Bugün Çocuklarımızı Ne Korur?

Zamanın fitnelerine karşı çocuklarımızı nasıl koruruz? Bugün çocukları muhafaza etmek için hangi manevî tedbirleri almalıyız?

“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan vesîlesidir. Ve bu büyük mükâfat Allah katındadır.” (el-Enfâl, 28)

Cihad denilince kimilerimizin aklına intihar saldırısı gerçekleştiren aparat örgütler geliyor. Medya, cihad algımızı vahşet ve terörle eşitledi âdeta. Bazılarımız cihâdı kan dökmek, kelle koparmak, marjinal yapılara mensûbiyet olarak algılıyor. İngiliz aksanıyla “Allâhu Akbar” diyerek boğaz kesenlerin, medyanın bütün gayretine rağmen, aslında cihâd etmediği ortada. O hâlde, cihad nedir?

Arapçadan dilimize geçmiş olan cihad kelimesi, “güç ve gayret göstermek” anlamına gelir. Her ne iş yapıyorsak Hakk’ın rızâsına uygun yapmanın adıdır, cihad... İnsanoğlunun dünya imtihanının yegâne maksadıdır. Cihad, vahşet değil ihyâ, inşâ ve îmar çabasıdır. Hadîs-i şerîflerde; anne-babaya hizmet etmek, zâlim hükümdar karşısında hakkı söylemek, nefisle mücadele etmek, makbul bir hac ibadeti, müşriklere karşı sa’y ü gayret göstermek, mal ve dille cehdetmek konuları cihad başlığı altında toplanır.

O hâlde cihâdı, “enfüsî/içteki” ve “âfâkî/dıştaki” olarak gruplandırabiliriz. Sûfîler, en büyük cihâdın nefse ve şeytana karşı olduğundan hareketle “enfüsî cihâd”ın usûllerini belirlemişlerdir.

Âfâkî cihâdı ise, kendimiz, ailemiz ve toplum olarak ayırabiliriz. Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!..” (et-Tahrîm, 6) buyrularak hedef belirlenir. Bu hedef, kendimizi ihyâ, inşâ ve îmâr ederken aynı zamanda ailemize ve topluma yol gösterip belirleyici olmamızdır. Böyle “ulvî bir yolda” olmak, bazı hatırlatmalar gerektirir:

“Şüphesiz ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihandır. Büyük mükâfat ise Allâh’ın yanındadır.” (et-Teğâbün, 15)

Ben Olamadım, Sen Ol!

Sa’y ü gayret gösteren mü’min gönüllere bir hatırlatma daha yapılır:

“…Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (es-Saff, 2)

Bugün, meselenin çıkış noktası bu âyettir: “Ben yapamadım, sen yap!”

Sosyologlara göre, her on ya da on beş senede kuşaklar/nesiller değişiyor. Üzerine uzun uzun kafa yorduğumuz Z kuşağı, yerini Alfa kuşağına bıraktı bile. Son yirmi senede doğanlara baktığımız zaman net, kesin ve ne istediğini bilen bir nesil görüyoruz. Ailelerin evlâtlarını terbiye ederken, onları hayata yahut ibadete hazırlarken en ufak bir falso yapması, bu kuşaklarda önce sözlü, ardından tatbikî bir tepkiyle karşılanıyor. Meşhur ifadesiyle çocuk ve gençler; “Söze değil, icraata bakıyorlar.” Başka ifadeyle “dediğimize değil, yaptığımıza…” bakıyorlar.

O hâlde İmam-ı Âzam’ın bal hikayesini devamlı aklımızda tutarak:

“-Bal yeme evlâdım!’’ demeden evvel, bal yemeyi bırakmış olacağız. Mesajın “görüldü” alması, ancak böyle mümkün olacak.

Nesiller demişken resmî veriler, Türkiye’nin toplam doğurganlık hızını 1,48 olarak açıklıyor. Bu demek oluyor ki çiftler olarak yerimize tam birer kişi bile bırakamıyoruz. Dolayısıyla nüfus azalıyor ve giderek yaşlanıyor. Diğer ülkelere baktığımız zaman İsrail’in doğurganlık hızı dikkati çekiyor. Haberde İsrail’in doğum oranının OECD ülkeleri arasında açık ara en yüksek seviyede olduğu, kadın başına 2,9 çocuk düştüğü ifade ediliyor.[1] Nesli artırmak için tüp bebek uygulamalarıyla ikiz çocuk sahibi olanların sayısı da hayli fazla.

Hem Modern, Hem Câhiliye

Bileşenlerinde modernite, çağdaşlık, uygarlık bulunan bir zamanda yaşıyoruz, ama bu asrın adı tam olarak: “Modern Câhiliye Dönemi”.

