
Riya Karışan İbadetin Tehlikesi
Şeyh Sâdî Hazretleri'nin naklettiği hadisede çıkarmamız gereken dersler nelerdir? Riya karışan bir ibadetin tehlikesi nedir? Hicr, 39-40. ayetlerde mel’un şeytan, Cenâb-ı Hakk’a kibri ile nasıl hitap etti? Amellerde ihlasın önemi nedir? Gösteriş için ibadet edenlerin akıbeti ne olacak?
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“İkiyüzlü bir adam, pâdişâha misafir olmuş. Ziyafet sofrasına oturmuşlar. Kendisini çok dindar bilsinler diye, alışkın olduğu hâlin zıddına az yemiş ve namaza başlayınca da her zamankinden uzun kılmış.
Saraydan evine döndüğü zaman;
«‒Sofrayı hazırlayın!» demiş.
Adamın çok zeki bir oğlu varmış:
«‒Baba!» demiş, «Pâdişah seni davet etmişti. Sarayda bir şey yemedin mi?»
Babası:
«‒Onların önünde işe yarayacak kadar bir şey yemedim.» demiş. Bunu duyan oğlu:
«‒O hâlde sarayda kıldığın namazını da kazâ et. Herhalde işe yarayacak bir namaz da kılmamışsındır.» deyivermiş.”
“Kalpleri insanlara dönük olanlar, arkalarını kıbleye dönerek namaz kılarlar.
Bir kul, duâ ve münâcâtta bulunurken, yalnızca Allâhʼı hatırına getirmeli, Oʼndan gayrısını unutmalıdır…”
Riya Karışan İbadetin Tehlikesi
İbadetler, sırf Allâhʼın rızâsına ermek gayesiyle, yani hâlis bir niyetle îfâ edilmelidir. Fânîleri de râzı etme düşüncesinin karıştığı bir ibadete “riyâ/gösteriş” illeti bulaşmış demektir.
Bir sürahi suya bir damla necâset düştüğünde, nasıl ki o suyun bütün sâfiyet ve lezzeti kaybolursa; ibadetteki niyete, fânîlerin medhine nâil olma veya onların kınamalarından kurtulma gayelerini karıştırmak da, aynı şekilde amelleri ifsâd eder. Zira tevhîd inancının ortaklığa tahammülü yoktur.
Şu hâdise, bu hakîkati ne güzel îzah etmektedir:
Bir adam, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe gelerek:
“‒Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben yaptığım işte öyle bir niyet taşıyorum ki hem Allâh’ın rızâsını kazanmak istiyorum, hem de yaptığım işin başkaları tarafından görülerek takdir edilmesini istiyorum. Bu hususta ne buyurursunuz?” diye sordu.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“…Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, amel-i sâlih işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın!” (el-Kehf, 110) âyet-i kerîmesi ininceye kadar, bir şey söylemedi. (Hâkim, Müstedrek, 2/111; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 16/40)
Kıyâmet Günü İlk Olarak Aleyhlerinde Hükmedilen İnsanlar
Şunu unutmayalım ki Allâh’a kulluk niyetiyle îfâ edilmesi gereken amellere riyâ karıştığında, o artık Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı yerine gazabına sebep olan ağır bir cürme dönüşür. Bu hakîkati ifade eden şu hadîs-i şerîf ne kadar ibretlidir:
“Kıyâmet günü, ilk olarak aleyhlerinde hükmedilen insanlar şunlardır:
Birincisi; şehîd edilen kimsedir. O, Allâh’ın huzûruna getirilir. Allah ona bahşettiği nîmetleri anlatır. O da bunları îtiraf eder. Cenâb-ı Hak:
«–Öyleyse bunlara karşılık ne yaptın?» diye sorunca adam:
«–Yâ Rabbi! Senʼin uğrunda şehîd edildim.» der.
Allah Teâlâ buyurur ki:
«–Yalan söyledin! Sen yalnızca, korkusuz ve cesur denilsin diye harbettin. Gerçekten, öyle de denildi.»
