
"Sizin İçin En Çok Korktuğum Şey..." Hadisi
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Müslümanları hangi konuda uyarıyor? Dikkat etmemiz gereken husus nedir?
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“Kim halk kapısında mihnet çekiyorsa (yani kulluğunu fânîleri hoşnut etmek için yapıyorsa), yarın Hak Teâlâ’dan bir mükâfat ümit etmesin.
Oğlum! Ali’nin evinde çalışıyorsan, ücretini Veli’nin vermesini nasıl beklersin?!”
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:
“–Sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirktir.” buyurmuştu.
Yanındakiler:
“–Küçük şirk nedir, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordular.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şu cevâbı verdi:
“–Riyâ, yani gösteriştir. Kıyâmet günü insanlar amellerinin karşılığını alırlarken, Allah Teâlâ riyâ ehline:
«–Dünyadayken kendilerine mürâîlik yaptığınız (amellerinizi göstermek istediğiniz) kimselere gidin! Bakın bakalım onların yanında herhangi bir karşılık bulabilecek misiniz?!» buyurur.” (Ahmed, V, 428, 429)
Dolayısıyla kendini fânîlere beğendirmek veya onların gözünden düşmemek gibi nefsânî kaygılarla ibadet etmek, insanın âhirette eli boş kalmasına sebep olur.
Zira insanların ilgi ve iltifatına mazhar olmak maksadıyla ibadet ve tâatte bulunan riyâkâr kimseler, aslında Allah Teâlâ’yı değil, insanları tâzim etmiş olmaktadırlar. Hâlbuki kıyâmet günü ibadet ve gayretlerimizin ecrini verebilecek olan yalnızca Allah Teâlâ’dır; fânîler değil! O hâlde ebedî hüsrana dûçâr olmamak için, niyetlerimize çok dikkat etmeliyiz. Bütün amellerimizde;
“Yâ İlâhî! Maksadım yalnız Sen’sin, talebim de sadece Sen’in rızâ-yı şerîfindir.” niyâzıyla, gönüllerimize istikâmet vermeliyiz.
Ayrıca riyâdan kurtulup ihlâs sırrına erebilmek için;
‒Bilhassa tenhâ yerlerde ve seher vakitlerinde samimî gözyaşlarıyla ibadet etmeye,
–Başkalarının yanında iken yaptığımız ibadetleri yalnızken de edâ etmeye, hattâ nâfileleri daha ziyâde kendimizle baş başa kaldığımız zamanlarda kılmaya,
‒Sağ elimizin verdiğini sol elimiz bilmeyecek derecede gizli infaklarda bulunmaya gayret etmeliyiz.
Nitekim Hak dostu ârif müʼminler, günahkârların günahlarını gizlemekte gösterdikleri gayretten daha fazlasını, sâlih amellerini gizlemek için sarf etmişlerdir. Riyâkâr insanlar bir hayır işleseler, her fırsatta bunun reklâmını yaparak o hayrın bütün ecrini ziyan ederlerken, ârif müʼminler ise bin hayır işleseler, birini bile fânîlere ifşâ etmekten titizlikle sakınırlar.
Şu hâdise, bu hassâsiyetin ne güzel bir misâlidir:
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın torunu Zeynelâbidîn Hazretleri vefât ettiğinde naaşı yıkanırken sırtında büyükçe yaralar görülmüştü. Yakınlarından birine bunun hikmeti sorulunca, Hazretin ömür boyu büyük bir gizlilikle îfâ ettiği bir fazîleti ortaya çıktı. Zira Zeynelâbidîn Hazretleri her sabah hazırladığı erzak çuvallarını sırtında taşıyarak erkenden fakirlerin kapısına götürür ve kimseye görünmeden geri dönerdi. Halk da bu çuvalları kimin bıraktığını bilmezdi. Hazretin sırtındaki yaralar, o çuvalları taşımaktan ötürü oluşmuştu.[1]
Velhâsıl, amellerini sırf rızâ-yı ilâhî için yapan Hak dostları, onları, âdeta ifşâsı haram bir sır gibi, halktan gizlemeye çalışırlar. Zira Hakk’a âit olduğu hâlde halka da arz edilen amellerde Allâh’a götürecek bir kıymet ve fazîlet kalmaz. Çünkü onları -gurur, kibir ve ucub başta olmak üzere- binbir türlü nefsâniyet kaplar. Bu itibarla ârif zâtlar, sâlih amellerinin halk tarafından değil, yalnız Hak tarafından bilinmesini arzu etmişlerdir. Böylece amellerinin ecrini zâyî olmaktan korumaya çalışmışlardır.
Nitekim Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur:
“Yaptığınız sâlih amellere gösterdiğiniz ehemmiyetten daha fazlasını, onların kabûlüne ve korunmasına gösteriniz.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2025 – Mayıs, Sayı: 471
YORUMLAR