"sen Onları Simâlarından Tanırsın"

Susuzluktan çatlamış bir toprağın bereketli yağmurlara hasret duyması gibi toplumumuzda hizmet ve alâkaya en fazla muhtaç kesimlerin başında; bir kanadı kırık olan yetimler ve yoksullar gelmektedir. Onlar bize Allâh’ın emânetleridir. “…Sen onları simâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) ayetine kulak veren Mü'minler ihtiyaç sahibi olmasına karşılık bir şey isteyemeyen kalplerin olduğunu da bize haber veriyor.

Cenâb-ı Hak birçok âyet-i kerîmede, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de pek çok hadîs-i şerîfte, muhtaçlara hizmeti teşvik ederek yetim ve yoksulların himâyesinin zarûrî olduğunu bildirmişlerdir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

YETİMLERİN HAKLARINI GÖZETİN!

“Yetimlere mallarını verin, temizi verip murdarı almayın, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin...” (en-Nisâ, 2) “...Sana yetimler hakkında da sorarlar. De ki: Onların gerek kendilerini, gerek mallarını ıslâh edip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir...” (el-Bakara, 220) “Sana Allâh yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfâk edeceğiniz mal; anne-baba, akrabâlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış garipler için olmalıdır...”(el-Bakara, 215) “Yetimleri evlenme çağına gelinceye kadar gözetip deneyin...” (en-Nisâ, 6) “Mîras taksîm edilirken vâris olmayan akrabâlar, yetimler, fakirler de orada bulunuyorlarsa, onlara da bir şey verin ve gönüllerini alacak tatlı sözler söyleyin.” (en-Nisâ, 8) “...Yetimlerin haklarını tam vermekte adâleti gözetin. Yaptığınız her hayrı Allâh mutlakâ bilir.” (en-Nisâ, 127)

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor: “Cenâb-ı Hakk’ın: «Rüşdüne erinceye kadar, yetimin malına en güzel şeklin dışında bir sûrette yaklaşmayın...» (el-En‘âm, 152) ve «Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, aslında karınları dolusu ateş yerler. Onlar, yarın alevlenmiş bir ateşe gireceklerdir.» (en-Nisâ, 10) âyetleri nâzil olduğunda, yanında yetim bulunan sahâbe-i kirâm hemen gidip onların yiyeceğini ve içeceğini kendilerininkinden ayırdılar. Yetime âit yiyecek ve içeceklerden bir şey artsa bile ona dokunmuyor, yetim yiyinceye veya kokuşup bozuluncaya kadar saklıyorlardı...” (Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 7/2871; Nesâî, Vesâya, 11)

Yoksulları ihmâl eden topluluklar malın şükründen uzak oldukları için saâdet bulamaz ve vicdan huzûruna kavuşamazlar. Belki bugün toplumumuzdaki huzursuzluğun en büyük sebeplerinden biri de önümüzdeki fâciâ sahnelerini seyredip ıslâhı için kâfî derecede bir çâre arayışına girmememizdir.

ECDÂDIMIZ YETİMLERİ GÖZETİRDİ

Yetimi ihmâl etmenin fecî âkıbetini bildiren şu gerçek hâdise ne kadar ibretlidir: Tahmînen 60 sene kadar evvel Hırka-i Şerîf Camii’nin minârelerinden biri, şiddetli lodos sebebiyle yıkılır. Câmi karşısındaki evlerden birinin üstüne düşen minâre, evdeki anne ile çocuğunu ezer. Evdeki diğer çocuk ise sağ-sâlim kurtulur. Hâdiseden sonra anlaşılır ki, kurtulan çocuk, üvey ananın yatağına almayıp gönlünü mahzûn ettiği bir yetim yavrudur. Ölenler de ana ile öz çocuğudur. (Hâşim Köprülü, Hırka-i Şerif ve Veysel Karânî, s. 28)

