
Nefsimizi Temizlemek İçin Neler Yapmalıyız?
Kalplerimizi kirleten nefsani isteklerden nasıl arınırız? Manevi yolculukta iç temizliğin önemi nedir? Hz. Mevlânâ’dan Hz. Şems’e, evliyaların izinden giderek nefsi terbiye etmenin sırları...
Habibi Edibi Zişan Efendimiz aleyhissalât-ü-vesselâm bir hadîs-i-şeriflerinde; “Temizlik imanın yarısıdır” buyurmuşlardır.
NEFSİ TERBİYE ETMENİN SIRLARI
Bizler ebediyet için yaratıldık. Bunun anlamı, yaratılış hedefimizin manevî ilerleme olmasıdır. Her bir fert, doğumundan ölümüne kadar bütün hayatını öğrenme, eğitim, tekâmül ile bir manevî gelişim süreci içinde geçirmelidir. İnsanın manevî gelişimi varlığının köklerine inmekte yatar, bu da saflığa götüren tedrici bir aydınlanma ve nurlanmadır. Kişi halden hale, köklerine, gerçek yuvasına, mutlak tatmin ve huzurun olduğu mekâna doğru seyahat eder.
Hz. Mevlânâ bu konuda şöyle demiştir: “Her insandaki mevcut güzellik aslî kaynağına döner; o nurdan yoksun beden ise hakikat âlemindeki itibarını yitirir, çürür ve çirkinleşir.” Yine Hz. Mevlânâ kelâm-ı mübarekleri ile; “Hakka giden yol, iç âlemini geliştirmek yoludur ki, nebilerle veliler bu yoldan yürümüşlerdir. Bu yol mücahede ve tasfiye yolu, cehâletle savaş, kötülüklerden içini temizleme yoludur” buyurmuştur.
Allah'ın kulları, evliyalar, âşıklar manevî tekâmüllerinin ilk aşamalarında hep zahiren kirli işlerle uğraşmışlar. Aziz Mahmud Hüdayî, Ebu'l Vefa, Hacı Bayram-ı Velî ve daha niceleri. Mürşidlerinin onlara verdiği vazifeleri gereği kimi tabakhanede çalışmış, kimi sokaklarda ciğer satmış, tuvalet temizlemiş, kimi de sakatatçıda çıraklık yapmış. Zahiren bize kirli, pis, iğrenç görünen işlerle meşgul oldukça bâtınlarını temizlemişler sanki. Kendine böyle işleri yakıştıramayan nefsi, tam da bu işleri yaparak terbiye etmişler.
Cemâl ve kemâlin ilahî âlemlerine varmak için nefsin arınma sürecinden geçmesi lazımdır. İnsan kalp aynasını dünya kirinden ve şuursuzluk karanlığından temizlemelidir. Allahın kurbiyet âlemlerine girebilmek için insanın kalbini riyadan, süfli arzulardan ve kötü alışkanlıklardan temizlemesi gerekir. Böylece gizli hazinelerin ilahî güzelliği, temizlenmiş olan cilalı yüzeyde parlayacaktır.
Ancak kendi nefsini tamamen arındırmış kişi; bütün zenginliğini, malını mülkünü, makamını, şöhretini, aile ve çoluk çocuk bağlarını gönlünden tamamen silip atabilmiş kişi; kurbiyyet iklimlerine ulaşabilir. Ancak temiz bir kalp, ilahi rahmet deryasına girebilir ve derûnî mânâların hoş tadını alabilmek için ayetlerin nuruyla nurlanabilir.
Hak Teâlâ şöyle buyuruyor: “Tâğuttan (Allah'ın yerine tutulan şeylerden), onlara kulluk etmekten kaçınıp Allah'a yönelenlere gelince, onlar için büyük bir müjde vardır! Öyle ise kullarımı müjdele! Onlar ki, sözü dinlerler de onun en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerine hidâyet verdiği kimselerdir ve işte onlar, (gerçek) akıl sahiblerinin ta kendileridir.” (Zümer, 17-18)
Böylece Hakkın Celâlinin Cemâli sonsuz bir parlaklıkla tecelli edince rahmet deryası taşar ve rahmânî nefes solunur, ahiretin tatlı kokusu tadılır, gözlere tazelik ihsan edilir, kalbin sükûtunun konuşması işitilir.
Amacımız; kendimizi kötülükten, şeytânî kuvvelerden ve kalbimizi istila edip orada hüküm süren putlardan temizlemektir. İlâhî şart şudur; bütün benliğimizi olduğu gibi vermeli ve nefislerimizi Allah rızası derdinden hariç kaygı ve maksatlardan temizlemeliyiz.
