Peygamber Efendimiz’in Veda Hutbesi’nde İnsanlara Verdiği Mesajlar

Veda Hutbesi nerede ve ne zaman okunmuştur? Peygamberimizin (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde verdiği evrensel mesajlar nelerdir? Peygamberimizin (s.a.v.) Veda Hutbesi ve zirveden insanlığa verdiği mesajlar.

Allah Rasûlü (s.a.v) 10. sene hacca gideceklerini îlân ettiler. O’nunla haccedebilmek için Arap Yarımadası’nın her tarafından insanlar sel gibi akın ettiler.

Zi’l-Kaʻde’nin bitmesine 5 gün kala Medîne-i Münvvere’den yola çıktılar.

Câfer-i Sâdık (r.a), babası Muhammed Bâkır Hazretleri’nden şöyle nakleder:

“Büyük sahâbîlerden Câbir bin Abdullah (r.a)’nın yanına girdik. Gelenlere kim olduklarını sordu. Sıra bana gelince:

«–Ben, Muhammed bin Ali bin Hüseyin’im» dedim… Heyecanlandı… Bana iltifat ederek şöyle dedi:

“–Merhaba sana ey kardeşimin oğlu! İstediğini sor!”

Ona sualler sordum, gözleri görmüyordu (âmâ idi). Namaz vakti gelmişti. Dokunmuş bir elbiseye bürünmüş bir hâlde kalktı. Ne zaman onu omzuna alsa bir tarafı kendisine doğru sarkıyordu; çünkü küçüktü. Cübbesi de yanı başında askıda asılı duruyordu. Onunla namaz kıldırdı.

 “–Bana Allah Rasûlü (s.a.v)’in haccını anlatın!” dedim. Parmakları ile dokuz saydı ve şöyle dedi:

“–Allah Rasûlü (s.a.v) dokuz sene beklediler. Bu müddet zarfında haccetmediler. Onuncu yılında hacca gideceklerini halka ilan ettiler. Bunun üzerine Medine’ye ülkenin her yanından dalga dalga insanlar akın etti. Hepsi de Allah Rasûlü (s.a.v)’e uymak, onun hac ibadetini nasıl yaptığını takip etmek ve tıpkı onun gibi yapmak istiyordu.

Onunla beraber yola çıktık, Zülhuleyfe’ye gelince, Esmâ bint-i Ümeys, Muhammed bin Ebî Bekir’i doğurdu. Allah Rasûlü (s.a.v)’e haber gönderip ne yapacağı hakkında bilgi istedi. «Yıkan, pamuk bağla ve sıkı sar, sonra da ihrama gir!» diye haber gönderdiler. Sonra Allah Rasûlü (s.a.v) oradaki mescidde namaz kıldırdılar. Sonra devesi Kasvâ’ya bindiler, Beydâ’ya çıkınca, bir baktım ki önü, arkası, sağı, solu insanlarla doluydu. Kimisi süvari idi, kimisi de yaya yürüyordu.

Allah Rasûlü (s.a.v) aramızdaydılar. O’na Kur’ân nâzil olurdu, mânâsını çok iyi bilirlerdi. O Kur’ân’la nasıl amel ederse biz de ona tâbi olarak öylece amel ederdik.

Hacca niyet edip tevhîdle şöyle telbiye getirdiler:

“Buyur Allah’ım, Sana geldim. Emrini yerine getirmek üzere muhabbetle sana yöneldim. Sen’in hiçbir ortağın yoktur. Emrine itaat ederek geldim, buyur Allah’ım! Hamd ve nîmet Sana âittir. Mülk de Sen’indir. Sen’in hiçbir ortağın yoktur.”

Onun ardından bütün insanlar da aynı şeyi söylediler. Telbiyede bulundular. Onların bu durumuna hiç bir itirazda bulunmadılar. Bu sırada Efendimiz (s.a.v) kendi telbiyelerine devam ettiler. Hacdan başka hiç bir gaye ve niyetimiz yoktu. Umre nedir bilmiyorduk. Beyt-i Şerif’e geldiğimizde Allah Rasûlü (s.a.v) Rükn’ü (Hacer-i Esved’i) istilâm ettiler. Üç kere hızlı yürüyüşle, dört kere de normal yürüyüşle tavaf yaptılar. Sonra Makâm-ı İbrahim’e gidip:

«Makâm-ı İbrâhim’de bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın)!» âyetini okudular.[1] Makam’ı, Kâbe ile kendi arasına aldılar. (Babam şöyle derdi: Makamda kıldığı her iki rek’atta da Kul yâ eyyühe’l-Kâfirûn ile Kul hüvellahu ehad sûrelerini okudular.) Sonra tekrar Rükn’e gidip istilâm ettiler. Sonra Safâ kapısından çıkıp doğru Safâ’ya gittiler. Safâ’da:

«Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah’ın koyduğu nişanlardandır» âyetini[2] okuduktan sonra, «Allah’ın başladığı yerden başlıyorum» diyerek Safâ’dan başladılar. Yukarıya çıkıp Beyt-i Şerif’i gördüler. Kıbleye yönelip Allah’ı tevhid etti, O’nu yüceltti, tekbir getirdi ve şöyle dediler:

«Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, sâdece O vardır. O tektir ve şerîki (ortağı) yoktur. Mülk O’nundur, hamd de O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir/her şeye gücü yeter. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, sâdece O vardır. Vaʻdini yerine getirdi, kuluna yardım etti ve (Hendek harbinde Medine’ye saldırmak için toplanan) kabileleri tek başına hezimete uğrattı.»

