Ailede Yönetim ve İş Bölümü

Aile olmak nedir? Ailede iş bölümü yapmak niçin önemlidir? Ailede iş bölümü nasıl olmalıdır? Tarih boyunca ailede yönetim ve iş bölümü ve İslam’da aile örnekleri.

Âile, toplumun âsâyiş ve huzurunu belirleyen önemli bir kurumdur. Sabahları toplumun içine karışan bütün insanlar, âilelerinden almış olduğu enerji ve birikimle başlarlar güne... Evde yaşanan sevgi-saygı, iletişim-paylaşım, diğergamlık-hoşgörü; pozitif veya negatif enerji olarak tezâhür eder. Bunlara insanların yüzlerindeki tebessüm ve selâmlaşmadan iş yerlerindeki iletişim ve verimliliğe kadar hayatın geniş bir yelpazesinde hemen her zaman şahit olmak mümkündür.

Bunun yanı sıra okullarımızda her geçen gün artan şiddet eğilimi ve Cennet meyveleri olan küçücük çocuklarımızda âniden nükseden öfke ve asabiyet ise, üzerinde durup düşünmeyi ve hayatımızı yeniden revize etmeyi gerektirecek derecede ehemmiyet arz ediyor.

Zamanımızın hız ve haz çağı olması, teknolojik araçların insan sinirlerini tahrip edecek kadar hayata hâkimiyet kurması, âileyi temel dinamiklerinden sarsmaya başlamıştır. Sevgi ve huzur merkezi olan yuvalarımıza, kapital ve tüketim virüsü bulaştığı andan itibaren âilelerimiz güvenli bir sığınak ve huzurlu bir liman olmaktan çıkıp seküler ve birbirlerinden bîgâne fertlerin zaruri birlikteliğine dönüşmüştür.

Âile fertlerinin dâimâ kendi hak ve ihtiyaçlarını ön planda tutup sivrilen egolarıyla hareket etmeleri, şefkat ve yardımlaşma odağı olan hânelerimize maalesef her türlü şiddeti dâvet etmiştir.

Sosyal medya fenomenleri olarak artan bilgilerimiz ve zirveye çıkan gururlarımızla ev içinde ve dışında istediğimiz her şeyi yapmak uğruna, âile fertlerini ve gerekirse âile reisini de evden uzaklaştırarak âileyi rahatça parçalamak… Bir telefon kadar yakınlaşmış ve kolaylaşmıştır artık!..

  • Aile Olmak

Âile olmak, kişilerin cüz’î irâdeleri yanında, her şeyden önce Âlemlerin Rabbi tarafından takdir edilmiş bir yazgıdır. Başlangıçta şahsî istek ve ihtiyaçlarla tercih edilip kurulmuş olmakla birlikte dînî bir sorumluluk altına da girilmiş olup kalpler Rahmân’ın sevgisiyle beslenmektedir.

TARİHTE İLK AİLE

Nesiller, ilk insan ve ilk âile, Hazret-i Âdem ve Havva’dan itibaren bu şekilde meydana gelmiş ve günümüze kadar da böyle devam etmiştir. İki farklı cinsiyet, iki farklı kültür ve biyolojik yapının elbette birbirine uyum problemlerini aşmaları zaman alacaktır. Önemli olan, karşılaşılan meseleleri sevgi-saygı ve empati ile çözüme kavuşturmak, şeytanın sevgiyi zedelemesine izin vermemektir.

Gerçekten insanlık tarihi boyunca devam eden “ilâhî huzur pınarı ve nesiller mektebi” olan âileye, Cennet’ten kovulan şeytanın müdâhalesi dâimâ büyük olmuştur. Peygamber Efendimiz, şeytanın bu azmini şöyle tarif eder:

“İblis tahtını su üzerine kurar. Sonra yapacakları kötülükleri yapmak üzere avânesini sağa-sola gönderir. Makam ve mevkîce ona en yakın olan, fitnenin en büyüğünü yapandır. Hepsi yaptıklarını anlatmak üzere İblis’in yanına gelir ve içlerinden biri:

«-Ben şunu, şunu yaptım.» der. Ancak İblis, ona:

«-Senin yaptığın da bir şey mi?» der. Sonra bir başkası gelir ve:

«-Karı-kocanın arasına bir fitne attım, hatta boşanıncaya kadar onların yakasını bırakmadım.» der.

