Suizan Neden Günah?

Suizan etmek neden günahtır? Suizanda (kötü/fenâ tahmin/şüphe ve kanaatler) bulunmanın günahı ile ilgili ayet ve hadisler...

Suizan, “başkasını kötü sanmak veya kötü/fena şüphe veyahut tahminde bulunmak” anlamındadır.

SUİZAN ETMEK NEDEN GÜNAHTIR?

Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“İyice bilmediğin bir şeyin ardına düşme...” (17/İsrâ, 36.)

Ayet-i kerime çok önemli bir konuda bizi uyarıyor, iyice bilmediğimiz ve görmediğimiz kimseler hakkında söz söylememizi, fena düşünce taşımamızı yasaklıyor. Çünkü insanın duyduğu şeylerin çoğu yalan, bir kısmı da kin ve garazın ürünü olabilir. Bunun içindir ki kesin bilgiye dayanmayan şeylerden sakınmak gerekir.

Esasen Mümin her şeyde dikkatli ve ihtiyatlı davranır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.), “Her işittiğini söylemek, insana yalan olarak yeter.” (Müslim, “Mukaddime”, 3.) buyurmuştur.

İyice bilmediğimiz bir şeyi söyleyip, sonunda onun, söylediğimiz gibi olmadığı anlaşılınca mahcup olur, biz öyle sanmıştık, demek zorunda kalırız. Hele kesin bilgiye dayanmayan, sadece tahminden ibaret olan bir duyum ile din kardeşimizi kötü zanneder ve onun hakkında yanlış bir kanaate varırsak büyük haksızlık yapmış, günaha girmiş oluruz. Hiç kimsenin, bazı tavır ve davranışlarından şüpheye düşerek onun kötülüğüne hükmetmemeliyiz.

İtbân b. Mâlik (ra.) şöyle anlatıyor:

Ben, kavmim Benî Sâlim’e namaz kıldırırdım. Beni Sâlim ile aramızda bir dere vardı. Yağmur yağdığı zaman onların mescidine gitmem zor oluyordu. Bunun üzerine Peygamberimize (s.a.v.) gelip,

—Ey Allah’ın Resulü, gözlerim zayıfladı yağmur yağdığı vakit aramızda olan dere akıyor da onu geçip mescide gitmem zor oluyor. İstiyorum ki bana gelip evimin bir yerinde namaz kıldırasın da namaz kıldığın yeri namazgâh edineyim (mescide gidemediğim zaman namazımı orada kılayım), dedim. Peygamberimiz (Bedir savaşına bizzat katılmış bulunan bu zatın gönlünü hoş etmek üzere),

—İnşallah bunu yaparım, dedi. Ertesi sabah Peygamberimiz ile Ebu Bekir, güneş yükseldiği vakit bana geldiler. Peygamberimiz evime girmek için izin istedi, buyur ettim. Eve girince de oturmadı.

—Nerede namaz kılmamı istersin, buyurdu. Namaz kılmasını istediğim yeri kendilerine gösterdim. Peygamberimiz hemen namaza durdu. Biz de arkasında saf olduk. İki rekât kıldırıp selam verdi. Biz de selam verdik. Kendisi için hazırlanan içyağı ile pişirilmiş un çorbasına onu alıkoyduk. Mahalle halkı Peygamberimizin evimi şereflendirdiğini duyunca evimize gelip doldular. Mahalle halkından biri (Mâlik b. ed-Duhşum’u kastederek),

—Malik nerede diye sordu. Mecliste bulunanlardan birisi,

—O, Allah’ı ve Peygamberini sevmeyen bir münafıktır, dedi.

Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.),

—Böyle deme, görmüyor musun, O, Allah’ın rızasını kastederek

—Lâ İlâhe İllallah, diyor, buyurdu. Adam,

—Allah ve Peygamberi daha iyi bilir, fakat biz, Allah’a yemin ederiz ki Malik’in münafıkları sevdiğini ve onlarla konuştuğunu görüyoruz, deyince, Peygamberimiz (s.a.v.),

—Allah Teala’nın rızasını gözeterek “Lâ İlâhe İllâllah” diyen kimseyi Allah Teala cehennem’e haram kılmıştır, buyurdu (kesin bilgiye dayanmayan bu tahminin yanlış olacağını bildirdi. (Müslim, “Mesâcid”, 47.)

Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de, “Ey müminler, zannın çoğundan sakının, zira zannın bazısı vardır ki günahtır.” (49/Hucurât, 12.) buyuruyor. 

