Medine’de Gezilecek Yerler

Medine’de ziyaret edilecek kutsal yerler nerelerdir? Medine-i Münevvere’de başlıca ziyaret yerleri...

Kâbe, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ’nın adları ve fazileti Kur’an’da geçtiği gibi, Medine’deki Peygamber mescidi ve Kuba mescidi gibi mescitlerin fazileti de hadislerle açıklanmıştır. 

MEDİNE’DE ZİYARET EDİLECEK KUTSAL YERLER

1. Medîne Şehri ve Medine Haremi

Medine, Mekke’den sonra müslümanlar için Allah Teâlâ’nın kutsal kıldığı ikinci bir kenttir. Hz. Peygamber 622 M. yılında Medine’ye hicret edince, Müslim gayri Müslim ayırımı yapmaksızın, Medine ve çevresinde yaşayan kabile toplulukları ile “Medîne Vesîkası” adı verilen birleştirici bir anayasa hazırlamıştı. Bu sosyal mukavelenin ardından Medine Site Devleti’nin sınırlarını da belirlemişti.

Medine şehrinin çevresinde de harem bölgesi vardır. Bu bölge kentin güney ve kuzeyinde Ayr dağı ile Sevr dağı arasındaki alanla, doğu ve batıdaki kara taşlık alanı içine alır. Hz. Peygamber’in “Medîne Ayr’dan Sevr’e kadar haremdir” hadisi ile “Rasûlullah (s.a.s) Medine’nin doğu ve batısındaki kara taşlık arasındaki alanları haram (kutsal) kıldı” hadisi bunun delilleridir.[1] Hz. Peygamber’in belirlediği bu Medine harem bölgesi 22 km. kadardır. Bu bölgenin merkezi Mescid-i Nebevî’dir.

Hadislerde şöyle buyurulur: “Medine şuradan şuraya kadar haremdir. Bu bölgenin ağaçları kesilmez ve burada Kitap ve sünnete uymayan işler yapılmaz. Kim burada Kitap ve sünnetle çelişen şeyler icat ederse Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerindedir.” [2]

“Ben bir kente hicret etmekle emrolundum ki, o kent diğer bütün kentlere üstün gelir. Bu kentin adı Yesrib’tir. O, Medîne’dir. Körüğün, demirin pasını yok ettiği gibi, bu kent de mânen kirli insanları giderir (dışına atar).” [3]

Gayri müslimlerin Medîne’de üç günden fazla kalması caiz görülmemiştir. Nitekim Hz. Ömer, mal satmak amacıyla gelen Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsîlerin Medîne’de üç gün kalmalarına izin veriyordu.[4]

Hz. Peygamber Medîne’yi çok severdi. Sahâbede de aynı sevgi vardı. Nitekim Hz. Ömer’in şu duasında bu sevgi açıkça görülür: “Allah’ım! Beni senin yolunda şehit olmakla rızıklandır ve benim ölümümü Rasûlü’nün yanında (Medîne’de) kıl.” [5]

1. Mescid-i Nebevî

Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden hemen sonra ashabıyla birlikte inşa ettiği mescittir. Buna Mescid-i Rasûl, Mescid-i Şerîf, Mescid-i Saadet de denir. Mescid-i Haram’dan sonra, Mescid-i Aksa gibi yeryüzünün en faziletli mescitlerindendir.

Mescid-i Nebevî, hicretin Medine merkezinde sona erdiği noktada, Allah Elçisi’nin devesinin çöktüğü, Neccar oğullarından satın alınan bir arsa üzerine inşa edilmiş ve bitişiğindeki câhiliye döneminden kalma mezarlık kaldırılarak alanı genişletilmiştir.[6] Mescit yapımına mü’minler işçi-usta olarak katılıyor, bizzat Allah’ın Rasûlü planlama ve organize yanında bir işçi gibi taş, kerpiç taşıyor ve şu beyitleri söylüyordu: “Allahım! Ahiret hayatından başka hayat yoktur. Ensara ve mühacirlere mağfiret et!” [7] Başlangıçta eni-boyu yüzer zira’ (1 zira’ 45 cm.) olmak üzere kare şeklinde inşa edilen mescide üç kapı konulmuştu. Hicretten onaltı ay sonra kıblenin yönü Beytullah yönüne çevrildiği zaman, güneydeki kapı kapatılarak, burası mihrap yapıldı ve kuzeyden bir kapı açıldı.