İblis bundan o kadar memnun olur ki, hemen onu yanına çağırır ve:

«-Sen ne kadar şirinsin!» diyerek ona iltifat eder.” (Müslim, Münâfikûn, 67)

Âyet-i kerîmede şeytan, “hannâs” (en-Nâs, 4) olarak vasıflandırılır. Yani “geriye çekilip fırsatını bulduğu anda saldırıya geçen, haktan görünüp insana sağdan yaklaşan, yapılan kötü ve çirkin işleri güzel gösteren ve her fırsatta insanın ayağını kaydırmak isteyen sinsi bir varlık”...

Âile fertlerine yaklaşımı hep bu şekilde sinsi ve hassas noktalarını gündeme getirici şekilde olmuştur. Şeyh Said isyanı günlerini bizâtihî yaşayıp ardından beş yetime ve bir o kadar torun ve yeğene hâmîlik yapan, doksan dört yaşındaki teyzem:

“-Bir kurtçuk eve girince, yavrularını bırakmadan çıkmaz; şeytan ve avâneleri de âileye girebilecek küçük bir sebep buldu mu, açılmadık defter, görülmedik hesap bırakmaz!” derdi.

Puslu havaların ne getireceği belli olmadığı gibi âile fertleri böyle durumlarda eski-yeni her şeyi konuşup hesap sormak, tartışmak ister. Zaten şeytanın en fazla hoşuna giden, iki kimsenin seslerini yükselterek tartışmasıdır. Tıpkı teyzemin:

“-Tartışmalarda şeytan ağızlara bal sürer, insanoğlu konuştukça konuşmak ister!” dediği gibi…

DÜNDEN BUGÜNE AİLE

Âlemlerin Rabbi, âile müessesesinin sağlıklı gelişmesine ve âile yuvasını taşıyan eşlerin sosyolojik ve psikolojik gelişimlerine büyük önem verdiği için Kur’ân-ı Kerîm’de âile hukukunu uzun uzun anlatmış, olumlu ve olumsuz âilelerden misaller vermiştir. Meselâ, eşler arasındaki uyumlu âileler için Hazret-i Âdem, Hazret-i İbrahim, Hazret-i Eyyûb, Hazret-i Zekeriyyâ -aleyhimüsselâm- ve Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âilelerini anlatmış; kocası dindar ve uyumlu, ama hanımı uyumsuz âileler için Hazret-i Nûh -aleyhisselâm- ile Lût -aleyhisselâm-’ın âilelerini örnek vermiştir. Hanımı dindar ve uyumlu, ancak kocası uyumsuz âileler için de Firavun ve hanımı Âsiye’yi ibret ve örnek bir model olarak göstermiştir.

Kardeşler arası münasebetlerde olumlu bir örnek olarak Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile kız kardeşini ve Şuayb -aleyhisselâm-’ın iki kızını zikrederken, uyumsuz münasebet hususunda da Âdem -aleyhisselâm-’ın iki oğlu ile Yusuf -aleyhisselâm- ve kardeşlerini zikretmiştir.

Örnek baba-evlât münasebetinde Hazret-i İbrahim, Hazret-i Şuayb, Hazret-i Yakup ve Hazret-i Lokman -aleyhimüsselâm-’ı örnek gösterirken anne-evlat münasebetinde ise Hazret-i Mûsâ’nın annesi ve Hazret-i Meryem’i zikretmiştir.

Mısır azizinin karısı Züleyha’yı “iftira atan kadınlar” için ibret olarak anlatırken Hazret-i Âişe’yi ise, “iftiraya uğrayan kadınlar” için misal olarak vermiştir.

