Zenginliğin Âfetleri

Zenginliğin afetleri; haset, tamah ve adaletsizlikle başlar, ümmetleri helake sürükler. Peki, zenginlik ümmet için bir nimet mi yoksa helake sürükleyen bir afet mi? Resûlullah (s.a.v.) dünya malı karşısında ümmetini hangi tehlikelere karşı uyardı?

Amr bin Avf -radıyallahu anh-’dan rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- harb etmeksizin Bahreyn ahâlîsiyle bir sulh akdetmiş ve onlar da muayyen miktarda cizye vermeyi kabûl etmişlerdi. Bahreyn ahâlîsi üzerine Alâ İbn Hadramî’yi emir nasb etmişti ve tahsil olunan cizye mallarını getirmek üzere Ebû Ubeyde bin Cerrah -radıyallahu anh-’ı Bahreyn’e göndermişti.

ZENGİNLİĞİN ÂFETLERİ

Ebû Ubeyde -radıyallahu anh- Bahreyn’den sulh yoluyla aldığı cizye mallarını Medîne’ye getirdi. Ensar sabah namazını kılar kılmaz hemen Ebû Ubeyde’yi karşıladılar. Rasûlullah -salallahu aleyhi ve sellem- ashâbı bu halde görünce gülümseyerek onlara:

– Öyle sanıyorum ki, Ebû Ubeyde’nin hayli dünyalıkla geldiğini duydunuz da onu sevinçle karşılıyorsunuz, buyurdu. Onlar da:

– Evet ya Rasûlallah, diye tasdîk ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

– Şâd olunuz ve sizi sevindirecek nîmetleri bundan böyle her zaman umunuz! Vallahi bundan sonra size fakr u ihtiyâç geleceğinden hiç korkmam! Fakat sizin için korktuğum bir şey varsa o da sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya nîmetlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılarak onların birbirlerine hased ettikleri ve nefsâniyet güttükleri gibi sizin de birbirinize düşmeniz ve onların helâk oldukları gibi sizin de mahvolup gitmenizdir, diye ümmetini intibâha dâvet buyurmuştur. (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi / VIII-522.)

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’den rivâyetle Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Ben size ne bir şey verebilirim ne de verileni men edebilirim. Ben nasıl emrolunduysam öyle taksîm ederim.” Yani veren ve vermeyen Allah’tır. Aza az, çoğa çok taksîm ederim, demek istemiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmuştur.

“Münâfıklardan kimi de, Allah’a dînin bir ucundan ibâdet eder; eğer kendisine bir hayır isâbet ederse ona râzı olur, kararlaşır ve eğer bir belâ isâbet ederse yüzüstü döner (dinden çıkar). Dünya ve âhireti perişan olur. İşte bu aldanış apaçık ziyandır.” (Hacc Sûresi /11)

“Münâfıkların bazıları sadaka ve ganîmet mallarının taksîminde seni zemmederler. Eğer sadakalardan onlara istedikleri kadar verilse râzı olurlar; eğer arzularına göre verilmezse derhal öfkelenirler. Eğer onlar Allah’ın ve Rasûlünün verdiklerine râzı olsalar da: “Allah Teâlâ bize her işimizde kafidir. Zîra Allah Teâlâ fazl ü kereminden, Rasûl’ü de şefkat ve merhametinden yakında bize çok şey verirler. Şu hâlde bizim arzumuz ancak Cenâb-ı Allah’ın rızâsıdır. Allah’ın rızâsından gayri bir şey istemeyiz” demiş olsalardı onlar için daha hayırlı olurdu.” (Tevbe Sûresi /58-59)

Birinci âyet-i celîlede münâfıkların îtirazları dünyaya hırs ve tamahlarındandır. Eğer onların istedikleri verilirse ferahlanırlar. Eğer istedikleri verilmezse derhal yüzlerini ekşitir ve gadab ederler. Çünkü himmetleri hemen dünya olduğundan cüz’î bir şey noksan olmakla derhal müteessir olurlar, âhiretten emelleri ve ümîtleri olmadığından bütün amelleri dünyaya mâtûfdur.

İkinci âyet-i celîle münâfıklardan Hurkus oğlu Zü’l-Huveysıra hakkında nâzil olmuştur. Câbir -radıyallahu anh-’in rivâyetine göre hadîs-i sahîhde Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretleri Cîrâne mevkîinde Huneyn, Hevâzin ganîmetini taksîm buyururken bu Hurkum oğlu gelip:

– Yâ Rasûlullah adâlet et, diye küstahlık etmişti. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:

– Ben adâlet etmezsem ya kim adâlet eder? Eğer ben adâlet etmezsem bedbaht olurum, diye cevap vermişlerdir. Hazret-i Ömer -radıyallahı anh- bu küstah münâfığın cür’eti üzerine:

– Yâ Rasûlallah müsaade buyur şu adamı katledeyim, demişse de müsaade buyurulmamış bilâhare cezâsını bulmuş ve hâricîler meyânında katlolunmuştur. (Mahmud Sâmî Ramazanoğlu-Musâhabe-6, s.48- Erkam Yayınları)

Kaynak: Altınoluk Dergisi, Sayı: 471

İslam ve İhsan

ALLAH NEDEN KİMİNİ ZENGİN KİMİNİ FAKİR YARATTI?

Allah Neden Kimini Zengin Kimini Fakir Yarattı?

ZENGİNLİK-ZENGİNLER İLE İLGİLİ AYETLER

Zenginlik-Zenginler ile İlgili Ayetler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.