İnsanın üç imtihan vesîlesi olan mal, can, evlât sarmalı; asrın Lât, Menât, Uzza putları oluveriyor. Belki de tarihimizin hiçbir döneminde rastlamadığımız bir titizlik hastalığıyla boğuşuyoruz. Biricik evlâdımızı pamuklara sarıyor, yere göğe sığdıramıyoruz. Kuş sütü eksik değil kıvamında dünya nîmetlerine boğarken; terbiye, tezkiye ve tasfiye unsurlarını devre dışı bırakıyoruz. Steril ve naturel kaygılarla yetiştirilmiş evlâtları, mânevî unsurlardan mahrum bırakıyoruz.

Çocukların mânevî eğitimi kurumlara paslanıyor. Kurumlarda öğretim belki de son derece mükemmel ve ileri seviyede gerçekleştiriliyor, lâkin eğitim kısmının tatbiki aileye düşüyor. Bilgi, aile ortamında tatbikata dönüştüğü zaman mânâ, derinlik ve alışkanlık kazanıyor. Böylelikle bir “değer”e dönüşüyor.

Sanal Uzmanlar

Evlât yetiştirmenin mihenk taşını, “fıtratın korunması” oluşturuyor. Büyükşehirlerde, dört duvar arasında ve dede-nine tecrübesinden mahrum yaşıyoruz. Tabiatla irtibatımız, muhataplık ve misafirlik seviyesinde.

Hafta sonları kalabalıklar arasında bir ağaç gölgesi bulmak, imkânı bulunanların bahçe sahibi olması bir konfor âdeta… Yuvamıza döndüğümüzde ekranlardaki sesler, fıtratımızdan gelen ebeveynlik seslerini bastırıyor. Nâdiren de olsa danıştığımız ebeveynlerimiz uzman görüşünün gerisinde kalıyor.

Sanal ve Dijital dünyanın oluşturduğu “Çoklu Mâruziyet” kafamızı karıştırıyor. “Uzman Görüşü” vahiy mahsûlü olmadığından, çeşitlilik ve tutarsızlıklar karşısında boğuluyoruz.

“…Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa ondan geri durun ve Allah’tan sakının…” (el-Haşr, 7) âyet-i kerîmesi bize kılavuzluk edecekken, her derdimizde çâreyi ekseriyeti yahudi gelenekten beslenen teorisyenlerde arıyoruz.

Batı psikoloji ve pedagojisi, her kültür yapısına aynı reçeteyi sunuyor. Genelgeçer ve durağan... Bütün kültürleri kuşatıcı bir muhtevası bulunmuyor. Daha evvel şiddetle tavsiye ettiği eğitim metotlarından, bugün şiddetle kaçınabiliyor. Kur’ân ve Sünnet kılavuzluğunda, zamanın pedagojisiyle bu prensipleri karşılaştırmak gerekiyor. Neyse ki İslâm’la beslenen, ama Batı’yı da potasında eritmiş çok kıymetli uzmanlarımız da yok değil!..

Bugün Evlatlarımızı Ne Korur?