İSLAM’DA AİLE HUKUKU

Âile içi münasebetler ve vazife taksimi ise, Nisâ Sûresi’nde genel hatlarıyla şöyle tarif edilmiştir:

“Erkekler, kadınların (kavvâmı) koruyup kollayıcılarıdır. Çünkü Allah, insanların kimini kimine sorumlu kılmıştır. Erkekler, kendi mallarından harcamakta ve âilenin geçimini sağlamaktadırlar.  Sâliha kadınlar, itaatkardırlar. Allâh’ın korumasını emrettiği şeyleri, gizlide ve kocalarının bulunmadığı zamanlarda dahî ırzlarını ve mallarını koruyanlardır…” (en-Nisâ, 34)

Bu âyet-i kerîme, âile içinde rolleri dağıtırken erkekleri dış ve ekonomik işlerden sorumlu kılmakta, kadını da umûmiyetle iç işleri koruyup kollayan, itaatkâr ve kocasına destekçi kılmaktadır.

Bu durum, ilk âileden itibaren değişik şekillerde tezahür etmiş, tarih boyunca birçok alanda farklı misaller oluşmuştur.

İLK AİLE: HZ. ADEM (A.S.) VE ZEVCESİ HZ. HAVVA

Yeryüzünün ilk âilesi, ilk insan Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve zevcesi Hazret-i Havvâ ile başlamıştır. Hazret-i Âdem Cennet’te yaratılmış, kendisine yeryüzünün halifesi ve peygamber olma salâhiyeti verilecek istîdat ve imkânlar bahşedilmesine rağmen bir müddet sonra yalnızlığa dayanamamış ve kendi cinsinden kendisiyle huzur ve sekînet bulacağı bir varlığa ihtiyaç duymuştur.

Ona Allah tarafından takdir edilen bir eş olan Hazret-i Havvâ Anamız ise, kocası Hazret-i Âdem’e yeryüzüne indirildikten sonra Kâbe’nin inşâsından yeryüzünün îmar edilmesine, peygamberlik vazifesini îfa etmesinden çocuklarının yetiştirilmesine, ev işlerinden geçimlerini sağlayacak tarım ve hayvancılığa kadar pek çok konuda destek ve yardımcı olmuştur. Eşi ile birlikte hayvanların yünlerinden elbise yapmayı öğrenmiş; evinin, eşinin ve çocuklarının huzur ve mutluluğu için çalışmıştır.

Bu âileden alınacak dersler şunlardır:

1. Eşler birbirlerinin huzur ve sevgi kaynağıdır.

2. Birbirlerine gerek ev içi işlerinde, gerekse topluma yönelik dış işlerde en büyük yardımcı ve destekçidirler.

3. Âile içerisindeki huzur, sevgi-saygı, eşlerin birbirlerinin hukukuna riâyet etmeleriyle mümkün olur.

4. Evlilikte karı-koca, farklı vazifeleri ile birbirlerinin ihtiyaç ve eksiklerini tamamlamak üzere var olmuşlardır.

HZ. İBRAHİM’İN (A.S.) AİLESİ VE ZEVCELERİ

Allah Teâlâ, Hazret-i İbrahim’in âile yapısını; çocukluğu, gençliği ve evlilikleri dolayısıyla “seçilmiş âile” olarak tanıtır:

“Allah; Âdem’i, Nûh’u, İbrahim âilesini ve İmran âilesini birbirinin soyundan gelen bir nesil olarak âlemler üzerine seçkin kıldı, soylarından peygamber getirdi…” (Âl-i İmrân, 33)

 İbrahim -aleyhisselâm-’ın çok evliliği, ilerlemiş yaşında çocuk sahibi olması ve sonradan eşi Sâre’nin isteği üzerine Hazret-i Hacer ve oğlu Hazret-i İsmâil’i evden uzaklaştırması, oğlu İsmâil’i kurban etmeye götürmesi gibi sosyal ve psikolojik birçok hâdiseyi yaşaması, hayatın birçok sahasına dair güzel örneklerle doludur.

Bu âileden alınacak bazı dersler:

1. Âile reisinin, Allâh’ın emir ve yasaklarını yalnızca kendi hayatında uygulaması yeterli değildir. Gücü ve imkânı nispetinde, ulaşabildiği kimselere de bu tebliğâtı ulaştırmalıdır.

2. İyi bir âile reisi, âile efrâdının hem maddî hem mânevî ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak meşrû ölçüler içinde temin eden kimsedir.

