Uhud Şehitliği

Uhud Savaşı şehitleri kaç kişidir? Uhud şehitliği nerede? Uhud Savaşı şehitleri ve Uhud şehitliği...

Uhud Savaşı, hicretin üçüncü yılında, Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında Uhud dağı civarında vuku bulmuştur. Bedir savaşında yetmiş ölü ve bir o kadar da esir veren Kureyşli’ler yakınlarının öcünü almak üzere harekete geçmiş ve 3000 kişilik bir askeri güçle Medine’ye yönelmişti. Aralarında Ebû Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe başta olmak üzere 14 de kadın vardı. Bunu haber alan Allah’ın Elçisi 1000 kişilik bir güç hazırladı ve Medine şehrini içerden savunmak istediğini bildirdi. Fakat özellikle Bedir savaşına katılamamış olan gençler, düşmanla dışarıda bir meydan savaşı yapmak istiyorlardı. Çoğunluğun isteğine uyan Allah Elçisi, zırhını giyip çıkınca, gençler görüş değiştirmek istemişlerse de; “bir peygamber zırhını giydikten sonra, artık savaşmadan geri dönmez” buyurarak, Uhud’a yöneldi. Bu arada münafıkların başı Abdullah İbn Übeyy, savunma savaşından vazgeçilmesini bahane ederek 300 kişilik gücünü çekmiş ve Müslümanların sayısı 700’e düşmüştü.

OKÇULAR TEPESİ

Kureyş ordusu Medine’nin açık olan tarafından sızabilmek için, karargâhını Uhud dağının Medine’ye bakan tarafına kurmuştu. Resûlullah (s.a.s) de, İslâm ordusunu savaş düzenine sokarak düşmana karşı saf tuttu. Düşmanın sızabileceği yerlere de okçuları yerleştirdi. Ordunun sol tarafındaki dağın vadisini güvenceye almak için Abdullah İbn Cübeyr (ö.3/624)’in komutasındaki 50 kadar okçuyu Ayneyn Tepesi’ne yerleştirdi ve şöyle buyurdu: “Bizim bozguna uğradığımızı, atlarımızı kuşların kaptığını görseniz bile, ben size haber gönderinceye kadar yerinizden ayrılmayınız.”

UHUD ŞEHİTLERİ

İlk çatışmaların sonunda düşman bozguna uğramış ve önemli ölçüde çekilmeye başlamıştı. Onu izlemek ve yeniden toparlanmasına fırsat vermemek gerekirken, savaşı kazandıklarını düşünen kimi müslümanlar ganimet toplamaya başlamıştı. Bu durumu gören okçuların büyük bir bölümü de yerlerinden ayrılmaya başladılar. Abdullah İbn Cübeyr dağılmayı önleyemedi ve yanında kalan on kişi ile birlikte, arkadan sızmaya çalışan Halid İbn Velid’in kumanda ettiği 200 kişilik Mekke’li süvari birliği ile savaşa girdi, oku bitince, mızrağı ile, o da kırılınca kılıcıyla mücadeleye devam etti. Sonunda İkrime ve arkadaşlarınca şehit edildi ve Ayneyn Tepesi düşmanın eline geçti.[1] Artık İslâm ordusu iki ateş arasında kalmıştı. İşte bu sırada Hz. Peygamber’in amcası Hz. Hamza, Ebû Süfyan’ın karısı Hind’in kölesi Vahşî tarafından mızrakla vurularak şehit edildi. Bu arada Mus’ab İbn Umeyr de şehit edilmiş ve sima olarak Resûlullah’a benzediği için, müşrikler Hz. Peygamber’i öldürdüklerini söylemeye başlamıştı.

İşte böyle bir zamanda, sahâbe Uhud’un eteklerinde Hz. Peygamber’in çevresinde kenetlenerek onu canları pahasına korudular ve düşman bu çemberi yaramadı. Orada bir mağarada dinlenen Allah Elçisinin dişi kırılmış, yanağı yarılmıştı. Kızı Fâtıma onu tedavi etmişti. Ebû Süfyan ve Hz. Ömer’in karşılıklı konuşması bu sırada cereyan etmişti. Savaş bu üçüncü aşamada denk bir duruma gelmişti.

Ebû Süfyan karşı dağa çekilmiş ve ertesi gün oradan Medine’ye saldırmayı planlamıştı. Durumu sezen Allah Elçisi, 70 şehit ve yaralılara rağmen aynı ordu ile düşmanı 8 km. kadar izledi. Üç gün konaklayarak geceleri ateşler yaktırdı ve düşmana savaştan yılmadıkları mesajını verdi. Ebû Süfyan Medine kentine saldırmaya cesaret edemeyerek Mekke’ye döndü ve böylece müslümanlar yeniden üstünlük sağlamış oldu.

UHUD ŞEHİTLERİ İLE İLGİLİ AYETLER

Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Hayır, onlar diridirler. Rab’leri katında rızıklanmaktadırlar.”[2] Rivâyete göre bu âyet, Uhud şehitleri hakkında inmiştir. Hadiste şöyle buyurulur: “Şehitlerin ruhu yeşil kuşların içinde cennet sularından sulanır, meyvelerinden yer ve Arş’ın altında asılı altın kandillere gidip dinlenirler. Bu güzel nimetlerin tadını alınca; “Ne olurdu geride kalan kardeşlerimiz de bu nimetleri haber alsalar da savaşmaktan geri durmasalar!” derler.[3]

Dipnotlar:

[1] bk. Âl-i İmrân, 3/152-155. Mustafa Fayda, “Abdullah b. Cübeyr” mad. TDV Ansik. [2] Âl-i İmrân, 3/169. [3] Müslim, İmâre, 121; Ebû Dâvud, Cihâd, 25; Tirmizî, Tefsîru Sûre 3/ 19.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

UHUD SAVAŞI

Uhud Savaşı

UHUD SAVAŞI’NDA ŞEHİT OLAN SAHABİLER

Uhud Savaşı’nda Şehit Olan Sahabiler

MEDİNE’DE GEZİLECEK YERLER

Medine’de Gezilecek Yerler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.