Hz. Mevlânâ iç temizliği hakkında şöyle buyurmaktadır: "Bu görünen pislik bir parça suyla arınır, fakat içte olan pislik, artıkça artar. İçteki pislikler anlaşıldı mı gözyaşından başka bir şeyle temizlenemez."
Hz. Şems-i Tebrîzi ise; "Şüphesiz iç temizlik şarttır ve içteki bir zerre kirlilik dıştaki binlerce zerre kirlilikten daha kötüdür. Üç veya dört damla gözyaşı ile iç kirliliği ancak temizlenebilir. Her gözyaşıyla değil içtenlikle akıtılan gözyaşlarından. Böyle bir iç temizliğinden sonra insan kurtulur ve huzur kokusu ona ulaşır" buyurmaktadır.
Allah’ın nuru ile yıkanmış bir gönül dünyadan arınır. Muhabbetle beslenmiş, pişmanlık gözyaşlarıyla yıkanmış, canlanmış ve şuurlanmış bir gönül dünyadan arınır. Mahcubiyet sıfatı ile yıkanmış bir gönül, aşkla şevkle Habîb-i Hudâ Muhammed Mustafa Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâmı takip eder.
Hakiki mümin ve sevgili bir kul olabilmek için nefisten arınmış temiz bir bakışla, muhabbet nazarıyla bakmayı öğrenmeliyiz. Hakiki basiret sahibi olmak için şehvet gözüyle değil, ihtiyaç gözüyle bakmayı öğrenmeliyiz. Açgözlülük yerine sevgi gözüyle bakmayı öğrenmeliyiz. Eğer rahmet gözüyle, sevgi ve tevazu gözüyle bakmayı öğrenmezsek, boş ve gayesiz bir hayatın içinde debelenir dururuz. Kalplerimiz hiçbir şeyin yetişmediği kurak çöllere döner. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Hazretlerinin buyurduğu gibi: “Açgözlülükten doğar bütün sıkıntılar. Şehvete ve midesine düşkün olan her belaya uğrar.” “Acı ve azaptan kaçtığınızı sanırsınız fakat düşünceniz azabınızın kaynağıdır.”
Eğer insan kendisini nefsaniyetten kurtaracak olan manevî kemâl yolunda seyahat etmezse bütün benliği hayvani huylar tarafından istilâ edilecektir. Hz. Mevlânâ bu konuda da şöyle buyuruyor: “Bir kişi yemek yer ve pislik üretir. Diğeri de aynısından yer ama onun yedikleri tamamen Nur-u İlâhiye dönüşür. Senin Cemâlinin görmemiş olan kendi aklını kıblesi yapar. Kör bir adam elinde lamba yerine teneke kutu taşır.”
Ancak basîretle bakan bir göz Onun Cemâl-i Ebedîsini müşâhede edebilir. Bu göz imanın münevver gücüyle ihlas aynasına bakar. Berrak parlaklığında Allahın ilâhî sırlarını görür. Zayıf ve bozuk bir firâsetle bakan göz, sadece bu geçici dünyanın alıntı ve ikinci el olan, dolayısıyla da giderek eksilen ve kısa ömürlü zâhiri güzelliklerini görebilir. Fiziksel boyutta zâhir olan güzellik, Erham-ür-Râhîmîn olan Rabbimizin Cemâl-i ebedîsinin nurunu örten perdedir.
İnsan kendisine masumiyet ve saflık halini sürekli hatırlatmalıdır. Orijinal birliğimizi yeniden kurup, kayıp saflığımızı yeniden kazanmalıyız, gerçekte bulunduğumuz hâle yeniden dönmeliyiz. Bu imkân, Yaratıcıyı bulmak için gerekli olan kulluk cevheri, herkesin içinde mevcuttur; bu da gerçek manevî oluşumdur. Eğer Allahın Cemâline âşık değilsek, eğer Allahın muhteşem sonsuzluğu karşısında haşyet, merak ve hayranlık halinde değilsek kendi kaderimizi gerçekleştiremeyiz; saflık, nurlanma ve aşk seviyelerine yükselemeyiz.
Hz. Mevlânâ bu konuda da şöyle buyurmaktadır: “Ekmek isteyen derviş karadaki balık gibidir. Balık biçimindedir ama denizden kaçmaktadır. Rabbini sevap uğruna sever. Ruhu, Rabbinin Kemâl ve Cemâline âşık değildir.”
Gönlündeki benlik putundan ne kadar kurtulursan, marifet meyveleri toplanır, gül bahçesi açılır. Ebedi zenginlik, ebedi mutluluk, esenlik ferahlık, güven, selamet ve huzura erişilir.
Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Sayı: 472
YORUMLAR