Mescidin doğu tarafında duvara bitişik olarak Rasûlullah (s.a.s)’in eşleri Hz. Aişe ve Sevde için iki oda inşa edilmişti. Bunlara zamanla yedi oda daha eklenerek oda sayısı dokuza çıkmıştır. Yine mescide bitişik olarak gündüzleri bir eğitim-öğretim yeri, geceleri ise, evsiz kimseler ve misafirlerin barınması için “Suffa” denilen üzeri kapalı bir bölüm eklenmiştir.[8] Bir defasında Temim kabilesine mensup yetmiş kişi burada barındırılmış idi.[9] Medine’den ve uzak yerlerden gelerek Suffa’da eğitim-öğretim gören öğrenci sayısının dört yüze ulaştığı oluyordu. Burada barınanların ihtiyaçlarının büyük bir bölümü cömert sahabiler tarafından karşılanıyordu. Medine’de bir evi ve ailesi olmayan yoksul kimseler de Suffa’da yatıp kalkıyor ve ihtiyaçları buradan sağlanıyordu.[10]

Hz. Peygamber, mescidi Hayber’in fethinden sonra bir miktar genişletmiş, vefatından kısa bir süre önce, Hz. Ebûbekir’in kapısı dışında, evlerden mescide açılan bütün kapıları kapattırmıştı.[11] Rasûlullah (s.a.s) vefat edince, Hz. Aişe’ye ait odaya defnedilmiştir. Hz. Ebûbekir ve Ömer (r. anhümâ) vefat ettiklerinde, Peygamber (s.a.s)’in yanına defnedilmişlerdir.

Hz. Ömer dönemindeki genişletmede, Hz. Peygamber’in eşlerine ait odalar kısmına dokunulmamıştı. Emevî halîfesi Ömer İbn Abdilazîz mescidi doğu, batı ve kuzey yönlerinden büyütürken, Peygamber (s.a.s)’in eşlerinin odaları da mescide katılmıştır. Ancak Rasûlullah (s.a.s)’in kabri, Hz. Âişe’nin odasında bulunduğu için, bu odanın sadece bir bölümü mescide dahil edilmiş, kabirler kısmı dışarıda bırakılmıştır.[12]

İlk inşa edildiğinde 2475 m. kare büyüklüğünde olan Mescid-i Nebevî, tarih boyunca süren çeşitli inşa ve büyütme çalışmaları sonucunda 12271 m. kare genişliğine ulaşmıştır. Günümüzde yapılan genişletme çalışmalarıyla bu alanın birkaç katına çıkması hedeflenmektedir.

Mescid-i Nebevî’nin Fazileti:

Yeryüzünde namaz kılmak ve ziyaret etmek için yolculuğa çıkılabilecek üç mescitten birisi olan ve Mescid-i Haram’dan sonra en faziletli sayılan bu mescidin içindeki “Ravza-i Mutahhare” denilen bir bölüm için Allah Elçisi şöyle buyurmuştur: “Benim evimle minberim arasında kalan yer, cennet bahçelerinden bir bahçedir.” [13] Rasûlullah (s.a.s), önceleri bir hurma kütüğüne yaslanarak hutbe okurdu. Cemaat çoğalınca, üç basamaklı bir minber yapıldı. O, bu yeni minbere yönelince, kenarda kalan hurma kütüğünden, deve iniltisi gibi sesler gelmeye başlamış, Allah’ın Elçisi eliyle meshedince ses kesilmişti.[14]

Ravza-i Mutahhare içinde Ebû Lübâbe ve Hannâne adında direkler vardır. Ebû Lübâbe, ensardan Evs kabilesine mensuptu. Kureyza oğulları savaşında, düşmana, teslim olmaları halinde, kendilerine verilecek cezanın ölüm olacağını işaret etmiş olduğundan dolayı pişmanlık duymuş ve kendisini buradaki sütuna iple bağlatmış ve tevbesi kabul edilmedikçe, bağını hiç kimseye çözdürmeyeceğine ve bir şey yiyip içmeyeceğine yemin etmişti. Yedi gün bağlı kaldıktan sonra tevbesi kabul edilmiş ve bağını bizzat Allah’ın Rasûlü çözmüştü. Bugün bu sütunun yerine dikilene “Üstüvâne-i Ebû Lübâbe” denir. Diğeri ise “Üstüvâne-i Hannâne (ağlayan kütük” olup, yukarıda sözünü ettiğimiz, inleyen hurma kütüğünün yerindeki sütundur.[15] Minber hakkındaki başka bir hadis şöyledir: “Minberimin ayakları cennet üzerindedir.” [16]

Medine’de bulunan Mescid-i Nebevî, yeryüzünde bulunan üç kutsal mescitten birisidir. Bu mescidin fazileti hadiste şöyle açıklanır: “Ancak şu üç mescit için yolculuk yapılabilir: Mescid-i Haram, benim şu mescidim (Mescid-i Nebevî) ve Mescid-i Aksâ.” [17] Sa’d İbn Vakkas ve Ebû Hüreyre (r. anhümâ)’dan rivâyete göre, Nebî (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Benim şu mescidimde kılınacak bir namaz, Mescid-i Haram dışında, başka yerlerde kılınacak bin namazdan (sevap bakımından) daha faziletlidir.” [18] Enes İbn Mâlik’ten nakledilen başka bir hadiste, namaz miktarı zikredilir: “Kim benim mescidimde kırk vakit namaz kılarsa, cehennem ateşinden berat ve kıyamet günü kurtuluş yazılır.” [19] Mescid-i Nebevî, namazın dışında diğer hayırlı ameller için de fazilet kaynağıdır. Hadiste şöyle buyurulur: “Mescidime bir hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelen, Allah yolunda cihad eden kimse gibidir. Bunun dışında gelen, başkasının kazancını seyreden kimseye benzer.” [20] “Ben peygamberlerin sonuncusuyum. Mescidim de mescitlerin sonuncusudur.” [21]