Peygamberimiz (s.a.v.) de, “Suizan etmekten sakınınız, çünkü zan, sözlerin en yalanıdır.” (Buhârî, “Edeb”, 58, Müslim, “Birr”, 9.) buyurmuştur.

Yukarıdaki ayet-i kerime suizandan sakınmamızı emrediyor ve hiç kimsenin gizli hâllerini, ayıp ve eksiklerini araştırmamamızı öğütlüyor. Başkalarının kusurlarını araştıranların gizli hâllerini Allah Teala ortaya çıkarır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Müslümanların ayıplarını araştırmayın. Her kim Müslümanların ayıplarını araştırırsa, Allah Teala da onun ayıbını takip ederek, evinin içinde de olsa onu rezil ve rüsva eder.” (Tirmizî, “Birr”, 83.)

Rivayete göre Hz. Ömer halife iken Medine’de geceleyin kontrol için gezerdi. Bir gece bir evde şarkı söyleyen bir adamın sesini duydu. Duvardan aşarak içeri girdi, baktı ki bir adam yanında bir kadın, bir de şarap var. Adama,

—Ey Allah’ın düşmanı, sen günah işleyeceksin de Allah seni örtecek mi sandın, dedi. Adam,

—Acele etme, ey müminlerin emiri, ben bir günah işledim ise sen üç konuda günah işledin. Allah Teala, “Ayıpları araştırmayın” buyuruyor, sen gizliliği araştırdın. Allah Teala, “Evlere kapılarından girin.” (2/Bakara, 189.) buyuruyor, sen ise duvardan girdin. Allah Teala, “Kendi evinizden başka evlere geldiğinizi fark ettirip ev halkına selam vermedikçe, girmeyin.” (24/Nûr, 27.) buyuruyor, sen ise benim evime izin almadan girdin, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer,

—Nasıl, şimdi sizi affedersem, siz de beni affeder, tevbe eder misiniz, dedi ve bu şekilde bıraktı çıktı. (Suyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VI, 93.)

Görülüyor ki kötü zanda bulunmak ve din kardeşinin gizli kusur ve ayıplarını araştırmak dinimizde yasak ve günahtır.

Böyle bir günah işleyen kimse bu günahtan kurtulmak için hem tevbe etmesi ve hem de suizanda bulunduğu kimselerden haklarını helal ettirmesi gerekir.

Zannın hepsi günah değildir. Hüsnü zan (başkasını iyi sanmak) bunlardandır. Peygamberimiz (s.a.v.), “Sizden biriniz sakın Allah’a hüsnü zan etmeden ölmesin.” (Müslim, “Cennet”, 20.) buyurmuştur. 

Hüsnü zan beslediğimiz yani iyi sandığımız kimse, zannettiğimiz gibi değil ise bize bundan ötürü bir sorumluluk yoktur. Çünkü biz kesin bilmediğimiz bir konuda kişilere ancak hüsnü zanda bulunabiliriz. Aksi takdirde kötü zanda bulunur isek Allah’ın emrine aykırı hareket etmiş olmakla günaha girmiş oluruz.

Müslümana Kâfir Denilmez

İman, inanılması gereken şeyleri kalp ile tasdik etmektir. Dil ile ikrar, yani inandığını dil ile ifade etmek kalpteki imanın göstergesidir. Kalben inanan ve inandığını dili ile söyleyen kimse Mümindir, Müslümandır. İnanç esaslarını inkâr etmedikçe o kimseye kâfir denmez.

İnanan bir kimsenin inancının gereği olarak Allah’ın emirlerini yerine getirmesi ve yasakladığı şeylerden sakınması gerekir. Ancak, dini hükümleri hafife almak veya haramları helal saymak gibi bir düşünce ile değil de nefsine uymak ve tembellik dolayısıyla emirleri yerine getirmeyen ve yasakları işleyen kimse görevini yapmadığı için günahkâr olur, fakat dinden çıkmaz. Böyle bir kişiye kâfir denemez. O kimse yine Mümindir.

Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Ey İman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter.” (66/Tahrîm, 8.)

