraktıkları için de ona Sen vekil ol! Ey Âlemlerin Rabbi! Bizi de onu da bağışla! Kabrini genişlet ve nurla doldur!”

HAYATTA EN ÇOK NE İSTENMELİDİR?

Hayatta en çok ne istenmelidir? Bunu bize yine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem öğretir: “Allahım! Sen’den muhabbetini, Sen’i sevenlerin muhabbetini ve Sen’in sevgine ulaştıracak ameli talep ediyorum. Allahım! Sen’in muhabbetini bana nefsimden, ailemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevgili kıl!”

İsteklerimiz sadece dünyaya değil ahirete de taalluk etmelidir: “Ey Rabbimiz, bize dünyâda da iyilik, güzellik ver, âhirette de iyilik, güzellik ver. Bizi ateş azâbından koru.”

Bedenimiz için ne isteneceğini de O göstermiştir: “Ya Rab! Kalbimi nurlandır, gözümü nurlandır, kulağımı nurlandır, sağımı nurlandır, solumu nurlandır, üstümü nurlandır, altımı nurlandır, önümü nurlandır, arkamı nurlandır ve beni nûr eyle; benim damarlarımı nurlandır, etimi nurlandır, kanımı nurlandır, saçımı nurlandır, yüzümü nurlandır.”

Neye karşı teyakkuzda olmamız gerektiğini de: “Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!”

Ve şu fani hayatta nelerden sakınılacağını da: “Allah’ım! Bize, günahlarla aramıza mâni olacak kadar korkundan hisse nasip et!”, “Ey Rabbim! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan cimrilikten, eli kolu dökülür derecede takatsizlikten, kasvetten, gafletten, zilletten, azlıktan, meskenetten sana sığınırım. Fakirlikten, küfürden, fısktan, şekavetten, nifaktan, yaptığını insanların duyması ve övgüsü için yapmaktan, riyâdan Sana sığınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, abraslıktan ve kötü hastalıklardan Sana sığınırım.”

İstiğfar, beşer olduğumuzu aklımızdan çıkarmamak için sürekli dilde muhafaza etmemiz gereken en önemli virttir: “Yâ Rab, benim hatâlarımı, bilmeden yaptıklarımı, işimde aşırı gitmemi ve Senin benden çok iyi bildiğin hallerimi mağfiret eyle. Allah’ım, benim latifeleşmelerimi, ciddiyet hallerimi, hatâen ve kasten yaptıklarımı ve bende olan her şeyimi mağfiret eyle!”

Dua isteyene ne tavsiye edilir? Öyle bir dua tavsiye edilir ki o duaların hepsini içinde toplar: “Ey Rabbim! Senden bildiğim ve bilmediğim hayrın hem çabuk, hem geç olanını istiyorum. Ey Rabbim, Rasûlünün senden istediğini istiyorum, Rasûlünün Sana sığındığı şeyden ben de Sana sığınıyorum. Allah’ım benim için kaza ettiğin şeyin âkibetini doğru yola ulaştır.”

Nihayet gün biter ve eller bir muhasebe için açılır. Bu muhasebe de yine bir kurbiyet tezahürüdür: “Allahım, canımı Sana teslim ettim, yüzümü Sana çevirdim, işimi Sana havale ettim, sırtımı Sana dayadım. Bunu Sana ümit bağladığım ve Senden korktuğum için yaptım. Senin azabından kurtulmak için Senden başka sığınılabilecek hiçbir sığınak ve kurtuluş yeri yok. İndirdiğin kitaplarına ve gönderdiğin peygamberlerine iman ettim.”

Her birisi zikredildiği anı ve vesileyi tutup ebediyete bağlayan bu duaların içerisinde bir tanesi vardır ki insanın yaratıcısı ile irtibatının ana şifresini saklar gibidir. Bu şifre razı olma ve razı olunma ufkunu işaret eder: “Allah’ım! Ben zayıfım, zaafımı Sen’in rızâ-yı şerîfini kazanma husûsunda kuvvetlendir. Nâsiyemden tutarak beni hayra sevk eyle! İslâm’ı rızâmın en son noktası kıl!”

Burada biraz dursak mı? İslâm’ın rızâmızın son noktası olması acaba nasıl bir keyfiyettir? Rıza, bütün istek, memnuniyet ve arzumuzun, kalbimizin hoşnutluğu ve sükûnetinin temerküz ettiği noktanın adı ise Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem o her birimize has ve her birimiz kadar özel bu noktanın İslam olmasını temenni ederken ne kastetmektedir?