3. Âile reisi, eşleri ve çocukları arasında âdil davranmalı, ev içerisinde sorumlu olduğu kimselerin psikolojilerini bilerek ona göre davranmalıdır.

4. Kişi, tebliğ konusunda olduğu gibi maddî harcama konusunda da önceliği âile ve yakın akrabalarına vermelidir.

5. Çocukların kişilik kazanması ve şekillenmeleri için anne-babalar, söz ve davranışları ile güzel örnek olmalıdırlar.

6. Anne-babalar söz ve fiillerinde uyumlu olmalıdırlar. Yapılmasını istedikleri bir davranışı, önce kendileri yaparak göstermelidirler. Yapılmasını istemedikleri bir davranışı da bizzat terk ederek uzak durmalıdırlar.

HZ. EYÜP (A.S.) VE AİLESİ

Evliliğin îcaplarından birisi de eşlerin iyi ve kötü günde, darlıkta ve bollukta birbirlerine destek olmasıdır. Allah Teâlâ, bu konuda bize Eyyûb -aleyhisselâm- ve eşini örnek verir.

Eyyûb -aleyhisselâm-, zamanının zengini, iyilik ve ihsan sahibi birisi olarak yetimlere, miskinlere, dullara yardım eder, ihtiyaçlarını karşılar, misafirlerine ikramda bulunur ve Rabbinin nîmetlerine sürekli şükrederdi.

On dört çocuğu vardı. İblis, önce onun malına, daha sonra âilesine ve en sonunda da bedenine musallat olmak için Allah’tan izin istemiş, Allah da imtihan maksadıyla bu izni ona vermişti. Önce malları ve çocukları, sonunda da sağlığı elinden alınmış, çevresindeki herkes onda bir uğursuzluk olduğu düşüncesiyle kendisinden uzaklaşmıştı. Hastalığının ilerlemesine ve fakir düşmesine rağmen, zevcesi Rahme Hatun yanından ayrılmamış, her türlü ihtiyacını gidermiştir.

İmtihanın zorluğundan zaman zaman sıkıntıya düşüp hata yapsa da Allah’tan ve zevcinden af istemiş onlar da kendisini affetmiştir.

Hastalıkla ve zorlukla imtihan olunan kişiler için bu âileden alınacak dersleri şöyle sıralayabiliriz:

1. Allah hiç kimseyi sırf helâk etmek için imtihan etmez. Ancak onun sabrını ve kulluğunu sınamak için imtihan eder. Böylece mertebesini yükseltip kendisine olan nîmetlerini artırmak ister. Ancak kul, bolluk ve darlık hâllerinde bu ilâhî maksadı kavrayamaz ve gereğini yapamazsa, helâke müstahak olabilir.

2. Allah bir kimseyi ne kadar şiddetli şekilde imtihan ederse etsin, onu kendini unutturacak derecede ve gücünün üstünde olan bir şey ile imtihan etmez.

3. Her başarılı erkeğin arkasında, gizli kahraman olan bir kadın vardır. Onlar sahnede yer almasalar bile arka plânda çok önemli hizmetlerde bulunurlar. Bu durum, tersinden de geçerlidir. Çünkü eşler, birbirinin tamamlayıcısı ve yardımcısıdır.

4. Evlilikte sadâkat esastır. İyi günlerde beraber olan eşler, sıkıntılı günlerde de birlikte olmalıdırlar.

5. Hiçbir hastalık, insanın kulluk vazifesinden geri durması için mazeret değildir. İnsan istedikten sonra en olumsuz şartlar içerisinde dahî kulluk vazifesini îfâ edebilir.

6. İnsan olması hasebiyle bütün eşler hata yapabilir. Bu mânâda insanın hanımı bir hata yapar yapmaz hemen onu cezalandırma yoluna gitmemelidir. Eyyûb -aleyhisselâm-’ın hanımının hatasından dolayı, iyileştiği zaman yüz sopa vuracağı şeklinde vaadine karşı Allâh’ın yüz adet ekin sapı ile bir kez vurmasını istemesi de, bir bakıma eşlerin birbirine şiddet uygulamasından hoşnut olmadığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. En güzeli, Allâh’ın affını umarak affetmeyi ve hoş görmeyi öğrenmektir.