Yüce Rabbimiz, günah işleyen kullarına Mümin olarak hitap edip onları tevbe etmeye çağırırken bir Müslüman diğer bir Müslümana günah işlediğinden dolayı nasıl kâfir diyebilir? Bir Müslüman, din kardeşini fasık (yoldan çıkmış sapık) veya kâfir olmakla suçlayıp teşhir edemez. Böyle bir davranış Müslümana asla yakışmaz. Böyle bir davranışın çok vahim ve tehlikeli sonucunu Sahîh-i Buhârî’de yer alan bir hadis-i şeriften öğreniyoruz.

Ebû Zer’den (ra.) rivayet edilen hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

“Hiçbir kimse, başka bir kişiye fasık (yoldan çıkmış sapık) diye söz atamaz, kâfir diyemez. Eğer fasık dediği kimse fasık, kâfir dediği kimse de kâfir değilse, bu sıfatlar muhakkak onları söyleyen kimseye döner.” (Buhârî, “Edeb”, 44.)

Bu hususta diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmuştur:

“Bir kimse din kardeşine kâfir derse, bu söz ikisinden birine döner.” (Buhârî, “Edeb”, 73, Müslim, “İmân”, 26.)

Yani bir Müslüman din kardeşini fasık veya kâfir olmakla suçlarsa, suçladığı kimse gerçekten öyle olsa bile onu suçlayıp teşhir etmek caiz değildir. Eğer fasık dediği kimse fasık değilse kendisi fasık olur, kâfir olduğunu iddia ettiği kişi kâfir değilse, bu söz geriye dönerek söyleyenin kâfir olmasına sebep olur.

Çünkü o, bu sözle bir Müminin kâfirliğine hükmetmiştir. Hükmettiği kişi gerçekten kâfir değilse kendisinin küfrüne hükmetmiş olmaktadır. (Umdedü’l-Kârî, XXII, 157.) Böyle bir suçlama ise bir Müslümanın kendi kendine yapacağı çok büyük bir kötülük olur.

Bu konuda başka bir hadisin anlamı da şöyledir:“Her kim, bir adama: Ey kâfir veya Allah’ın düşmanı der de o adam dediği gibi değilse, o sözler bunları söyleyene döner.” (Riyâzü’s-sâlihîn, III, 259.)

O hâlde Müslümana düşen, başkalarında gördüğü kötü davranışları yayarak onları üzmek değil, öğüt vermek ve yapıcı bir şekilde uyarıda bulunmaktır.

Bir Müslümana kâfir demek son derece sakıncalıdır. Çünkü başkasının kâfir olmasına razı olmak demektir ki bu, bir Müslüman için düşünülemez. Kaldı ki bir Müslümanın kâfirliğine hükmetmek çok zordur.

Şöyle ki bir kimsenin kâfir olduğunu gösteren birçok ihtimal yanında kâfir olmadığını gösteren bir ihtimal de varsa, o kimsenin kâfir olmadığı tercih edilir. (Dürer, I, 324.)

Hatta bir kimsede bulunan yüz ihtimalden doksan dokuzu kâfir olduğunu, bir ihtimal de kâfir olmadığını gösterse, yine o kimsenin Müslümanlığına hükmedilir. (Aliyyü’l-Kâri, Şerhu’l-fıkhı’l-ekber, s. 296.)

Bir kimsenin yaptığı ibadetlerle gösteriş yaparak başkalarına karşı üstünlük taslaması da doğru değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Kendinizi temize çıkarmayın, çünkü o, (Allah) kötülükten sakınanı daha iyi bilir” (53/Necm, 32.) buyrulmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:

“Bir adam: Vallahi Cenab-ı Hak falan kişiyi affetmez, dedi. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah,

“Falan kimseyi affetmeyeceğimi kim temin edebilir? Muhakkak ki ben o adamı bağışlar, senin amelinin sevabını da iptal ederim.” buyurdu. (Müslim, “Birr”, 137.)

Başkalarını kötülemek, onların kusur ve hatalarını teşhir ederek kendini temize çıkarmak, doğru olmadığı gibi Allah’ın kimi affedip kimi affetmeyeceği hususunda hüküm vermek de kimsenin yetkisinde değildir. Müslüman, başkalarının kusurları ile meşgul olmamalı, kendi kusurlarını düzeltmeye çalışmalıdır.

Kaynak: İslam İlmihali, Diyanet

İslam ve İhsan

SUİZAN İLE İLGİLİ AYET VE HADİS

Suizan ile İlgili Ayet ve Hadis

"ZANDAN SAKININ" HADİSİ

"Zandan Sakının" Hadisi

GÜNAH OLAN ŞEYLER NELERDİR?

Günah Olan Şeyler Nelerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.