Diğer yandan Mescid-i Nebevî’nin içinde, Hz. Peygamber’in kabri ile minberi arasında “Ravza-i Mutahhare” denilen ve cennetten bir parça sayılan kutsal bir alan yer alır. Bu yer 10 m. genişliğinde, 20 m. uzunluğunda, 200 metre karelik bir alandır. Bu alanın fazileti ile ilgili olarak, Abdullah İbn Zeyd el-Mâzinî ve Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadiste şöyle buyurulur: “Benim evimle minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir.” [22]

2. Hz. Peygamber’in Kabrini Ziyaret

İslâm’da, henüz kader inancının kökleşmediği ve câhiliye alışkanlıklarının devam ettiği dönemde kabir ziyareti yasaklanmış, ancak daha sonra serbest bırakılmıştır. Hadiste şöyle buyurulur: “Size kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Bundan böyle kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü bu ziyaret size ölümü hatırlatır.” [23]

Hz. Peygamber 632 M. yılında vefat edince, mescidin bitişiğinde bulunan, vefat ettiği evinin odasına defnedilmiştir. Daha sonra Hz. Ebûbekir ile Hz. Ömer de onun yanına defnedilmiştir. Mescid-i Nebevî büyütülürken, bu kabirler de ana duvarların iç kısmında kalmış, iç çevresi duvar ve demir parmaklıklarla ayrılarak ve üstlerine de kubbe yapılarak, mescitten ayrı bir görünüm verilmiştir.

İslâm bilginleri hac yapanların hacdan önce veya sonra Rasûlullah’ın kabrini ziyaret etmeyi vâcip derecesinde önemli saymışlardır. Bir zaruret bulunmadıkça bu ziyaretin ihmal edilmesini bir gaflet ve duygusuzluk olarak değerlendirmişlerdir. Bu konuda aşağıdaki hadisler teşvik edici olmuştur. “Beni vefatımdan sonra ziyaret edenler, hayatımda ziyaret etmiş gibidir.” [24] “Kabrimi ziyaret edenlere şefaatim sâbit bir hak olur.” [25] “Kim gönlünde beni ziyaretten başka bir düşünce olmaksızın, beni ziyarete gelirse, kıyamet günü ona şefaatçı olmak benim üzerimde bir hak olur.” [26]

Medine’ye varılınca, mümkünse boy abdesti veya namaz abdesti alarak Mescid-i Nebevî’ye gidilir. “Bâbü’s-Selâm (Selâm Kapısı)” veya “Bâbü Cibrîl” den girilir. Kerâhet vakti değilse iki rekât “tehıyyetü’l-mescid” namazı kılınıp dua edilir. Bu namazı mümkünse Ravza-i Mutahhare denilen yerde kılmak uygun olur. Hz. Peygamber’e sağlığında iken nasıl saygı göstermek gerekli ise, vefatından sonra da aynı şekilde gereklidir. Bu yüzden tevazu, edep ve sükûnetle, kabr-i saadet tarafına yaklaşarak başı hizasında durulur ve şöyle selam verilir: “es-selâmü aleyke yâ seyyidî, yâ Rasûlallah, es-selâmü aleyke yâ Nebiyyallah…” (Sana selâm olsun, ey efendim, ey Allah’ın elçisi! Sana selâm olsun, ey Allah’ın habercisi!). Kabir ziyaretinde okunacak dualar okunur. Sonra Ebûbekir ve Hz. Ömer’in başı hizasında durarak, onlara da selâm verilir ve dua okunur. Onların bu selâmı aldıkları ve gelen ziyaretçiden haberdar oldukları düşünülür.

Nitekim Allah’ın Elçisi Bedir savaşından sonra, yerde yatan Kureyş cesetlerine seslendiğinde, Hz. Ömer, “bu duygusuz cesetlere mi sesleniyorsunuz?” deyince şöyle buyurmuştur: “Siz bunlardan daha fazla işitici değilsiniz. Fakat bunlar cevap veremezler.” [27] Bu konuda Hz. Âişe; Gerçekten sen sözünü ölülere duyuramazsın.” [28] âyetine dayanarak, yukarıdaki hadisi “gerçeği, şimdi ölünce daha iyi anladınız” şeklinde yorumlamıştır. Çoğunluk İslâm âlimleri ise, bu konuda Hz. Âişe’ye muhalefet ederek, Abdullah İbn Ömer’in naklettiği, yukarıdaki Ömer hadisini esas almışlardır.[29]

Medine’de kalındığı süre içinde, Mescidde mümkün oldukça kaza veya nâfile namaz kılınır, Kur’an okunur, dua, tesbih ve zikir yapılır.

Medine’den ayrılacak olan ziyaretçi, son olarak Rasûlullah (s.a.s)’in kabrini ziyaret ederek vedâ eder. Uygun bir yerde, mümkünse Ravza’da iki rekât şükür namazı kılarak, saygı ile Mescid-i Nebevî’den ve Medine-i Münevvere’den ayrılır.