7. Belâlar, başta acı verse de sabredildiği takdirde sevinçli neticelere dönüşür.

8. Belâlar, her zaman hak edenlere isabet etmez. Bazen imtihan gereği olarak sâlih insanlara da isabet eder. Zira belânın geliş sebeplerinden biri, günahlara kefâret olması, diğeri de mânevî derecenin yükselmeksine vesîle olmasıdır.

 HZ. ZEKERİYA (A.S.) VE ZEVCESİ

Evliliğin en güzel nîmetlerinden biri de çocuktur. Eşler arasındaki sevgi ve muhabbet, çocuk sahibi olduktan sonra daha da artmaktadır. Zekeriyyâ -aleyhisselâm- ile zevcesi, uzun süre çocuğu olmayan âileler için model oluşturmaktadır. Çocukları olmadığından dolayı dağılan evlilikler için Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ın âilesinden âyet-i kerîmelerde şu şekilde bahsedilmektedir:

“Zekeriyyâ’yı da hatırla. Hani o Rabbine; «Rabbim beni tek başıma bırakma. Sen vârislerin en hayırlısısın» diye duâ etmişti. Biz de onun duâsını kabul ettik ve kendisine Yahyâ’yı bağışladık. Eşini de kendisi için doğurmaya elverişli kıldık. Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, rahmetimizi umarak ve azâbımızdan korkarak Bize duâ ederlerdi. Onlar Bize derin saygı duyan kimselerdi.” (el-Enbiyâ, 89-90)

Bu âileden alınacak dersler:

1. Hazret-i Zekeriyyâ -aleyhisselâm- ve zevcesinin Allah’tan çocuk isterken herhangi bir dünyevî gâye için değil de uhrevî maksatlar için duâ etmeleri, güzel bir örnektir.

2. Zekeriyyâ -aleyhisselâm- Allah’tan evlât isterken önce kendisinin yaşlılığı, hanımının kısır olması gibi fizikî engelleri sıraladıktan sonra fıtrî ihtiyacının gereği olarak Allah’tan çocuk istemiştir. İnsan da Allah’tan bir şey isterken kendisindeki eksiklikleri görerek ve Allâh’ın kudretine güvenerek istemelidir.

3. İnsan, hayırlı bir çocuk veya sâlih bir kimse gördüğü zaman Allah’tan kendisi için de aynı şekilde hayırlı bir çocuk vermesini isteyebilir.

4. İnsan hiçbir zaman Allâh’ın rahmetinden ümîdini kesmemelidir. Fizikî olarak bazı şeyler imkânsız hâle gelse de Allâh’ın sonsuz gücü ve kudreti karşısında hiçbir şey imkânsız değildir.

5. Allah, sevdiği kimselere özel ikramlarda bulunabilir.

ZALİM KOCANIN YANINDA MÜ’MİN KADIN: ASİYE

Hazret-i Asiye, Firavun unvanlı zâlim bir kocanın nikâhı altında olmasına rağmen inancı uğrunda gösterdiği dik duruşu ile kendini ifade etmekte sıkıntı çeken veya karşılaşabileceği zorlukları düşünerek inancını açıklamaktan çekinen birçok kadın ve erkeğe güzel bir örnek teşkil etmiştir.

1. Hazret-i Asiye, Firavun’un inancından döndürmek için yaptığı işkencelere sabrettiği gibi, inancından ve İslâmî gayretlerinden dolayı kocaları tarafından eziyet gören kadınlara da aynı şekilde örnek olmalıdır.

2. Hazret-i Asiye, kadın olmasına rağmen en zâlim, en ceberrut bir istibdatçı yöneticinin baskılarına dayanabilmiştir. Dolayısıyla mü’minler de tıpkı onun gibi, zâlim kim olursa olsun, zulüm nereden gelirse gelsin zulme direnebilmelidirler.

3. Kişileri birbirine bağlayan en önemli bağ, evlilik bağı olmasına rağmen, kocanın küfrü hanımının îmânına zarar veremez. Eğer bir mü’min, kendi kalbini küfür ve şirk gibi pisliklerden temizlerse, hiçbir kimsenin küfrü ve şirki ona zarar veremez. (Bununla beraber İslâm hukukunda mü’mine kadınların gayr-ı müslim erkeklerle evliliği yasaklanmıştır.)