  1. “Çocuk terbiyesi, anne karnından başlar!” denilir. Lâkin bu işin milâdı nikâh akdidir. Nikâh akdine giden yolda Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “Kadın dört sebepten biri için alınır: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen (diğerlerini geç), dindar olanı seç. (Aksi hâlde) sıkıntıya düşersin.”[2] buyurarak, çerçeveyi çizip tercih sebebini belirler. O zaman eş seçiminde ilk adım: “Dindarlık”tır.
  2. Düğün öncesi sınır ve çerçevenin dışına taşmadan geçirilen bir nişanlılık süresi, hem kurulacak yuvanın hem de evlâtların rûhâniyetine tesir eder. Düğünler abartıya kaçmadan, belli bir (zengin) topluluğa tahsis edilmeden, duâlı, ikramlı ve helâl hassasiyetiyle yapılmalıdır.
  3. Sevgi ve merhamet paydasında kaynaşabilmek için uyumlu eşler olmaya niyet etmek.[3]
  4. Helâl kazanç şuurunu daima taze tutmak.
  5. Sadece hâmile annenin değil, babanın da evlât bekledikleri dönemde; duâlı, Kur’ân-ı Kerîm okumaya daha hassas, hayat tarzı ve meşguliyetlerine daha intizamlı olması, söz ve davranışlarının hepsine İslâm nûrunun aksetmesi, ailenin ve doğacak yavrunun rûhaniyetinde temel taşı vazifesi görecektir.
  6. Bebeğin doğumunda ve sonrasında yapılacak organizasyonlarda laçkalaşan modern toplumun beklentilerine uymak değil, İslâmî referanslarla topluma çığır açacak kıvamda olmak.
  7. Dijital dünyanın menfî bütün araçlardan evvelâ kendimizi, sonra evlâdımızı sakınmak.
  8. Yavruların seyredecekleri içerikleri seçerek, süreli ve sınırlı tutmak. (Uzmanlar dört yaştan önce “sıfır ekran” uyarısı yapıyor!)
  9. On beş yaşından önce haberleşme, ödev takibi vb. bahanelerle evlâtlara akıllı telefon temin etmemek. Tablet ve bilgisayar kullanımının olabileceği bu dönemde ebeveyn denetimi programlarının desteğini almak.
  10. Yavrularımızı evimizin en büyük misafiri görüp evde ve okulda yiyecekleri öğünleri besmeleli, abdestli, duâlı hazırlamak. Onları hazır gıdanın hız ve yavanlığına teslim etmemek. Tencere yemeği kültüründen tâviz vermeden, bazı günler helâl hassasiyeti olan müesseseleri âilece ziyaret edip dışarıda yemenin “ne demek” olduğunu ve “nasıl” yapılması gerektiğini de tecrübe etmelerini sağlamak.
  11. Âile ve okuma saatleri yapmak. Hem kendimizin hem evlâtlarımızın konuşma becerisi, görgü, kültür ve şuur kazanması adına edebiyat, din, ilim, bilim, gündem, psikoloji gibi geniş başlıklarda kitaplar okumak. Pek çok derginin dijital yayın yaptığı zamanımızda çocuk, genç ve yetişkin dergilerine abone olup istifade etmek.
  12. Ekran saatlerinde ailece film keyfi zamanları oluşturmak. Bu, hem içerik seçerken dikkatli olmamızı, hem beraber keyifli vakit geçirmemizi sağlar.
  13. İbadet neşesini yuvamıza taşımak, taşırmak ve cemaatle îfâ etmek. Babanın evde bulunduğu vakitlerde cami ve cemaat hassasiyetine evlâtlarını da ortak etmesi, Ramazan aylarında oruç, mukâbele, terâvih gibi ibadetlerin çocukların yaş seviyelerine göre aileyle yapılması; hem rûhâniyet, hem de duygu bakımından çok kıymetli olacaktır.
  14. Evlât yetiştirirken kendimize hatırlatacağımız en mühim husus, üslûptur. Çocuğa mihmandarlık etmek, başında cellat kesilmemek son derece mühim bir ölçüdür. Hatırlatma ve uyarılarda bıkkınlık yaşamak da bu zamanın imtihanıdır.
  15. Hayat şartları herkes için bir değildir. İmtihan dünyasında çiftler ayrılmış, vefât etmiş, hastalık ve meşakkat içerisinde bulunabilirler. Evlâtların tek ebeveynli yetiştiği evlerde eş desteği olmadığından bu mesûliyet daha zordur. Bu, bir imtihan sırrıdır:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, «Doğrusu biz Allâh’a âidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz.» derler.” (el-Bakara, 155-156)

Cenâb-ı Hak, kulları için kolaylığı zorluğun yanında takdir etmiştir.[4] Kolaylık, âdeta zorluğun promosyonudur. Bu durumlarda kolaylığa odaklanabilmek gerekir.

  1. Evlâdımızı yetiştirmemizin yegâne maksadı, Hakk’ın rızâsı ve arkamızda sadaka-i câriye bırakmak olmalıdır. Niyetimize karışan en ufak nefsânî unsurlar, neticeyi bulandırır. Bakiyemiz; ümmete önder, kitleleri rızâ-yı ilâhî istikametinde peşinden sürükleyen, hayra anahtar, şerre kilit kıvamında bir nesil olmalıdır.

Günümüzün en büyük ve kıymetli cihâdı; evlâdı olanlar için evlât yetiştirmek, olmayanlar için yetişmesine katkıda bulunmak, sanatla iştigâl edenler için sanatını Allah yolunda icrâ etmek, kalemi kuvvetli olanlar için kitleleri uyandıracak ve diriltecek eserler neşretmek; ekonomide, ilimde, bilimde nerede olursak olalım ihsan ve murâkabe kıvamında gayret göstermektir.

Bunlar için en büyük sermayemiz sabır ve fedakârlıktır. Unutmayalım ki, biz zaferden değil, seferden sorumluyuz. Biz elimizden geleni yaparız, netice ve nusret Allâh’a aittir.

Kaynak: Fatma Çatak, Altınoluk Dergisi, Sayı: 473

İslam ve İhsan

İSLAM’IN ÇOCUKLARI KORUMAK İÇİN ALDIĞI ÖNLEMLER

İslam’ın Çocukları Korumak İçin Aldığı Önlemler

ÇOCUK YETİŞTİRİRKEN DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

Çocuk Yetiştirirken Dikkat Edilecek Hususlar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.