3. Kuba Mescidi

Kuba, Medine kenarında bir yerleşim birimidir. Hz. Peygamber, hicret sırasında Medine’ye girmeden önce, Kuba’da Amr İbn Avf oğulları yurdunda birkaç gün misafir kalmış ve orada Kuba Mescidi’ni inşa etmiştir. Mescidin yapımı için Kubalılar taş getirmiş, en büyük gayreti Ammar İbn Yâsir gösterdiği için, kendisine “İslâm’da ilk mescit bina eden kişidir” denilmiştir.[30]

Abdullah İbn Revâha da hem çalışıyor hem de şiir söylüyordu. Amr İbn Avf oğullarına olan bu ilgiyi daha sonra kıskanan Ganem İbn Avf’lar, Ebû Âmir er-Râhib’in teşviki ile Kuba’ya bir mescit daha yapmışlar ve içinde tuzak kurarak, Hz. Peygamber Tebük Gazvesi’nden dönerken namaz kılmasını istemişlerdi. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın haber vermesi üzerine, “Dırar Mescidi” adı verilen bu mescit baskın düzenlenerek yıkılmış ve içindekiler kaçmıştır.[31] Allah’ın Elçisi’ne de, aşağıdaki âyetle, o mescitte değil, daha önce kendisinin yaptığı mescitte namaz kılması bildirilmiştir. “..İlk gününden beri takva üzere kurulan mescit, içinde namaz kılmana daha uygundur. Çünkü orada temiz olmayı seven kimseler vardır, Allah da temizlenenleri sever.” [32] Temizlenme ile; maddi ve mânevî kirlerden arınma kastedilir.[33]Takva mescidinin Medine mescidi olduğu da nakledilmiştir.[34] Hadiste şöyle buyurulur: “Kim Kuba mescidine kadar gider ve orada namaz kılarsa, kendisi için umreye denk ecir olur.” [35] Allah Elçisi’nin Kuba Mescidi’ne her cumartesi günü gittiği ve orada iki rekât namaz kıldığı nakledilmiştir.[36]

4. Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescit)

Medine’de bulunan bu mescidin özelliği, ilk kıble değişikliğine sahne olmasıdır: İslâm’ın ilk yıllarında namazlarda kıble olarak Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya doğru dönülürken, hicretten sonra 16. ncı ayda kıble, Mekke’deki Mescid-i Haram’a çevrilmiştir.

Kur’an-ı Kerîm’de bu değişiklik şöyle açıklanır: “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni sevdiğin kıbleye mutlaka çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ey mü’minler! Siz de nerede olursanız olun, yüzlerinizi onun tarafına çevirin.” [37] “Nereye çıkıp gidersen git, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu elbette, Rabb’inden gelen bir gerçektir..” [38] Bu âyetler inince, namazlar Kâbe’ye doğru kılınmaya başlanmıştır. Öyle ki, bu hükmü bildirmek için, Benî Seleme Mescidi’ne giden bir sahâbî, cemaat ikindi namazının rukûunda iken gelmiş ve kıble değişikliğini bildirmişti. İmam namazı bozmaksızın, safları Mekke tarafına çevirmiş, geri kalan rekâtları yeni kıbleye doğru kıldırmıştır. Bir namazın içinde iki kıbleye birden dönüldüğü için, bu mescide “Mescid-i Kıbleteyn” (İki kıbleli mescit)” adı verilmiştir.

Kıble değişikliğinin, Hz. Peygamber’in Benî Seleme Mescidi’nde misafir olarak bulunduğu bir sırada vuku bulduğu da söylenmiştir. İbn Ömer’in nakline göre, kıble değişikliği haberi, Medine’de diğer bir mescit olan Kubâ’ya ertesi gün sabah namazında ulaşmış, yüzleri Şam’a doğru olan cemaat, Kâbe’ye doğru dönmüşlerdi.[39]

5. Baki Mezarlığı

Mescid-i Nebevî’nin doğu tarafında bulunan Baki Mezarlığı’nı ziyaret etmek müstehaptır. Hz. Peygamber’i görmüş, onun sohbetinde bulunmuş ve İslâm’ın yayılması için çaba harcamış bulunan on bin kadar sahâbe bu mezarlığa defnedilmiştir. Üçüncü halife Hz. Osman, Hz. Abbas, Hz. Âişe, Hz. Fatıma, Sa’d İbn Ebî Vakkas, Hz. Hasan gibi sahabe ile, İmam Mâlik gibi tâbiîlerden bir çok büyük zatlar bu kabristanlıktadır.

