Sahabilerden Hikmetli Sözler

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in “Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz” dediği sahâbe-i kiramdan hikmetli sözler...

Hz. Peygamber’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “Ashâbım (gökteki) yıldızlar gibidir. Onların hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.” (Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî, Kâhire, ts., X, 226, no: 3807; İbn-i Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm, II, 91)

SAHÂBE-İ KİRAMDAN HİKMETLİ SÖZLER

Ahirete Göç

Ebû Zer -radıyallâhu anh-:

“Vallâhi Allah Rasûlü âhirete göçerken bizi öyle bir hâlde bırakmıştı ki bir kuş gökte kanat çırpsa onun bu hareketi bize Rasûlullâh’ın bir hadîsini hatırlatırdı. Çünkü Âlemlerin Efendisi bize; «Cennete yaklaştıran, cehennemden de uzaklaştıran ne varsa hepsi size açıklanmıştır.» buyurmuştu.” (Ahmed, V, 153, 162; Heysemî, VIII, 263)

Bir Malda 3 Ortak Vardır

Ebû Zer -radıyallâhu anh-:

“Bir malda üç ortak vardır.

Birincisi mal sahibi, yani sensin.

İkincisi kaderdir. O, hayır mı yoksa felâket ve ölüm gibi şer mi getireceğini sana sormaz.

Üçüncüsü mîrasçıdır. O da bir an önce başını yere koymanı (yani ölmeni) bekler, ölünce malını alır götürür, sen de hesabını verirsin.

Eğer gücün yeterse; sen bu üç ortağın en âcizi olma!

Allah Teâlâ;

«Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe birre (hayrın kemâline) eremezsiniz...» (Âl-i İmrân, 92) buyuruyor.

İşte benim en sevdiğim malım şu devemdir, (âhirette karşıma çıkması için) onu kendimden önce gönderiyor (sadaka olarak veriyor)um.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 163)

Sahâbe Hanımlar

Abdullah bin Mes’ud -radıyallâhu anh- buyuruyor ki:

“Bir sahâbî, (akşam) evine geldiğinde hanımı ona ilk önce şu iki suâli sorardı:

«‒Bugün Kur’ân’dan kaç âyet nâzil oldu? Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hadislerinden ne kadar ezberledin?»

(Sabah) evinden çıkacağında da hanımı bu defa;

«‒Efendi, Allah’tan kork; haram kazanma! Biz dünyada açlığa sabrederiz fakat kıyâmet gününde cehennem azâbına sabredemeyiz!» derdi.” (Abdülhamid Keşk, Fî Rihâbi’t-Tefsîr, I, 26)

Toprağın Nasihati

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur:

Toprak; hâl lisânı ile gaflete dalan insanı «tefekkür-i mevt»e davet ile şöyle îkāz eder:

Ey Âdemoğlu!

  • Üzerimde gezinip durursun; hâlbuki dönüşün içimedir.
  • Üzerimde günah işlersin; hâlbuki içimde azap edileceksin.
  • Üzerimde gülüp eğlenirsin; hâlbuki içimde ağlayacaksın.
  • Üzerimde sevinirsin; hâlbuki içimde üzüleceksin.
  • Üzerimde mal toplayıp durursun; hâlbuki içimde pişman olacaksın.
  • Üzerimde haram yersin; hâlbuki içimde de kurtlar seni yiyecek.
  • Üzerimde böbürlenirsin; hâlbuki içimde hor ve hakir olacaksın.
  • Üzerimde neşe ile yürüyorsun; hâlbuki içimde hüzne boğulacaksın.
  • Üzerimde aydınlıkta gezinirsin; hâlbuki içimde karanlıklar içinde kalacaksın.
  • Üzerimde topluluklar içinde dolaşırsın; hâlbuki içime tek başına gireceksin.

Mâzeret Yok!

Sa‘d bin Rebî -radıyallâhu anh-, Uhud’da aldığı yaralarla şehîd olmadan önce, kıyâmete kadar gelecek bütün mü’minlere, şu nasihatte bulundu:

“–Vallâhi gözleriniz kımıldadığı müddetçe, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i düşmanlardan korumaz da başına bir musîbet gelmesine sebep olursanız, sizin için Allah katında ileri sürülebilecek hiçbir mâzeret yoktur!” (Muvatta’, Cihâd, 41; Hâkim, III, 221/4906; İbn-i Hişâm, III, 47)

Esas Tehlike?

Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh- seksen küsur yaşında olmasına rağmen İstanbul seferine katılmıştı. İstanbul muhasarası esnasında, bir ensârî atıyla düşman saflarının arasına daldı. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin civarındaki bir başkası ise, bu yiğitliği tenkit etti;

“–Lâ ilâhe illâllah! Şuna bakın! Kendini göz göre göre tehlikeye atıyor!” dedi.

Hazret-i Hâlid bunu işitince, müdahale etti:

“–Ey mü’minler! (Yanlış anlaşılmasın!) Bu âyet, biz ensar hakkında nâzil oldu.

(Biz Allah Rasûlü’ne misafirperverlik ettik. Gazvelerde bulunduk. Allah yolunda canımızı bezlettik.) Allah, Peygamber’ine yardım edip dînini galip kıldığında biz; «Artık mallarımızın başında durup onların ıslahı ve nemâlanmasıyla meşgul olalım. (İslâm yolunda hizmete arkamızdan gelenler devam etsin, biz hurma bahçelerimize dönelim.)» demiştik. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu:

«Allah yolunda infâk edin de;

Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!

