Hz. Nuh’un (a.s.) İmtihanı: Evlât, İman ve İlâhî Ölçü

Bir baba, peygamber olsa da evlâdını hidâyete erdirmeye yetemeyebilir… Peki biz ne yapmalıyız? Nuh aleyhisselâm’ın evlât imtihanı üzerinden ailede îman sorumluluğunu birlikte düşünelim.

Eskiler, “Âlimden zâlim, zâlimden âlim doğar.” demişler. Yani bazen Allâh’ın takdîri, bütün tedbirlerin önüne geçer; zifiri karanlığın ardından pırıl pırıl bir nûrun her tarafı aydınlatması gibi, bazen de nûrun ardından bir zulmet perdesi kaplar bütün cihanı… Zira hayatta hiçbir şey “olduğu gibi” kalmaz. Tebeddülât, değişim kaçınılmazdır.

Allah Teâlâ’nın “el-Hâdî” ve “el-Mudill” sıfatları arasındahz nuh'un iman etmeyen oğlu,hz nuh un oğlu ile imtihanı,hz nuh un imtihanıki bu nöbetleşme, kıyâmet sabahına kadar devam edecektir. Bazen îman gâlip gelecek; mü’min ve müttakî insanlar, îmanlarının bedelini ödediği için dünya iktidar ve mîrasına da sahip olacaklar; bazen de küfür baskın gelecek ve dünyanın çehresi kirlendikçe kirlenecektir. Her karanlığın içinde “bir yerlerde” îman nûrunun ışıması sünnetullah olduğu gibi, Güneş’in her tarafı aydınlığa boğduğu devirlerde de küfrün, nifâkın, fısk ve fücurun temsilcileri hayatta kalmaya devam edecektir.

HZ. NUH’UN (A.S.) İMTİHANI: EVLÂT, İMAN VE İLÂHÎ ÖLÇÜ

Hazret-i Nuh -aleyhisselâm- îman gayretiyle, Cenâb-ı Hak’tan “bütün kâfirleri helâk etmesini”[1] istemiş, böylece “geride kalan insanlara küfür ve isyanı öğretecek kimsenin kalmayacağını” düşünmüştü. Allah Teâlâ, 950 yıl tebliğ vazifesini hakkıyla yapan Nebîsinin duâsını kabul etmiş, kâfirlerin kökünü kazımıştı. Ancak dünyanın “dünya” olmasının gereği, “imtihan meydanı” olmasıydı ve bunun için de îman ile küfrün birlikte devamı şarttı. Nuh tufanı ile hiçbir ferdi kalmamış olan küfür; küllerinden tekrar ve tekrar doğdu. Çünkü insanın içinde nefis, dışında şeytan var olmaya devam ediyordu.

Bugün biz de çevrenin ne kadar bozulduğundan, evlâtlarımızı nasıl kaybettiğimizden dert yanıp duruyoruz. Evet, evlât nîmeti çok önemli. İhmalimiz, tembelliğimiz varsa, bu nîmetin hesabını vermek çok zor! El-hak, doğru. Ama onca gayret ve fedakârlığına rağmen Hazret-i Nuh da evlâdına, hatta hanımına ulaşamamış. Gözlerinin önünde onların helâk olduğunu seyretmek zorunda kalmış; şefkatli bir baba yüreğiyle:

“Yâ Rabbim, şüphesiz oğlum da âilemdendir; Senin vaadin elbette haktır. Sen hâkimler hâkimisin!” (Hûd, 45) diye duygularını dile getirmiştir. Buna mukabil Cenâb-ı Hakk’ın fermanı ve ölçüsü ise kat’îdir:

“Allah buyurdu ki: «Ey Nuh! O aslâ senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O hâlde hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Ben sana câhillerden olmamanı tavsiye ederim.»” (Hûd, 46)

O hâlde bir anne-baba, elinden gelen her şeyi yapacak ve evlâdının “mü’min” ve “sâlihlerden olması” için gayret gösterecek. Ama gücünü aşan hiçbir şeyden mes’ûl değil!.. O, son âna kadar evlâdının îmanına gayret etmekten, onu sâlihler arasında görmek ümidinden vazgeçmeyecek. Duâ edecek, dili döndüğü kadar nasihatte bulunacak. Ama îman, gönül işi. Ve herkes kendi îman ve amelinden hesaba çekilecek!..

Elbette kimse evlâdı sonsuz bir azap içinde kıvranırken Cennet’te yaşamak istemez. O hâlde gözümüzle görmüş gibi inandığımız bu hakikatin gereğini, henüz bu dünyada nefes alıp verirken yapmaya gayret göstermemiz gerekiyor. İş işten geçtikten sonra, evlâdımızı gözlerimizin önünde kaybettikten sonra âh-vâh etmek nâfile…

Cenâb-ı Hak, bizi de sevdiklerimizi de hakikî îman ve hidayetle buluştursun. Îmana kavuştuktan sonra küfre dönmeyi “ateşe atılmak gibi” kötü göstersin bizlere... Ayaklarımızı sırât-ı müstakîm üzere sâbit kılsın. Bizi, neslimizi ve bütün mü’minleri hidâyet yolunun rehberleri kılsın. Râzı olacağı bir ömür sürüp yine rızâsına kavuşmuş bir şekilde huzûruna kabul buyurduğu kulları arasına bizleri de dâhil eylesin. Bizi, nîmetler içinde yüzdürdüğü nebîleri, sıddîkları, şehidleri ve sâlih kullarıyla birlikte haşr u cem eylesin. Âmîn.

Dipnot:

[1] Bkz. Nuh, 28.

Kaynak: Ömer Faruk Demireşik, Altınoluk Dergisi, Sayı: 473

İslam ve İhsan

HZ. NUH’A (A.S.) NEDEN “NUH” DENMİŞTİR?

Hz. Nuh’a (a.s.) Neden “Nuh” Denmiştir?

HZ. NUH (A.S.) KİMDİR?

Hz. Nuh (a.s.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.