Rasûlullah (s.a.s) ölüleri ziyaret etmek için Medine mezarlığına çıkar ve şöyle derdi:

“Es-Selâmü aleyküm yâ dâre kavmin mü’minîn ve innâ inşâallahü biküm lâhikûne, es’elüllâhe lî ve lekümü’l-âfiyete” (Ey mü’minler yurdunun sâkinleri! Size selam olsun. Bizler de inşâallah sizlere kavuşacağız. Allah Teâlâ’dan bizim ve sizin için âfiyet, âhiretle ilgili korku ve sıkıntılardan kurtuluş dilerim.)[40] İbn Abbas, Allah Elçisi’nin bir keresinde Medine kabristanlığına uğradığında, yüzünü kabirlere dönerek şöyle dediğini nakletmiştir: “es-Selâmü aleyküm, yâ ehle’l- kubûr! Yağfirullahu lenâ ve leküm. Entüm selefûnâ ve nahnu bi’l-eseri.” (Ey kâbirler ahalisi! Size selâm olsun! Allah bizi ve sizleri bağışlasın. Sizler bizden önce gittiniz, biz de sizin ardınızdan geleceğiz.)[41]

Baki mezarlığı açık olunca içine girerek, açık değilse dışarıdan ziyaret edilebilir. Ziyaret sırasında Allah Elçisi’nin yaptığı gibi selâm verilerek dua edilir. Dua niyetiyle okunacak kimi sûre ve âyetlerin sevabı burada yatanlara, bütün sahabelere, onları izleyen tâbiîlere ve bunları izleyen tebe-i tâbiînin ruhlarına bağışlanır. Kendimiz için de bu kutsal beldede yüce Allah’tan af ve mağfiret dileriz.

Kısaca hac ve umre sırasında Mekke veya Medîne kabristanlıklarındaki sahâbe ve sonraki kabir ehillerini ziyaret sırasında, yukarıdaki hadislerde yer alan duaların benzerleri yapılabilir.

6. Hendek Savaşının Yapıldığı Yerler

Hz. Peygamber’in müşriklerle yaptığı en önemli savaşlardan birisi de, Uhud savaşından iki yıl sonra, hicretin 5 nci yılı Şevval (23 Şubat 627) ayında Medine’nin kuzeyinde cereyan etmiştir. Uhud’ta müslümanların gücünü tam olarak kıramayan Kureyş müşrikleri, Gatafan Kabileleri ve bunlara destek veren Kureyza Yahudileri 12 bin kişilik bir güçle Medine’ye saldırma kararı almıştı. Bu haberi alan Allah’ın Rasûlü derhal bir savaş meclisi topladı. Kenti savunma kararı alınınca, Selman-ı Fârisî’nin, “bizde bir şehir üstün güçlerle kuşatıldığı zaman daima çevresine bir hendek kazılır ve şehir bu şekilde savunulur” demesi üzerine, bu görüş benimsendi. Çünkü şehrin diğer tarafları dağ ve hurmalıklarla çevrili idi. Buna göre, şehrin dışa açık olan tarafına iki hafta süren çalışmalarla hendekler kazıldı.[42] Atla bile aşılamayacak genişlik ve derinlikte olan hendekten çıkan toprakların arkasına da sahabe birlikleri mevzilendi. Savaşabilecek müslümanların sayısı üç bin kadardı. 36 da at vardı.

Uhud-Medine yolu üzerinden gelen birleşik güçler, hendek gerisinde mevzîlendiler. Önemli bir çatışma olmaksızın muhasara uzadı. Mevsimin kış oluşu, Medine’nin dışarısı ile irtibatının kesilmesi, yiyecek sıkıntısı doğurmaya başlamıştı. Bu arada Allah’ın Elçisi Gatafan kabilesi reisleri ile görüşerek Medine hurma gelirinin üçte biri karşılığında savaştan çekilmeleri teklifini yapmışsa da, Sa’d İbn Muaz ve Sa’d İbn Ubâde ile istişare sonucunda bu teklifinden vazgeçti.[43] Bu arada Kurayza Yahudileri de saldırmazlık antlaşmasını bozarak, düşmanın safına geçmişti. Ancak düşman safında iken gizlice İslâm’a giren Nuaym İbn Mes’ud es-Sakafî’yi, Kurayzalılar’la birleşik güçlerin arasını açmak için görevlendiren Allah’ın Elçisi, bunda muvaffak oldu.

Bir ay süren kuşatmanın arkasından Cenâb-ı Hakk’ın yardımı görüldü. Çıkan soğuk bir rüzgâr tüm düşman çadırlarını yıkıyor, ateşlerini söndürüyor, atları ürküyor ve kendileri de toz toprak içinde kalıyordu. Bu durum düşmanı korkuttu ve savaşı bırakıp çekildiler. Ancak önceki anlaşmayı bozan Yahudiler de o bölgeden sürgün edildi. Aşağıdaki âyet ve devamı birkaç âyet bu olayla ilgili olarak inmiştir. “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani size ordular saldırmıştı da, biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı görüyordu.” [44]

Yedi Mescitler: Hendek savaşının yapıldığı bölgede birbirine yakın küçük yedi tane mescit bulunmaktadır. Bunların Medine’ye gelenler tarafından ziyaret edilmesi âdet hâline gelmiştir. Bütün bu mescitlerde iki rekât tehıyyetü’l-mescit namazı kılınarak, ziyaretler sırasında ecir kazanıldığında ve tarihi olayları hatırlayarak ibret alındığında şüphe yoktur.