Bir de ihsanda bulunun!

Zira Allah, (yaptı??n? en ğını en güzel şekilde yapan ve ihsan şuuru ile yaşayan) muhsinleri sever.» (el-Bakara, 195)

Âyet-i kerîmede buyurulan «kendi eliyle kendini tehlikeye atmak»tan maksat; bağ ve bahçe gibi dünyalıklarla uğraşmaya dalıp, Hak yolundaki gayretleri terk ve ihmâl etmemizdir.” (Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 22/2512; Tirmizî, Tefsir, 2/2972)

Ey Kabir!

Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- bir kabrin başında durup şöyle diyerek ağladı:

–Ey kabir!

  • Dışın ne kadar sessiz, fakat;
  • İçin ne dehşet verici korkularla dolu!..

Dikenli Yoldaki Dikkat

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Übey bin Kâ‘b -radıyallâhu anh-’a takvânın mâhiyetini sorar.

Übey -radıyallâhu anh-;

“–Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü ey Ömer?” der. Hazret-i Ömer;

“–Evet, yürüdüm.” deyince bu sefer;

“–Peki, ne yaptın?” diye sorar.

Hazret-i Ömer;

“–Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün dikkatimi sarf ettim.” cevabını verir.

Bunun üzerine Übey bin Kâ‘b -radıyallâhu anh-;

“–İşte takvâ budur.” der. (İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Beyrut 1988, I, 42)

Söz Verdik!

Cerîr bin Abdullah -radıyallâhu anh- bir at satın almak istemişti. Beğendiği bir at için satıcı beş yüz dirhem fiyat teklif etti. Cerîr -radıyallâhu anh- bu ata altı yüz dirhem verebileceğini, hattâ sekiz yüz dirheme kadar fiyatı yükseltebileceğini ifade etti. Çünkü atın değeri yüksek olup, satıcı bunun farkında değildi. Kendisine;

“–Atı, beş yüz dirheme alabilecekken, niçin sekiz yüz dirheme kadar fiyatı yükselttin?” diye soruldu.

Cerîr -radıyallâhu anh- şu cevabı verdi:

“–Biz alışverişte hile yapmayacağımız husûsunda Allâh’ın Rasûlü’ne söz verdik. (Eğer satıcının bilgisizliğinden istifâde etmeye kalksaydım bu gabn-i fâhiş olurdu. Bu ise haramdır.)” (İbn-i Hazm, el-Muhallâ, Mısır 1389, IX, s. 454 vd.)

Îmâna Davet

Abdullah bin Revâha -radıyallâhu anh-, ashâb-ı kiramdan biriyle karşılaştığı zaman;

“–Gel (kardeşim!) Allah için bir müddet oturup Rabbimiz’e îmânımızı tazeleyelim (O’nu zikredelim).” derdi.

Bunun ne demek olduğunu anlayamayan bir sahâbî, gidip durumu Hazret-i Peygamber’e anlattı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de ona;

“–Allah, Abdullah bin Revâha’ya rahmet etsin. O, meleklerin methettiği (zikir) meclislerini çok sever.” karşılığını verdi. (Ahmed, III, 265)

Kılıçlara Doğru!

Abdullah İbn-i Ümmü Mektûm -radıyallâhu anh-; âmâ olmasına rağmen, Kādisiye Harbi’ne katılacağını söyleyip sancağın kendisine verilmesini istemiştir.

Harpte faydalı olamayacağını söyleyenlere şöyle dediği rivâyet edilir:

“–Benim bu hâlimle de size büyük bir faydam dokunabilir. Çünkü ben âmâ olduğum için, düşman kılıçlarını göremem, bu yüzden de cesaretim kırılmadan en önde sancağı taşırım. Benim korkusuzca düşman üstüne yürüdüğümü gören müslümanların da cesaret, kahramanlık ve heyecanı artar.”

Müstesnâ Muhabbet

Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhumâ-’ın Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan muhabbet ve itaati çok câlib-i dikkattir:

Abdullah -radıyallâhu anh-, Rasûl-i Ekrem’in vefâtından sonra O’na olan sevgisinden dolayı, Fahr-i Cihân Efendimiz’in namaz kıldığı yerleri öğrenip oralarda namaz kılar, yürüdüğü yollarda yürür, gölgelendiği ağaçların altında oturur, kurumasınlar diye onları sulardı. Yolda giderken Rasûlullâh’ın gittiğini gördüğü yolları takip eder, O’nun hayvanını çevirip döndüğü yerlerden dönerdi.

Hele Efendimiz’in selâmlaşma konusundaki buyruklarını yerine getirme husûsunda pek titiz davranırdı. Hiçbir işi olmadığı hâlde sadece müslümanlarla selâmlaşmak niyetiyle sokağa çıktığı olur, büyük-küçük karşılaştığı herkese selâm verirdi. (İbn-i Sa‘d, IV, 156; İbn-i Hacer, el-İsâbe, Beyrut 1328, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, II, 349; İbn-i Esir, Üsdü’l-Ğâbe, Kahire 1970, III, 341)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hidayet Rehberleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

GÖKTEKİ YILDIZLAR

Gökteki Yıldızlar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.