4. Kişi hakikî mânâda îman eder; nefsini, her türlü şirk ve küfürden temizlerse; kafirlerle aynı ortamda olmak veya onların akrabası ya da komşusu olmak gibi durumlar, onun îmânını etkilemez; zâimin zulmünün büyüklüğü de onu haksızlıklar karşısında susturamaz.

5. Hazret-i Asiye, insanın inancında ihlâslı olup bu uğurda sebat göstermesine ve sıkıntılı hâllerde sadece Allah’tan yardım isteyerek O’na sığınması konusunda insanlığa en iyi örneklerden biridir.

6. Âhiret inancına sahip olup Allâh’a yakın olmayı isteyen kimseleri, hiç kimse inancından geri çeviremez.

7. İffetli kadınlar, isteyemeyerek de olsa yanlış bir evlilik yapıp olumsuz şartlar altında yaşamak zorunda kalsalar dahî namus ve iffetlerini korumalıdırlar.

HZ. NÛH (A.S.) VE LÛT’UN (A.S.) HANIMLARI

Kocaları peygamber olmalarına rağmen Nûh -aleyhisselâm-’ın karısı Vâile ile Lût -aleyhisselâm-’ın karısı Vâhile îman etmemiş ve inkârlarında ısrar etmişlerdir.

“Allah, inkâr edenlere Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. Bunlar, kullarımızdan iki sâlih kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken onlara dinde hıyânet ettiler. O iki peygamber Allâh’ın azabından onları hiçbir şekilde kurtaramadılar. O iki kadına, «Girin ateşe, diğer girenlerle beraber!» denildi.” (et-Tahrîm, 10)

Bu hâdiseden çıkarılacak dersler:

1. Kocasının sırlarını yayan kadınlara; “Nûh -aleyhisselâm- ve Lût -aleyhisselâm-’ın karısı gibi yapmayın!” şeklinde mesaj verilmiştir.

2. Eğer bir kişinin îmânı yoksa, diğer statüleri ne olursa olsun, velev ki peygamber evlâdı veya hanımı olsun, bu konumu ona hiçbir fayda sağlamayacak ve Allah katında bir değer ifade etmeyecektir.

3. Allah, soy ve sop yakınlığına değil, inanç ve amel yakınlığına önem vermektedir.

4. İnsanlar birbirlerine akrabalık bağları ile bağlanmış dahî olsalar, kimsenin günahı başkalarına zarar vermediği gibi, kimsenin itaati de başkasına fayda sağlamayacaktır.

5. Çocukları terbiye noktasında anne çok önemlidir. Nûh -aleyhisselâm-’ın karısı da kötü terbiye noktasında, oğlu Kenan’ı inkârcılar safına katmakla, olumsuz bir semboldür.

6. Burada kadın ve erkekler için eşlerinin kıymetini bilmeleri yönünde bir mesaj vardır. Kadınlar ne kadar sâlih olurlarsa olsunlar, Allah dilerse onları Firavun gibi zâlim bir kimseye eş olarak verebilirdi. Bunu düşünerek eşlerinin kadrini kıymetini bilsinler. Erkekler de eğer Allah isteseydi, kendileri ne kadar sâlih olursa olsunlar, onlara Nûh -aleyhisselâm- ve Lût -aleyhisselâm-’ın hanımları gibi kadınlar nasip edebilirdi.

7. Allâh’a kulluk konusunda, zevç ve zevce birbirine destek olmalıdır.

Not: Bu konuda daha geniş bilgi almak ve araştırma yapmak isteyenler, Hüseyin Çelik’in yazmış olduğu, “Kur’ân’da Âile Modelleri” (Tebeşir Yayınları, Konya 2015) kitabına bakabilirler.

Kaynak: Seher Küçük, Şebnem Dergisi, Sayı: 182 / 183

 

İslam ve İhsan

AİLE KURMANIN, EVLİLİĞİN ÖNEMİ

Aile Kurmanın, Evliliğin Önemi

PEYGAMBER EFENDİMİZİN AİLE HAYATI

Peygamber Efendimizin Aile Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.