7. Uhud Şehitliği

Bu savaş, hicretin üçüncü yılında, Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında Uhud dağı civarında vuku bulmuştur. Bedir savaşında yetmiş ölü ve bir o kadar da esir veren Kureyşli’ler yakınlarının öcünü almak üzere harekete geçmiş ve 3000 kişilik bir askeri güçle Medine’ye yönelmişti. Aralarında Ebû Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe başta olmak üzere 14 de kadın vardı. Bunu haber alan Allah’ın Elçisi 1000 kişilik bir güç hazırladı ve Medine şehrini içerden savunmak istediğini bildirdi. Fakat özellikle Bedir savaşına katılamamış olan gençler, düşmanla dışarıda bir meydan savaşı yapmak istiyorlardı. Çoğunluğun isteğine uyan Allah Elçisi, zırhını giyip çıkınca, gençler görüş değiştirmek istemişlerse de; “bir peygamber zırhını giydikten sonra, artık savaşmadan geri dönmez” buyurarak, Uhud’a yöneldi. Bu arada münafıkların başı Abdullah İbn Übeyy, savunma savaşından vazgeçilmesini bahane ederek 300 kişilik gücünü çekmiş ve müslümanların sayısı 700’e düşmüştü.

Kureyş ordusu Medine’nin açık olan tarafından sızabilmek için, karargâhını Uhud dağının Medine’ye bakan tarafına kurmuştu. Rasûlullah (s.a.s) de, İslâm ordusunu savaş düzenine sokarak düşmana karşı saf tuttu. Düşmanın sızabileceği yerlere de okçuları yerleştirdi. Ordunun sol tarafındaki dağın vadisini güvenceye almak için Abdullah İbn Cübeyr (ö.3/624)’in komutasındaki 50 kadar okçuyu Ayneyn Tepesi’ne yerleştirdi ve şöyle buyurdu: “Bizim bozguna uğradığımızı, atlarımızı kuşların kaptığını görseniz bile, ben size haber gönderinceye kadar yerinizden ayrılmayınız.”

İlk çatışmaların sonunda düşman bozguna uğramış ve önemli ölçüde çekilmeye başlamıştı. Onu izlemek ve yeniden toparlanmasına fırsat vermemek gerekirken, savaşı kazandıklarını düşünen kimi müslümanlar ganimet toplamaya başlamıştı. Bu durumu gören okçuların büyük bir bölümü de yerlerinden ayrılmaya başladılar. Abdullah İbn Cübeyr dağılmayı önleyemedi ve yanında kalan on kişi ile birlikte, arkadan sızmaya çalışan Halid İbn Velid’in kumanda ettiği 200 kişilik Mekke’li süvari birliği ile savaşa girdi, oku bitince, mızrağı ile, o da kırılınca kılıcıyla mücadeleye devam etti. Sonunda İkrime ve arkadaşlarınca şehit edildi ve Ayneyn Tepesi düşmanın eline geçti.[45] Artık İslâm ordusu iki ateş arasında kalmıştı. İşte bu sırada Hz. Peygamber’in amcası Hz. Hamza, Ebû Süfyan’ın karısı Hind’in kölesi Vahşî tarafından mızrakla vurularak şehit edildi. Bu arada Mus’ab İbn Umeyr de şehit edilmiş ve sima olarak Rasûlullah’a benzediği için, müşrikler Hz. Peygamber’i öldürdüklerini söylemeye başlamıştı.

İşte böyle bir zamanda, sahâbe Uhud’un eteklerinde Hz. Peygamber’in çevresinde kenetlenerek onu canları pahasına korudular ve düşman bu çemberi yaramadı. Orada bir mağarada dinlenen Allah Elçisinin dişi kırılmış, yanağı yarılmıştı. Kızı Fâtıma onu tedavi etmişti. Ebû Süfyan ve Hz. Ömer’in karşılıklı konuşması bu sırada cereyan etmişti. Savaş bu üçüncü aşamada denk bir duruma gelmişti.

Ebû Süfyan karşı dağa çekilmiş ve ertesi gün oradan Medine’ye saldırmayı planlamıştı. Durumu sezen Allah Elçisi, 70 şehit ve yaralılara rağmen aynı ordu ile düşmanı 8 km. kadar izledi. Üç gün konaklayarak geceleri ateşler yaktırdı ve düşmana savaştan yılmadıkları mesajını verdi. Ebû Süfyan Medine kentine saldırmaya cesaret edemeyerek Mekke’ye döndü ve böylece müslümanlar yeniden üstünlük sağlamış oldu.

Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Hayır, onlar diridirler. Rab’leri katında rızıklanmaktadırlar.”[46] Rivâyete göre bu âyet, Uhud şehitleri hakkında inmiştir. Hadiste şöyle buyurulur: “Şehitlerin ruhu yeşil kuşların içinde cennet sularından sulanır, meyvelerinden yer ve Arş’ın altında asılı altın kandillere gidip dinlenirler. Bu güzel nimetlerin tadını alınca; “Ne olurdu geride kalan kardeşlerimiz de bu nimetleri haber alsalar da savaşmaktan geri durmasalar!” derler.[47]

8. Bedir Şehitliği

Bedir, Medine’nin 160 km. kadar güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 30 km. uzaklıkta, Medine- Mekke yolunun Suriye kervan yoluyla kesiştiği yerde bulunan küçük bir kasaba idi. Halkı, burada konaklayan kervanlardan hizmetleri karşılığında elde ettikleri parayla ve hayvancılıkla geçimlerini sağlıyordu.

