Zekât Nasıl Verilmeli (Şafii Fıkhı)

Şafii mezhebine göre zekat nasıl verilmelidir? Maddeler halinde zekat nasıl verilmeli sorusunun cevabı...

  1. Müslüman zekâtını sadece Allah’ın rızâsına kavuşmak için vermeli, bu farîzayı “başa kakmadan” ve “ezâ vermeden” yerine getirmelidir. Yâni kalb kırarak, fakîri küçümseyerek, eziyet ederek ve başa kakarak yapılan bir hayrın Allâh indinde hiçbir değeri yoktur.
  2. Şâfiî ve Hanbelîler’e göre insanları bu ibadeti yapmaya teşvik etmek için zekâtın açıkça verilmesi daha uygundur. Hanefîler’e göre zekâtın, alanın onurunun zedelenmemesi ve gösteriş şaibesinden uzak olması için gizlice verilmesi daha iyidir. Yüce Allah şöyle buyurur:

“Sadakaları(zekâtları) açıkça verirseniz iyi olur. Eğer onları yoksullara gizlice verirseniz sizin için daha iyidir. Böyle yaptığınız için Allah sizin günahlarınızı bağışlar. Allah yapmakta olduklarınızı noksansız bilir”[1] .

Bütün fakihlere göre zekât dışındaki sadakaları ve gönüllü ödemeleri gizlice vermek efdâldir.

  1. Zekât veren kişinin, fakire verdiği şeyin zekât olduğunu bildirmemesi daha iyidir. Mâlikî fakîhleri “Veren kişinin zekât olduğunu söylemesi mekruhtur, çünkü fakirin gönlünü incitmektedir.” demişlerdir.
  2. Müslümanın zekâtını mutlaka kendisi vermesi şart değildir. Bu farîzanın edâsı için güvenilir bir müslümanı veya vakfı vekil tayin edebilir. Zengin, vekil olarak tayin ettiği şahıs veya vakfa zekât olduğunu bildirmeli ve zekâtını yerine ulaştırmalıdır.

Mâlikî fakihlerinden bazıları riyâ ve insanların bu husustaki övgülerinden kaçınmak için vekil vasıtası ile zekât vermeyi daha uygun görmüşlerdir.

  1. Zekât, verilme zamanı gelince geciktirmeden yerine getirilmelidir. Zekâtı ödenmemiş bir mal, temiz olmaktan çıkar. Bu sebeple özürsüz olarak zekâtını geciktiren günahkâr olur. Çünkü zekât, fakirlerin hakkı olup zenginin yanında duran bir emanet hükmündedir. Kişi, emaneti alıkoyup sahibine teslim etmeme hakkına sahip değildir. Ancak uzak bir yerden gelecek yoksul bir akraba veya komşusu varsa yahut çevresindeki fakirlerden daha yoksul biri varsa, o takdirde bekletebilir.
  2. Nasıl ki vadeli borçlar vadesinden önce ödenebiliyorsa, nisab miktarı mala sahip olan bir kişi de dilerse üzerinden bir yıl geçmesini bekle­meden, malının zekâtını verebilir. Nitekim Hz. Ali'nin rivayetine göre Hz. Abbas, zekâtını vaktinden önce vermek için Resûlullah’tan (s.a.v.) izin istemiş, o da kendisine bu izni vermiştir.[2]
  3. Zekât olarak verilen malın, düşük kalitede olmaması gerekir. Müslüman, kendisine verilmesini istemediği malları başkalarına zekât olarak vermemelidir.
  4. Zekât ve sadaka verileceği zaman yüzsüzlük edenler ile gerçek fakirler, fakîrlik ve sıkıntılarını sîneye çekenler birbirlerinden ayırt edilmelidirler. Zekât mükellefi, Allah’tan korkan, hayâsından dolayı ihtiyacını insanlara söyleyemeyen kimseleri araştırıp bulmalı ve zekâtını onlara vermeye çalışmalıdır.
  5. Zenginden zekât talep etmek uygun olmaz. Fakat bir âfet söz konusu olduğunda istemede bir mahzur bulunmaz. Nitekim sevgili Peygam­berimiz, Kubeyse b. Muharik'e, zekât istemenin üç kişiye helâl olacağını, bun­lardan birinin de şu konumdaki kişi olduğunu beyan buyurmuştur: “.. Biri de şu adamdır ki, bir âfetle karşılaşır, bu âfet onun malını alıp gö­türür. İşte o adamın zekât malından istemesi helâl olur ki bu sayede normal bir geçime kavuşsun.”[3]
  6. Zekât, zengin olan kişinin kendisinin veya malının bulunduğu yerde yaşayan fakirlere verilmelidir. Zekâtın, kendilerine zekât verilebilecek aynı yerleşim yerindeki akrabaya ödenmesi daha faziletlidir. Bulunduğu yerde müstehaklar varken, zekâtı başka yerlere nakletmek haramdır. Zekâtı bir beldeden başka bir beldeye, muhtaç akrabaları için de olsa nakledilmek caiz değildir. Nakledildiği takdirde zekât ödenmiş sayılmaz. Mal, nerde ise zekât oranın fakirlerine verilmelidir. Orada fakir bulunmazsa en yakın yere nakledilebilir. Hanefi mezhebine göre, kendi ikâmet bölgesinin dışında fakir akraba veya daha muhtaç kimseler varsa, zekâtı onlara göndermekte bir mahzur yoktur.
  7. Zekât verirken ve alırken duâ edilmelidir. Yüce Allah Tevbe sûresi 103. âyette Hz. Peygamber’e hitaben şöyle buyurur:

“Onların mallarından sadaka (zekât) al ki bununla onları (günahlardan) temizleyesin, onların sevaplarını arttırıp yüceltesin. Onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir. Allah çok iyi işiten ve bilendir”. Bu emre uyarak Hz. Peygamber zekât getirene  “Allahım, filânın ailesine bereket ver”[4] diye duâda bulunmuştur.

Zekât verirken Hz. Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem-'in yaptığı şu duâyı yapmak menduptur: “Allah’ım bu zekâtı benim için kazançlı kıl, onu gönülsüz ödemiş olduğum bir borç kılma”.

ŞAFİİ MEZHEBİ VE ŞAFİİ HAZRETLERİ

Şafi mezhebi; İmam Şafi’ye (r.a) nisbet edildiği için bu adla anılmıştır.  Şâfi mezhebinin kurucusu sayılan İmam Şafi (r.a) 767 (Hicri 150) yılında Gazze şehrinde (Filistin) doğdu. 

Şafi mezhebi önce Mısır’da sonra kısmen Suriye, Yemen, Irak ve Mâverâünnnehir’de yayıldı. Günümüzde Irak, Suriye ve Anadolu’nun güney ve doğu bölgelerinde Şafi mezhebi yaygındır.

Dipnotlar:

[1] Bakara sûresi 271. âyet

[2] Tirmizî, Zekât, 37; Ebû Dâvud, Zekât, 25; İbn Mâce, Zekât, 7

[3] Müslim, Zekât, 12

[4] Buhârî, Zekât, 64

Kaynak: Hasan Serhat Yeter, FIKIH 1 (Şafii Mezhebi), 2017

İslam ve İhsan

ŞAFİİ MEZHEBİNE GÖRE ZEKATIN SIHHAT ŞARTLARI

Şafii Mezhebine Göre Zekatın Sıhhat Şartları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.