Hud Suresi 112. Ayetin Peygamberimizde Bıraktığı Derin Etki

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Hud suresinin 112. ayetindeki Allah emri karşısında yaşadığı derin manevi etkiyi ve bu ayetin ümmet üzerindeki önemini Abdullah Sert Hocaefendi’den dinleyin.

Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimize ve onun şahsında biz ümmete şöyle buyuruyor:

“(Ey Habîbim!) Emrolunduğun gibi istikâmet üzere ol! Sen’inle beraber tevbe eden (mü’min)’ler de emrolundukları gibi istikâmet üzere olsunlar! Ve sakın (bu hususta) aşırılığa kaçmayın!..” (Hûd Sûresi, 112)

Cenâb-ı Hak önce Habibine, sonra da onunla beraber tövbe eden müminlere sesleniyor. Onlar da hayatlarının her anını şöyle bir gözden geçirsinler:

— Ben ana caddede miyim, yoksa kalbim biraz daha farklı yerlere mi kaydı?

— Kalbim kayıyor mu, bir yerlere savruldu mu?

Bunlar hep çok önemli. Bizler için… Evet, bütün Allah’ın bana verdiği imkanları nasıl kullanıyorum, nerelere gidiyor, bunların hepsi bizler için çok değerli, kardeşlerim. Çok önemli.

İşte bu yüzden Resûlullah Efendimiz, Hud Suresindeki bu ayet üzerine şöyle buyuruyor:

“…Hud Suresi beni ihtiyarlattı.” (Tirmizî, Tefsîr, 56/3297; Kurtubî, IX, 107)

Yani: “Beyaz sakalımı, saçlarımı beyazlattı.”

Sahabe-i Kiram soruyorlar:

— Ya Resûlallah, Nuh Suresinde peygamberlerin kavimlerinin helakları vardır, onlardan mı çok korktunuz? Benim kavmimde helak olur diye mi endişe ettiniz?

Hayır, diyor Efendimiz:

— Bu ayet-i kerime Allah bana neyi, nasıl emrediyorsa, yarın huzurunda ona vereceğim hesabın hassasiyeti nedeniyle böyle…

Çünkü ayet-i kerimede şöyle buyruluyor:

“Mürselin, kendilerine peygamber gönderilen kavimlere de soracağız. Biz peygamberlere de soracağız. Peygamberler de sorguya tabi tutulacak.”

Evet, bu yüzden Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ahiret hesabındaki veda hutbesinde, 120.000 sahabeye bir ikrar alıyor. Ahirete hazırlanıyor, dünyadan bir şehadet alarak gidiyor. Cenâb-ı Hak’ın bütün o hal ve hareketlerine şahit oluyor. Ama bize de bir şey öğretiyor.

Resûlullah Efendimiz neyi öğretiyor?

— Ey ashabım, yarın Allah’ın huzuruna vardığımızda Rabbim benim hakkında sizlere soracak. Ayet-i kerimede malumunuz, peygamber size şahit olacak diyor, ama ümmet de peygambere şahit olacak. Demek ki insanlar…

Peki o zaman ne diyeceksiniz?

— Ben size Allah’ın emrini tebliğ ettim mi?

120.000 sahabi birden:

— Evet, ettin ya Resûlallah!

Sonra Resûlullah Efendimiz ellerini kaldırıyor ve şöyle diyor:

— Şahit ol ya Rabbi, sen beni bir risalete görevlendirdin. Üzerime dikenler atıldı, işkenceler yapıldı, dişim kırıldı, kanım döküldü yerlere. Senin emirlerini tebliğ ettim ya Rabbi. Şimdi önümde 120.000 sahabi var.

İlk risaletle vazifelendirildiğim gün bana bir kadın inanmıştı, Hazreti Hatice.

“Şimdi de 120.000 sahabim var burada, onlar da şahitlik ediyor, ya Rabbi.”

İşte onun için Resûlullah Efendimiz:

— “Beni Hud Suresi ihtiyarlattı” (Tirmizî, Tefsîr, 56/3297; Kurtubî, IX, 107) diyor.

Niye?

— Çünkü Cenâb-ı Hak, emrolunduğun şekilde istikamet üzere olmanı emretti. Peygamberimizin tereddüdü yok, ümmetinin de tereddüdü yok. Allah ona neyi emrettiyse aynen yerine getirdi, şüphesiz zerrecik kadar sapma yok.

Ama Allah’ın Resulü, bütün çağlar müminler için örnektir.

Ben bir peygamber olarak bu ayetler karşısında titriyorsam, sizler de kullar olarak elbette Allah’ın bütün emirleri karşısında böyle bir hassasiyet göstermelisiniz.