(Sonra) onun hakkında emredilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.
İkincisi; ilim öğrenen, başkalarına da öğreten, ayrıca Kur’ân okuyan adamdır. O da huzûra getirilir. Allah kendisine olan nîmetlerini anlatır. O da îtiraf eder. Cenâb-ı Hak:
«–Bunlara karşılık ne yaptın?» diye sorunca adam:
«–İlim tahsil ettim. Onu başkalarına da öğrettim. Senʼin uğrunda Kur’ân da okudum.» der.
Allah Teâlâ buyurur ki:
«–Yalan söyledin! Sen ilmi, ancak âlim denilsin diye öğrendin; Kur’ânʼı da ancak, o kārîdir (kıraat ehlidir) denilsin diye okudun. Gerçekten, öyle de denildi.»
Sonra hakkında emrolunur ve ateşe (yani Cehennem’e) atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.
Üçüncüsü; Cenâb-ı Hakk’ın kendisini (imkân bakımından) genişlettiği, malın her çeşidinden verdiği adamdır. O getirilir. Allah ona verdiği nîmetlerini anlatır. O da bunları îtiraf eder. Allah Teâlâ:
«–Öyleyse bunlara karşılık ne yaptın?» diye sorunca adam:
«–Hakkında infâk edilmesini emir buyurduğun hiçbir yol bırakmadım. Malımı ancak Senʼin yolunda harcadım.» der.
Cenâb-ı Hak buyurur:
«–Yalan söyledin! Onları ancak, cömerttir denilesin diye yaptın. Nitekim öyle de denildi.»
Sonra hakkında emredilir ve Cehennem’e atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.” (Müslim, İmâre, 152)
Velhâsıl beden için ruh ne ise, amel için ihlâs da odur. Sâlih amellerde kalbin kıblesi Cenâb-ı Hak değil de fânîler olursa, o amellerden dolayı da tevbe-istiğfâr etmek gerekir. Zira ihlâssız amel, hem faydasız bir yorgunluktan ibârettir hem de gazab-ı ilâhîyi celbeden mânevî bir felâkettir.
Şeytanın Kibri
Kurʼân-ı Kerîmʼde bildirildiği üzere mel’un şeytan, Cenâb-ı Hakk’a şöyle hitâb etmişti:
“(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (insanlara, günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesnâ.” (el-Hicr, 39-40)
Yani insanın en azılı düşmanı olan ve kendisi gibi insanı da Allâh’ın gazabına dûçâr etmek için çırpınan şeytan -aleyhillâne-, ibadet ve tâatten alıkoyamadığı mü’minlerin kalbine, gurur, kibir, ucub gibi bâtınî haramları telkin ederek, o ibadetlerin âdeta içini boşaltmaya çalışır. Bundan da ancak, ihlâs şuuruna ermiş olan kullar kurtulabilir.
Bunun içindir ki Süfyân-ı Sevrî Hazretleri:
“Eskiler, nasıl amel edeceklerini öğrendikleri gibi, nasıl niyet edeceklerini de öğrenirlerdi.” buyurarak, amelde hâlis niyetin ne kadar mühim olduğuna işaret etmiştir.
Bu bakımdan bizler de sık sık gönüllerimizi yoklayıp niyetlerimizi gözden geçirmeliyiz. “Konu-komşu ne der, insanlar bizi ayıplamaz mı?” gibi nefsânî kaygılarla yahut fânîler nezdinde îtibar kazanma arzusuyla değil, “hasbeten lillâh” yani sırf rızâ-yı ilâhîyi tahsil gayesiyle, kulluk vazifelerimizi îfâ etmeye çalışmalıyız. Cenâb-ı Hakʼtan his ve fikirlerimizi, arzu ve niyetlerimizi dâimâ kendi rızâsıyla teʼlif buyurmasını niyâz etmeliyiz.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2025 – Mayıs, Sayı: 471
YORUMLAR