İslam, en büyük nimet, kurtuluşa giden yol, iki dünyada saadetin vesilesidir. Bizi yaratana karşı tevazu ve teslimiyetle boyun eğmenin ifadesi, gurur, kibir ve nankörlüğün zıttıdır. Allah katındaki yegâne dindir; hakikattir, halis inanıştır. Bütün peygamberler bu dosdoğru dini tebliğ etmek için gelmişlerdir. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak isteyen, rızâya ermek isteyen bunu ancak İslam’la başarabilir, çünkü Allah’ın hakkımızda razı olduğu din odur: “Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” (Mâide, 3)

Demek ki İslam’ı istemek aslında Allah’ın rızâsını istemektir. Allah’ın bizden razı olmasının yolu ise, rızâmızın ufkuna İslam’ı koymaktan geçmektedir. Bu ise her hususta ilahi hüküm ile sükûnet bulmak ve bize takdir edilene muvafakat etmektir. Meşru dairesi ve sınırları, müsaade ettikleri ve yasakladıkları ile İslam, hayata dair taleplerimizi karşıladığı ve itminanımızı sağladığı anda rızâ gerçekleşmiş demektir. İslam zaten en büyük nimet oluşu ile bu talepleri karşılamak ve itminanı sağlamak için gelmemiş midir? El-hak öyledir. O zaman önemli olan bizim İslam’a, rızâ ekseninde tabi olmamızdır. İslam’a tabi olan, Allah’ın hakkındaki hükmüne razı olmuş, dolayısıyla iki dünyada mutluluğu kazanmıştır.

İslam’ın rızâmızın son noktası olması, imanın tadının bütün tatların önüne geçmesi demektir. Zihnimiz, gönlümüz ve nefsimizin bir noktada tevhit etmesi öyle kolay değildir. Bunu başarabilmek söz, fiil ve düşüncelerimizin İslam’ın gayesi çerçevesinde şekillenmesine bağlıdır. Dilimizden çıkan hayır, elimizden çıkan salih amel ve zihnimizden çıkan tefekkür olursa bu başarılmış demektir. Sabır, tevekkül ve tefviz-i umur bu yolun menzilleridir. Yoldaki azık ise şu rivayettir: “Kim sabaha erdiği zaman: ‘Rabb olarak Allah’a, din olarak İslam’a, Rasûl olarak Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) razı olduk’ derse onu razı etmek de Allah üzerine bir hak olmuştur (İbni Mace, Dua 14). Rızanın karşılığı rızâdır, çünkü Rabbimiz “güzelliğin karşılığı yalnız güzellik değil midir?” (Rahman 60) buyurmaktadır.

Hz. Mevlana tam da bu bahiste bir dervişi şöyle konuşturur: “Derviş dedi ki: dünya Allah’ın emrine boyun eğmiştir, ram olmuştur. Cenâb-ı Hak’ın kazası ve hükmü olmayınca ağaçtan bir yaprak bile düşmez. Allah “gir” demeyince ağzında olan bir lokma bile boğaza doğru yol bulmaz. Şu kadarını işit ve anla ki hiçbir şey Allah’ın emir ve iradesi olmayınca vukua gelmez. Allah’ın takdiri kulun rızâsı olur. Kul ilâhî takdire razı olur, onun hükmüne uyar. Yani Cenâb-ı Hak ne takdir etmişse kul ona razı olur. Bu zorlama değil, bir karşılık bir sevap umarak da değildir; kulun gönlü, tabiatı bunu hoş görür.” (Mesnevi, 3. Cilt)

Allah’tan razı olan aslında Allah’ın kendisinden razı olmakla mükâfatlandırılmıştır, çünkü “Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır” (Beyyine, 8) hükmü Allah ile kul arasındaki rızâ ilişkisinde önceliğin Rabbimizde olduğunu gösterir.

Duamız odur ki Rabbimiz, Rasulullah Efendimizin dua nakışlı hayatından bizim de hayatımıza hisseler nasip eylesin; bizi duadan ve ağzı dualıların dualarından mahrum eylemesin, çünkü dualı bir hayat Rabbimizin razı olduğu bir hayattır. Rabbimizin razı olduğu bir hayatın rızâ ufkunda İslam vardır, çünkü İslam Rabbimizin hakkımızdaki muradıdır.

Kaynak: M. Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi 2020 - Ocak , Sayı: 407

 

İslam ve İhsan

ALLAH RIZASINI KAZANDIRACAK AMELLER

Allah Rızasını Kazandıracak Ameller

ALLAH RIZASI İÇİN YAPILAN İYİLİĞİN FAZİLETİ

Allah Rızası İçin Yapılan İyiliğin Fazileti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.