Hicretin ikinci yılı Ramazan ayında, Allah’ın Rasûlü, Ebû Süfyan’ın yönetiminde bir Kureyş ticaret kervanının Şam’dan dönmekte olduğunu haber aldı. Kervanın geliriyle müslümanlara karşı ordu hazırlayacaklardı. Kervan’ın önünü Bedir’de kesmek üzere 305 kişilik bir sahâbe ordusuyla Bedir yakınlarına gelen Allah’ın Elçisi, kervanın sahil yolundan uzaklaşıp Mekke tarafına geçtiğini öğrenmiş, ancak bu arada Mekke’de hazırlanan bin kişilik bir müşrik ordusu, Ebû Cehil’in komutasında Bedir’e yaklaşmıştı. Bu yeni durumda, ya kervan izlenecek ya da yaklaşan Kureyş ordusu ile savaşılacaktı. Sahabe, kendilerinden üç kat daha güçlü olan bir ordu ile çarpışmak için hazırlıklı değildi. İstişareler sonucunda, Nebî (s.a.s); “Kervan deniz sahilinden geçip gitmiştir. Şu Ebû Cehil ise bize yönelmiştir.” dedi. Ensardan Sa’d İbn Ubâde: “Ey Allah’ın Rasûlü! Sen emrine bak, onu uygula. Vallahi Aden’e gitsen, ensardan kimse geri kalmaz” dedi. Sa’d İbn Muaz da şöyle dedi: “Biz sana iman etmişiz, seni tasdik etmişiz. İstediğin yere git. Allah’a yemin olsun ki, sen bize şu denizi gösterip içine dalsan, bizden hiçbir kimse geri kalmamak üzere hepimiz birlikte dalarız. Biz savaş zamanında sabır ve sebat eden, düşmanla karşılaşınca da sadakatten ayrılmayan kişileriz. Haydi bizi Allah’ın bereketine doğru götür.” Bu duruma sevinen Hz. Peygamber: “Haydi yürüyün Allah’ın bereketine doğru. Size müjde veririm ki Allah, iki topluluktan birisinin sizin olacağını bana kesin olarak va’d etmiştir. Vallahi ben Kureyş müşriklerinin düşecekleri yerleri görüyor gibiyim.” buyurdu. Bu arada savaş taktiği olarak, Habbab İbn Eret’in tavsiyesi üzerine su kaynağını kontrol edecek bir yere mevzilendiler.

Düşmanla karşılaşınca, ikili çarpışmaların ardından yapılan genel savaş, müslümanların kesin zaferiyle sonuçlandı. Müşrikler Ebû Cehil başta olmak üzere yetmiş ölü verdi. Müslümanların kaybı ise 14 kişi idi. Yetmiş kişi de esir alınmış ve çeşitli ganimetler ele geçirilmişti. Esirlerden malî durumlarına göre, kişi başına 1000-4000 dirhem (5 dirhem bir koyun parası) kurtuluş fidyesi alındı. Bazı esirlerin karşılıksız olarak, okuma yazma bilenlerin de on müslümana okuma yazma öğretme karşılığında serbest bırakılmasına karar verildi. Hz. Peygamber şehitlerin namazlarını kılarak onları defnettirdi. Kureyş’in ölülerini de gömdürdü.

Bedir savaşında, mü’minlere Yüce Allah tarafından önce bin melekle yardım sözü verilmişken,[48] bu sayı Kürz İbn Cabir el-Muhâribî’nin de müşriklere yardım edeceği haberi üzerine üç bine çıkarılmış,[49] müslümanlar sabreder ve bu arada beklenmedik bir saldırıya uğrarlarsa yardımcı melek sayısının beş bine kadar çıkabileceği açıklanmıştır.[50] Bu savaşa katılanların günahlarının bağışlandığı Allah tarafından bildirilmiştir.[51]

Dipnotlar:

