Yetimler ve Yoksullar: Allah’ın Emanetleri

Toplumun en zayıf halkası olan yetim ve yoksullara karşı sorumluluğumuzun farkında mıyız? Onlar bize Allah’ın birer emaneti değil mi?

Susuzluktan çatlamış bir toprağın bereketli yağmurlara hasret duyması gibi, toplumumuzda hizmet ve alâkaya en fazla ihtiyaç duyan kesimlerin başında, bir kanadı kırık olan yetimler ve yoksullar gelmektedir. Onlar bize Allâh’ın emânetleridir. Cenâb-ı Hak birçok âyet-i kerîmede, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de pek çok hadîs-i şerîfinde, muhtaçlara hizmeti teşvik ederek yetim ve yoksulların himâyesinin zarûrî olduğunu bildirmişlerdir.

YETİMLER VE YOKSULLAR: ALLAH’IN EMANETLERİ

Yetimi ve Yoksulu Gözetmek

Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

“Yetimlere mallarını verin, temizi verip murdarı almayın, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin...” (en-Nisâ, 2)

“...Sana yetimler hakkında da sorarlar. De ki: Onların gerek kendilerini, gerek mallarını ıslâh edip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir...” (el-Bakara, 220)

“Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfâk edeceğiniz mal; anne-baba, akrabâlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış garipler için olmalıdır...” (el-Bakara, 215)

“Yetimleri evlenme çağına gelinceye kadar gözetip deneyin...” (en-Nisâ, 6)

“Mîras taksim edilirken vâris olmayan akrabâlar, yetimler, fakirler de orada bulunuyorlarsa, onlara da bir şey verin ve gönüllerini alacak tatlı sözler söyleyin.” (en-Nisâ, 8)

“...Yetimlerin haklarını tam vermekte adâleti gözetin. Yaptığınız her hayrı Allah mutlakâ bilir.” (en-Nisâ, 127)

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ- anlatıyor:

“Cenâb-ı Hakk’ın, «Rüşdüne erinceye kadar, yetimin malına en güzel şeklin dışında bir sûrette yaklaşmayın...» (el-En‘âm, 152) ve «Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, aslında karınları dolusu ateş yerler. Onlar, yarın alevlenmiş bir ateşe gireceklerdir.» (en-Nisâ, 10) âyetleri nâzil olduğunda, yanında yetim bulunan sahâbe-i kirâm hemen gidip onların yiyeceğini ve içeceğini kendilerininkinden ayırdılar. Yetime âit yiyecek ve içeceklerden bir şey artsa bile ona dokunmuyor, yetim yiyinceye veya kokuşup bozuluncaya kadar saklıyorlardı...” (Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 7/2871; Nesâî, Vesâya, 11)

İhlâs ve Karşılıksız İkramın İlâhî Mükâfâtı

Yine İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ-’dan rivâyetle Atâ -rahmetullâhi aleyh- der ki:

“Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bir gece bir miktar arpa karşılığında bir hurmalığı suladı. Sabah olunca ücreti olan arpayı alarak evine geldi. Getirdiği arpanın üçte birini öğütüp «hazîra» denilen bir yemek yaptılar. Yemek pişince bir yoksul geldi ve yemek istedi. Onlar da pişen yemeği olduğu gibi yoksula verdiler. Sonra ikinci üçte biri öğütüp yemek yaptılar. Yemek pişince bu sefer bir yetim gelip bir şeyler istedi. Bu yemeği de o yetime verdiler ve kalan son üçte biri öğütüp ondan tekrar yemek yaptılar. Yemek piştiğinde müşriklerden bir esir geldi ve bir şeyler istedi. Son yemeklerini de ona verdiler ve o günü aç olarak geçirdiler. Diğer bir rivâyete göre, üç gün üst üste iftarlıklarını fakire, yetime ve esire vererek su ile iftar ettiler. İşte bunun üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

“Kendileri de muht oldukları hâlde yiyeceklerini, sırf Allâh’ın rızâsına nâil olabilmek için fakire, yetime ve esire ikram ederler ve: «Biz size bunu sırf Allah rızâsı için ikram ediyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimiz’den (O’nun azâbına uğramaktan) korkuyoruz.» (derler). Allah da onları o günün felâketinden muhâfaza eder, yüzlerine nûr, gönüllerine sürûr bahşeder.” (el-İnsân, 8-11) (Vâhidî, s. 470; Zemahşerî, VI, 191-192; Râzî, XXX, 244)

Bu âyet-i kerîmelerde Allah Teâlâ; fakir, yetim ve esire yapılan ikram ve fedakârlığın mukâbilinde cennette ihsân edeceği mükâfâtı müjdelemektedir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZ YETİMLERE NASIL DAVRANIRDI?

Peygamberimiz Yetimlere Nasıl Davranırdı?

DUL VE YETİMLERE SAHİP ÇIKMAK İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Dul ve Yetimlere Sahip Çıkmak ile İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.