
Yalnızlık Ne Zaman Nimet, Ne Zaman Felakettir?
Bir “halvet” olarak yalnızlık; kalbi Hak’la buluşturup nefsin fısıltılarından arındıran, ruhu olgunlaştıran bir nimettir. Peki, bu hüzünlü yalnızlık girdabına kapılan kimseler neden “felaket”i yaşar? Halvet ile cehlet arasındaki ince çizgiyi nasıl koruyabiliriz?
Vahiy, sünnet, ilim, ictihad, istişare, ilham ve tecrübe birikiminden süzülüp gelen “terbiye ve tezkiye” tarihimizde nice esaslar, metotlar, ameller, davranışlar ve edepler ortaya çıkmıştır.
TASAVVUFUN KİŞİLİK TERBİSİYESİ: HALVET VE CELVET
Fıtratı korumak, onu doğru bir şekilde geliştirmek ve nihâyet Allah’ın razı olacağı bir kıvama eriştirmek anlamına gelen “seyr u sülûk” yolculuğu, öncelikle insanın insan kalmasına vesile olacak tedbirlere dikkat çekmiş ve sonra da onu “Hazret-i İnsan” haline yükseltecek vasıtalara sisteminde yer vermiştir. Bu vasıtaların tamamına burada yer veremeyeceğimiz açıktır. Bu yazımızda tasavvufun kişilik terbiyesinde dikkate aldığı iki kavrama dikkat çekeceğiz: Halvet ve celvet.
“Halvet”, kelime anlamı olarak “yalnız kalmak”, “inzivaya çekilmek” demektir. Tasavvufi anlamda ise, Hak yolcusunun belirli bir süre dünya meşguliyetlerinden uzaklaşarak, uygun bir yerde zikir, fikir ve murakabe halinde Hak’la beraberlik şuurunu kazanmaya çalışması ve bunu meleke haline getirme mücahedesidir. Böylesi bir halvetin gayelerinden biri de kendi özüne yönelmek, geçmişin muhasebesini yapmak, içinde yaşanılan ânın kıymetini idrak etmek ve daha güzel bir hayat için ulvî niyetlerin iç aleminde doğuşuna imkân sunmaktır.
Diğer bir ifadeyle hedefleri netleştirmek, iradeyi bileylemektir. Neler yapacağından ziyade ne olacağına odaklanmak, kendini bulmak ve onu doğru yere konumlandırmaktır. Böylesi bir halvet eğitimi, maksatlı ve süreli olduğu sürece ve bir de gerçek bir kılavuzun rehberliğinde yapılırsa dünyadan ve halktan kopuş değil, önce Hak’la sonra da dünya ve varlıkla daha nitelikli buluşmanın nasılını bulmayı gerçekleştirecek üst düzey bir eğitimdir. Bu eğitim sonunda ortaya çıkan kişilik, kendi içinde/gönlünde Yüceler Yücesi Mevlâ ile derinlikli bir vuslat hali yaşarken; dışta da yine O’nun adına, O’na doğru ve O’nunla olarak varlıkla bir beraberlik ve bütünlük sağlayacaktır. Tarih boyunca bu usulle nice erler yetiştirilmiş ve hatta “Halvetîlik” namıyla anılan tarikatlar bile ortaya çıkmıştır.
Halvet, bugün insanlık ailesinin yaşadığı yıpratıcı, çürütücü, hayata küstürücü bir yalnızlık değil; hayatla üst düzey kaynaştırıcı, ülfet ve ünsiyet ettirici kıymetli bir yalnızlıktır. Çürütücü, dertlendirici ve nihayet hayata küstürücü yalnızlık, ilgisizlik hapishanesinin mahkûmu olmaktır ki son derece tehlikelidir. Böylesi yalnızlıklar, insanın iç dünyasında çoğu zaman nefsânî ve şeytani fısıltıların oluşturduğu korkutucu karanlıklar oluşturur. Bu kuytularda çeşit çeşit psikolojik hastalıkların oluşması, korku ve endişe girdaplarında boğulup gitmelerin yaşanması gayet tabiidir. Yalnızlığın bu türü kişiyi hem hayattan koparır hem de kendi özünden. Zira Rabbiyle bir beraberlik ve ünsiyet yaşayamayan kimselerin yalnızlığı, değer değil birçok dert üretir. Materyalist dünya bu tehlikeyi bugün görmüş, yalnızlık bakanlığı kurulmasını düşünecek bir noktaya gelmiştir.