Allah emretmiş. Ama Allah emrediyorsa, bizim ne hakkımız olabilir ki?

— Allah namazı emretmiş, hocam namazın faydası ne?

— Sonra şartı ne?

Bunlar sonraki meselelerdir, Rabbim kıl dedi, biz kılacağız. Kılsak, hikmetini sonra öğreniriz, binlerce hikmeti var. Ama önce “İşittik ve itaat ettik.” diyeceğiz.

Her sohbette bu kelimeyi söylemeye çalışıyorum:

— İşittik ve itaat ettik.

“Ya Rabbi, evet işittik ve itaat ettik, neyi emrediyorsun?”

— “Mirası böyle taksim edeceksiniz.”

— “Tamam ya Rabbi, böyle taksim ederiz.”

— “Evinize böyle gireceksiniz.”

— “Böyle gireriz ya Rabbi.”

— “Evinizden böyle çıkacaksınız.”

— “Böyle çıkarız ya Rabbi.”

— “Ticareti böyle yapacaksınız.”

— “Böyle yaparız ya Rabbi.”

— “Nikahı böyle kıyacaksınız.”

— “Böyle kıyarız ya Rabbi.”

— “Çocuğunuza bunu vereceksiniz.”

— “Böyle veririz ya Rabbi.”

Bize ne emrediliyorsa, onu yaparız. Türkçemizde bir tabir vardır:

“Biz emir kuluyuz.”

Bazıları bunu sadece laf olarak söyler ama gerçek anlamda biz emir kuluyuz. Kimin kuluyuz?

— Allah’ın kuluyuz, kulların kulu değil!

Allah’ın kulu olduğumuzu idrak etmek de çok önemlidir.

Allah’ın emir kullarıyız biz. Peki Allah Teâlâ bizi sevdiği için neyi neden yasaklıyor? Bizi sevdiği için emrettiği her hususta bir güzellik vardır bizim için. Onun hikmetine sonra bakacağız.

Allah’ın hiçbir emri yoktur ki bizim için faydası olmasın.

Ayrıca biz kulluğun gereği olarak deriz ki:

— “Sen Rabbimsin, ben kulunum.”

Ya Rabbi, sen bizim Rabbimizsin, sen neyi murat ediyorsun?

Sen murat ettin, beni yarattın. Neden yarattım diye sorma hakkım yok. Yaratmayabilirdin de. O halde bana “Neden emrediyorsun?” diye sorma hakkım da yok.

Emrediyorsun ya Rabbi, emrettiğini emrettiğin zamanda yapacağım.

— Güneş doğmadan kalkacaksın, kalkacağım ya Rabbi.

— Geceler kısaldı deme hakkım yok, gün 24 saat yine.

Şimdi saat 3.30’da kalkarsınız, kışın da 7-8’de kalkarsınız. Onun emrettiği zamandır. Bizim keyfimize göre değil, bizim isteğimize göre değil, bizim muradımıza göre değil, onun muradına göre.

Çünkü o yaratan, ona gidiyoruz, başka bir gideceğimiz yer yok. Ondan geldik, netice ona gidiyoruz diyoruz değil mi?

Bu yüzden kıymetli kardeşlerim, Hud Suresi’nin bu ayet-i kerimesi hep gözümüzün önünde olacak:

“Emrolunduğumuz şekilde yaşamaya mecburuz kullar olarak.”

Evet, nasıl emredildiyse, din de bize nasıl emredildiyse, o şekilde.

Kendimize göre bir din tarifi yapacak değiliz. Nitekim ayet-i kerimede buyrulur:

“Allah’a din mi öğretiyorsunuz?” (Hucurat Sûresi, 16)

Böyle olmalı diyoruz, ya dinin sahibi biz değiliz ki! Sahibi O bizi yaratmış, peygambere o göndermiş, kitabı o indirmiş. Haşa, indirdiği kitabı beğenmiyoruz.

İnsanoğlu:

— “Böyle olmalı hocam” diyor, ne demek böyle olmalı? Var mı böyle bir hakkımız?

O ne diyorsa o olacak.

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İ YAŞLANDIRAN SURE

Peygamber Efendimiz’i Yaşlandıran Sure

HUD SURESİNİN 112. AYETİ NE ANLATIYOR?

Hud Suresinin 112. Ayeti Ne Anlatıyor?

HUD SURESİNİN OKUNUŞU, ANLAMI VE TEFSİRİ

Hud Suresinin Okunuşu, Anlamı ve Tefsiri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.