Ecdâdımız, bîçâreleri, fakirleri, dulları ve yetimleri bir ibâdet vecdiyle muhâfaza etmiş ve onların izzet ve haysiyetlerini korumak için de âzamî bir dikkat, nezâket ve gayret göstermişlerdir. Sadakayı verenle alanın birbirini görmemesini temin maksadıyla câmilerde sadaka taşları ihdâs etmişler ve muhtaçlara dağıtılacak olan yemekleri, onların haysiyetlerini rencide etmemek için gece karanlığında dağıtmışlar, merhamet ve muhabbeti ideal ölçüde gerçekleştirmişlerdir. Hattâ hizmetkârların gönülleri incitilmesin diye kazâ ile kırdıkları veya zarar verdikleri eşyâları tazmin eden bir vakŞn kurulmuş olması, ne kadar ibretli ve hayal ötesi bir duygu derinliğidir. Bunlar da günümüzde, insanlık izzet ve haysiyetini lâyıkıyla takdîr edebilmek için ehemmiyetle hatırlanması ve kazanılması lâzım gelen hayâtî düsturlardır.

VİCDAN BORCU

1918 Mondros Mütârekesi’nden sonra İstanbul’un işgâl edildiği o zor günlerde yetimlere bakan müesseseler binâsız kalmış, fakat kimsesiz yavrular yine de sokağa terk edilmemiş, boş duran bâzı saraylara yerleştirilmiştir. İstanbul içinde ve dışında, Kâğıthâne’deki Çağlayan Kasrı’na kadar birçok saray bu işe tahsis edilmiştir. (Hidayet Nuhoğlu, “Dârüleytam” md., DİA, VIII, 521)

Yine Ermeni çetelerinin yaptığı katliâm neticesinde yetim kalan 4 bin erkek ve 2 bin kız çocuğunu, Kâzım Karabekir Paşa himâyesine almıştır. Daha sonra bu çocuklardan Gürbüzler Ordusu’nu kurmuş ve yetim yavrular kendi istekleri istikâmetinde vatana, millete hizmet etmeye başlamışlardır. Kısa bir eğitimin ardından her biri kendi mesleğini seçmiştir. Bunlardan matbaacı olanlar Millî Mücâdele yıllarında Sarıkamış’ta Varlık Gazetesi’ni çıkarmış ve mücâdeleye destek vermişlerdir.

O gün yokluk içinde yapılan bu fedâkârlıklarla bugünkü imkânlarımızı düşünerek bir vicdân muhâsebesine girmemiz zarûrîdir. Bugün, sefâletin girdabında kıvranan yetim, yoksul ve bîçârelere yeniden kurtuluş imkânı sağlamak, bir vicdan borcudur. Diğer bir ifâdeyle, beşeriyetin asıl ihtiyâcı, İslâm’ın engin muhtevâsını lâyıkıyla kavrayıp kendisi için arzu ettiğini muzdaripler için de arzu etmesi, “biz onlar gibi, onlar da bizim gibi olabilirdi” düşüncesi ile hayâtına istikâmet vermesidir.

EN ÖNEMLİ HİZMETLERDEN BİRİ

Günümüz şartlarında, hidâyet yolunu arayanlara, zayıflara, yetimlere ve güçsüzlere merhamet dolu bir gönülle yardım elini uzatmak, bilhassa yetiştirme yurtlarındaki evlâtlarımıza mânevî duyarlılık kazandırmak, ilâhî rızâya medâr olacak en mühim hizmetlerdendir.

Yâ Rabbi! Kalblerimizi, Hâlık’tan ötürü mahlûkâta şefkat, merhamet ve hamiyetin menbaı eyle! Günah ve kusurlarımızı, sevap ve güzelliklere tebdîl eyle! Zamânımızın nezâketi sebebiyle hakka ve hayra dâveti, mazlumlara, bîçârelere hizmeti, üzerimize terettüb ettiği nisbette îfâ ederek huzûr-i ilâhinde beraat edebilmeyi cümlemize nasîb eyle! Âmîn!

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 231. Sayı, Mayıs 2005

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.