Şafii Mezhebine Göre Zekat Kimlere Verilir?

Şafii mezhebine göre zekat kimlere verilir? Zekat verilmesinin şartları nelerdir?

“Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere, zekât toplayan memurlara, müellefe-i kulûb’a (gönülleri İslam’a ısındırılacak olanlara), kölelere, borçlulara, Allah yolundakilere, (yolda kalmış) yolculara mahsustur. Allah en iyi bilendir ve hikmet sahibidir.”[1]

Âyet-i kerîme, zekâtın sekiz sınıfa dağıtılmasının gerekliliğine delâlet etmektedir. Burada yer alan sekiz sınıf insan, zekâtta ortaktır. Şafi mezhebine göre bu sekiz sınıftan insanların bulunması mümkün ise, toplanan ze­kâtın bunların hepsine ve her sınıftan da en az üç kişiye dağıtılması gerekir. Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mez­heplerine göre zekâtın sekiz sınıf arasında eşit dağıtılması şart değildir, bu sekiz sınıftan sadece birine verilmesi caizdir. Bu fakihlere göre zekâtın tamamı bir kişiye verilebileceği gibi, birkaç kişiye de paylaştırılabilir.

Kendilerine zekât verilecek kimseler şunlardır:

  1. Fakirler: İhtiyaçlarını karşılayacak miktarda malı ve kazancı bulunmayan kişilerdir. Bu kişiler, ken­dilerine yetecek kadar yiyecek, giyecek ve meskenden yoksun bulunurlar ve nafakalarını temin eden bir yakınları da bulunmayabilir.
  2. Miskinler: Aslî ihtiyacının tamamını karşılamaya yetecek miktarda mal veya kazanca sahip olamayan, gelirleri ihtiyaçlarını karşılamayan kimselerdir. Bakıma muhtaç yaşlılar, ameliyat olacak paraya sahip olmayan hastalar, tekerlekli sandalye alacak parası olmayan sakatlar ve düşkünler bu grup içinde kabul edilmiştir.

Fakir ve miskine, ihtiyacını karşılayacak miktarda zekât verilir. Çalışacak gücü varsa iş aletlerini veya ticaret eşyasını temin etmesine yetecek miktar­da zekât verilebilir. Evlilik için gerekli olan mehri veremeyecek durumda olan bir kişiye, evlenebilme­si için zekât verilebilir, geçimini zor karşılayan muhtaç bir kişinin kiradan kurtarılarak ev sahibi olması dahi sağlanabilir.

  1. Zekât memurları: Zekâtın toplanıp dağıtılması ile ilgili her türlü işte görev alan, İslâm Devleti tarafından görevlendirilen memurlardır. Devlet, bu kişilere toplanan zekât parasından normal maaş ödemesi yapar, topladıkları zekâttan belli bir kısım vermez.
  2. Kalpleri İslam’a Isındırılacak Olanlar (Müellefe-i kulüb): Bunlar üç gruptur:
  3. a) Yeni Müslüman olmuş ve imanları henüz kuvvetlenmemiş olanlar.
  4. b) Yeni Müslüman olmasına rağmen çevrelerine etki yapabilecek kendi toplumunda şeref, mevki ve itibar sahibi olan müslümanlar. Ni­tekim Peygamberimiz (s.a.v.); Ebû Süfyân b. Harb, Zibrikan b. Bedr, Adî b. Hatim ve benzerlerine zekât vermiştir.
  5. c) Zekât verilmesi halinde kendi sınırlarında bulunan kâfirlere ve zekâtı engelleyenlere karşı, Müslüman idareciye yardımcı olan kimseler.

Bu kişilere zekât verilmesinin amacı, imanı zayıf olanların imanını kuvvetlendirmek, bir kısmının da kötülüğüne engel olmaktır. Peygamberimiz, Mekke’nin fethinde böyle kimselere zekâttan pay vermiştir.

Son iki maddede yer alan gruplara, Müslümanların askeri güç ve kuvveti yeteri kadar bulunmadığı zaman, zekât vermek söz konusu olabilir. Nitekim Hz. Ömer -radıyallahu anh-, halifeliği döneminde müellefe-i kulûba zekât vermemiştir. O, Müslümanların güçlendiğini, artık bu tür insanlara İslam’ın ihtiyacının kalmadığını söylemiştir.

  1. Köleler ( Esirler) : Hürriyetine kavuşması amacıyla mümin köleye zekât verilir. Kölelikten kurtulmak maksadıyla efendisiyle sözleşme yapmasına rağmen ödemeyi taahhüt ettiği paraya sahip olamadıklarında, müslüman kölelere zekâttan pay ayrılır. Bazı âlimlere göre düşmanın esîr aldığı Müslüman esirler de bu grupta kabul edilmiştir.
  2. Borçlular: Borcun vâdesi geldiğinde borcunu ödeyemeyecek durumda olan kimselerdir. Bu kişiler üç gruptur:
  • a) Meşrû ihtiyacını karşılamak üzere borç alan kimse.
  • b) Bir borçlunun borcuna kefil olan kimse.
  • c) İki topluluğun arasını bulmak üzere diyet vb. ödemek gibi bir borcu üstlenmiş olan kimse.
  • 7- Allah yolunda olanlar: Bunlar; Allah için savaşa hazırlanıp yiyecek, binek, silah vs. ihtiyaçlarını gideremediği için gazadan geri kalanlardır. Bunlara, zengin bile olsalar, cihad için ihtiyaç duydukları şeyleri temin edebilsinler ve kendilerine bir nevi yardım olsun diye zekâttan pay verilir.

Allah yolunda olanlar grubuna, gitmeye niyetlendiğinde farz haccını veya umresini edâya yetecek miktarda yanında parası olmayanlarında da gireceği bildirilmiştir.

Bazı fakihlere göre Allah’a itaat ve hayır yolunda çalışıp İslâm’ı yaymak için başka ülkelere giden davetçilere ve Allâh için ilim tahsil eden fakir talebelere de bu gruptan pay ayrılabilir.

  1. Yolcular (Yolda kalanlar): Yolculuğu esnasında parası tükenmiş olup bu nedenle yolda kalmış olan ve memleketine ulaşamayan kimselerdir. Mübâh bir amaçla sefere çıkanlara, istedikleri yere ulaşmalarına yetecek kadar zekâttan pay verilebilir. Dinini, namusunu korumak, zalimin zulmünden kurtulmak amacıyla Allâh için hicret eden yurdunu-yuvasını bırakmış olan kişiler de bu grup içinde kabul edilmiştir.

ŞAFİİ MEZHEBİ VE ŞAFİİ HAZRETLERİ

Şafi mezhebi; İmam Şafi’ye (r.a) nisbet edildiği için bu adla anılmıştır.  Şâfi mezhebinin kurucusu sayılan İmam Şafi (r.a) 767 (Hicri 150) yılında Gazze şehrinde (Filistin) doğdu. 

Şafi mezhebi önce Mısır’da sonra kısmen Suriye, Yemen, Irak ve Mâverâünnnehir’de yayıldı. Günümüzde Irak, Suriye ve Anadolu’nun güney ve doğu bölgelerinde Şafi mezhebi yaygındır.

Kaynak: Hasan Serhat Yeter, FIKIH 1 (Şafii Mezhebi), 2017

İslam ve İhsan

ZEKÂT NASIL VERİLMELİ (ŞAFİİ FIKHI)

Zekât Nasıl Verilmeli (Şafii Fıkhı)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.