[1] Buhârî, Cihâd, 71, 74, Medîne, 1, Büyû’, 53, Enbiyâ, 10; Müslim, Hac, 445, 446, 455; Tirmizî, Menâkıb, 67. [2] Buhârî, Fezâilü’l-Medîne, 1. [3] Buhârî, Fezâilü’l-Medîne, 2; Müslim, Hac, 487. [4] Muhammed Revvas Kal’acı, Mevsûatü Fıkhı Ömer İbni’l-Hattâb, 1981, s. 601. [5] Buhârî, Fezâilü’l-Medîne, 11. [6] Nesâî, Mesâcid, 12; İbn Sa’d, Tabakât, Beyrut, t.y, I, 239. [7] İbn Sa’d, Tabakât, I, 239, 240. [8] İbn Sa’d, age, I, 499. [9] A. İbn Hanbel, III, 371. [10] İbn Sa’d, age, I, 255; M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1980, II, 832. [11] Buhârî, Ashâb, 3. [12] İbn Sa’d, age, I, 399; Ömer Tellioğlu, “Mescidu’n-Nebevî” mad., Şamil İslâm Ansik. [13] Buhârî, Fadlü’s-Salât fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne, 5; Nesâî, Mesâcid, 7, H. No: 693. Buhârî’nin Ebû Hüreyre rivâyetinde; “Benim minberim havzımın üstündedir” ilâvesi vardır. [14] Buhârî, Cuma, 26; Nesâî, Cuma, 17; İbn Mâce, İkâme, 199; İbn Sa’d, age, I, 239-254 [15] Abbas Kerrâre, Mekke-Medine Tarihi, Terc. Abdullah Öz, İstanbul 1982, s. 247-253; M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslâmiyet, İstanbul 1981, s. 339-343. [16] Nesâî, Mesâcid, 8; A. İbn Hanbel, VI, 289, 292, 318. [17] Buhârî, Mescid-i Mekke, 1, 6, Sayd, 26, 415, 511-513; Ebû Dâvud, Menâsik, 94; Tirmizî, Salât, 126. [18] Buhârî, Fadlü’s-Salât fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne, 1; Tirmizî, Salât, 126; Nesâî, Mesâcid, 4, 7; A. İbn Hanbel, I, 16. Nesâî’de şu ilâve vardır: Çünkü Rasûlullah (s.a.s) peygamberlerin sonuncusu, onun mescidi de mescitlerin sonuncusudur. [19] Taberânî, el-Evsat’tan. Bu hadis başka kaynaklarda bulunamamıştır. [20] A. İbn Hanbel, II, 418. [21] Nesâî, Mesâcid, 7. [22] Müslim, Hac, 500-503 [23] bk. Müslim, Cenâiz, 106, Edâhî, 37; Tirmizî,Cenâiz, 7, 60; Ebû Dâvud, Cenâiz, 77, Eşribe,7; Nesâî, Cenâiz, 100; Mâlik, Muvatta’, Dahâyâ, 8. [24] Dârekutnî, II, 278, H. No: 192; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, III, 488, H. No: 4151. [25] Dârekutnî, II, 278, H. No: 192; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, III, 490, H. No: 4159. [26] Taberânî, Evsat, V, 275, H. No: 4542. [27] A. İbn Hanbel, II, 121. [28] Rûm, 30/52. [29] Zebîdî, Tecrîd-i Sarîh Terc., Kâmil Miras, Ankara 1985, IV, 580. [30] İbn Hişam, Sîre, II, 143. [31] bk. Tevbe, 9/107, 108. [32] Tevbe, 9/108. [33] bk. İbn Mâce, Tahâret, 28; A. İbn Hanbel, III, 422, VI, 6. [34] Nesâî, Mesâcid, 8, H. No: 695; bk. Kurtubî, Câmi’, 9/ 108. âyetin tefsiri. [35] Nesâî, Mesâcid, 9. [36] Buhârî, Fadlü’s-Salât fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne, 2-4. [37] Bakara, 2/144. [38] Bakara, 2/149. krş. 2/150. [39] bk. Buhârî, İmân, 30; Tefsîru sûre, 2/ 12, 15-19; Müslim, Mesâcid, 13; Nesâî, Salât, 24, Kıble, 3; Dârimî, Salât, 30; A. İbn Hanbel, I, 250, IV, 304; Tirmizî, Tefsîru sûre, 2/ 10; Kurtubî, age, II, 107-109; İbn Kesîr, age, I, 134-136. [40] Müslim, Cenâiz, 104; Nesâî, Cenâiz, 103; İbn Mâce, Cenâiz, 36; A. İbn Hanbel, II, 375, 408. [41] Tirmizî, Cenâiz, 59, H. No: 1053. [42] İbn Hişam, Sîre, Mısır 1375/1955, II, 214, 216, 220, 255. [43] İbn Hişam, Sîre, II, 233; Taberî, Tarih, II, 572, 573. [44] Ahzâb, 33/9. [45] bk. Âl-i İmrân, 3/152-155. Mustafa Fayda, “Abdullah b. Cübeyr” mad. TDV Ansik. [46] Âl-i İmrân, 3/169. [47] Müslim, İmâre, 121; Ebû Dâvud, Cihâd, 25; Tirmizî, Tefsîru Sûre 3/ 19. [48] bk. Enfâl, 8/9. [49] bk. Âl-i İmrân, 3/124. [50] bk. Âl-i İmrân, 3/125. [51] bk. Buhârî, Megâzî, 9, 46; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 161.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

MEDİNE-İ MÜNEVVERE

Medine-i Münevvere

MEDİNE NEREDEDİR, ÖNEMİ NEDİR?

Medine Nerededir, Önemi Nedir?

MEDİNE’NİN FAZİLETLERİ

Medine’nin Faziletleri

MEDİNE'DEKİ ZİYARET YERLERİ

Medine'deki Ziyaret Yerleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • EyMubarek Sehır senı de gorduk elhamulıllah

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.