“Bencilliğin” putlaştırıldığı dünya, yıpratıcı yalnızlık girdabını hafifletecek oyuncaklar ve meşgaleler üretse de bunlar tedavi edici değil, basit ağrı kesiciler olmaktan öteye geçemeyecektir. Ancak erdirici yalnızlık halini yakalamak da kolayca ele geçecek bir devlet değildir. Bu devlete nail olma kapısı elbette istidatlı, azimli, gayretli ve nasipli kullara daima açıktır. Ancak genelin maruz kaldığı ilgisizlikten oluşan yalnızlık derdine çare, nitelikli kimselerle beraberlikler oluşturmaktır. Yani celvet halidir.
“Celvet”, halvetin zıddı gibi görünse de aslında tamamlayıcısıdır. Kelime anlamı olarak “açığa çıkmak, toplum içine karışmak” demek olan bu kavram, tasavvufta Hak’tan gafil olmadan halk içinde bulunmak, iş görmek, hizmet etmek, toplumun maddi-manevî imarına sa’y u gayret etmektir. İslam esasen eğitim maksatlı kısa süreli uzlete teşvik etse de daha çok toplum içinde olmayı tavsiye eden bir nizamdır. Halk içinde kaybolup gidecek, gaflete ve dünyaya yenik düşecek kimselere halvet bir sığınma ise de olunması gereken kıvam “Halvet der encümen” (Halk içinde Hak’la beraberlik) dirayetidir.
YALNIZLIK GİRDABINDAN KURTARAN ALTI İSLAMİ ÇARE
Halk içinde kaybolup gitmemek ve daha da tehlikelisi yalnızlık girdabına mahkûm olmamak için İslam’ın sunduğu çarelere sıkı sarılmak icab eder. Bunları kısa kısa şöyle sıralamak mümkündür:
- Aile bağlarını güçlendirmek ve asla koparmamak. Özellikle anne-baba bağı hiçbir şekilde koparılmamalıdır. Şirk ve isyana zorlamaları müstesna onlarla birliktelik istikrarlı bir şekilde sürdürülmeli ihsan üzere bir ilişki korunmalıdır. Bu yönüyle aile, dünyada sığınılacak koruyucu ve besleyici kalelerin başında gelmektedir. Bunu iyi bilen bozguncular güruhu (ifsat şebekeleri) kişiyi aile bağlarından uzaklaştırmayı önemli bir hedef haline getirmektedirler.
- Evlenerek yuva kurmak. İnsanı koruyan en önemli ikinci kale sâlih/saliha eştir. Eşlerden ve çocuklardan oluşan evler, yalnızlığın, kimsesizliğin verdiği çile ve ızdıraptan kurtarıcı huzur yuvalarıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken yuvanın doğru seçimler üzerine bina edilmesidir. Muhabbet, merhamet, saygı ve sadakatin yaşandığı bu menziller, sükûnet limanlarıdır. Bu itibarla geçerli bir mazereti olmayan bekarları evlendirmek, en önemli sâlih amellerin başında gelir, denilmiştir. Fert ve toplumun korunup güçlenmesinde bu yuvalar kişiliklerin birlikte olgunlaştığı kıymeti yüksek terbiye ocaklarıdır. Bu ocağın yerini tutacak başka bir alternatif üretmek de mümkün değildir.
- Sıhhatli arkadaşlıklar oluşturmak. Hazret-i Ali’nin “Bin dost azdır; bir düşman çoktur” sözü önemlidir. Sadık dostları çok olan insanlar, neşesi daima hüznüne galip gelen kimselerdir.
- Sivil toplumda rol almak ve hizmetkârlar safına girmek. Böylesi faaliyet ve oluşumlarda rol alanlar, kendilerini yalnızlıktan kurtaracağı gibi hizmet ettiklerinden alacağı dua, teşekkür, ilgi ve iltifat sayesinde de yüreğinde daima huzur hissedecek ve ilgisizliğin vereceği ızdıraptan emin olacaklardır.
- Bütün varlıkla ve hadiselerle barış içinde olmak. Bu ise hayata bakış açısını değiştirmekle olacaktır. Bu hal yüksek bir kıvamdır ki, Hak’la barışık gönüllere ihsan edilen bir ikram-ı ilâhîdir.
- En yüksek saadet vesilesi ise her şeyin evvelinde, âhirinde, zâhirinde ve bâtınında varlığı idrak edilen ve belki görür gibi olunan Hak’la beraberlik şuurudur. Böylesi kimselerde hüzün ve korkuya yer yoktur. Onlar çoklukta birliği, vahdette kesreti (çokluğu) görürler. Bu kıvam ise iman, İslam ve ihsan mertebelerinde derinleşebilen ve kemali sağlayabilen bahtiyarlarda görülür.
Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 471
YORUMLAR