Sonra bunun arasında dua ettiler. Bunu tam üç kere söylediler. Sonra Merve’ye indiler, iki ayağı vâdinin içine varınca, hızlandılar. (Vâdiden) yukarıya çıkınca mutad olarak yürüdüler. Merve’ye gelince, Safâ’da yaptıkları gibi yaptılar. Saʻyin sonunu Merve’de bitirdiler. Şöyle buyurdular:

“Daha önce bu düşüncede olsaydım, Kurban getirmezdim de bunu (haccı) umre yapardım. Kimin yanında kurban yoksa hemen ihramdan çıksın ve bunu umre yapsın!”

Sürâka bin Mâlik bin Cüʻşum kalkıp şöyle dedi:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Bu sadece bu yıla mı mahsustur, yoksa her zaman için mi?”

Allah Rasûlü (s.a.v), parmaklarını birbirine geçirdiler ve iki kere:

“–İşte umre, hacca böyle girmiştir! Bu yıla mahsus değil, her zaman bu böyledir” buyurdular.

Hz. Ali, Yemen’den Nebî (s.a.v) için develer getirdi. Fâtıma’nın ihramdan çıktığını ve renkli elbiseler giyip sürme çektiğini gördü. Bu halini hoş karşılamayınca Fâtıma şu cevab verdi: «Bunu bana muhterem babam emrettiler.»

Hz. Ali, Irak’tayken şöyle derdi: “Bunun üzerine hemen Allah Rasûlü (s.a.v)’e gittim ve:

«–Fâtıma’yı ihrâmdan çıkmış olarak gördüm, renkli elbise giymiş üstelik gözlerine de sürme sürmüş. Neden böyle yaptığını kendisine sorunca, “Bunu bana muhterem babam emrettiler” dedi. Gerçekten ey Allah’ın Rasûlü bunu ona Siz mi emrettiniz?» dedim. Allah Rasûlü (s.a.v):

«–O doğru söylemiş. Peki, sen hacca niyetlenirken ne dedin?» buyurdular.

«–“Allah’ım! Ben Allah Rasûlünün niyeti gibi niyet ediyorum. O’nun gibi ihrama girip telbiye getiriyorum” dedim.»

«–Benim yanımda kurban var, sen ihramdan çıkma!» buyurdular.”

Gerek Nebî (s.a.v)’in getirdiği gerekse Ali’nin Yemen’den getirdiği kurbanların yekûnu yüz idi.

İnsanların hepsi, ihramdan çıktılar ve tıraş oldular. Ancak Nebî (s.a.v) ile beraberinde kurban olanlar ihramdan çıkmadılar ve tıraş da olmadılar. Terviye günü olunca, doğru Minâ’ya gittiler, hacca niyet ettiler. Allah Rasûlü (s.a.v) devesine binip gittiler. Mina’da öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabahı kıldılar. Güneş doğuncaya kadar biraz beklediler. Daha sonra kıldan çadırının kurulmasını istediler, ashâbı da onu Nemire denilen yere kurdu.

VEDA HUTBESİ’NDEKİ EVRENSEL MESAJLAR

Sonra yollarına devam ettiler. Kureyş kendilerinin Câhiliye devrinde yaptıkları gibi onun da Meşʻar-i Haram’da duracağında şüphe etmiyorlardı. Hâlbuki Efendimiz (s.a.v), oradan geçip gittiler, Arafat’a vardılar. Çadırın Nemire’de kurulduğunu gördüler. Oraya inip konakladılar. Güneş tepeden meyledince emrettiler, Kasvâ’sı hazırlandı. Ona binip doğru vâdinin içine geldiler ve orada insanlara şöyle hitâb ettiler:

“Kanlarınız, mallarınız birbirinize, bu gününüzün, bu ayınızın ve bu beldenizin hürmeti gibi haramdır.

Câhiliyeden kalma her türlü âdet ve gelenekler ayağımın altındadır, kaldırılmıştır. Cahiliyeden kalma kan davaları da kaldırılmıştır. Kanlarınızdan ilk kaldırdığım dava, İbn Rabîa bin el-Hâris’in kanıdır. O Saʻd oğullarında sütannedeydi. Hüzeyl kabilesi onu öldürmüştü.

Cahiliyeden kalma ribâ (faiz) da kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım ribâ, Abbâs bin Abdi’l-Muttalib’in ribâsıdır. Onun hepsi kaldırılmıştır.

Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Çünkü siz onları Allah’ın emânı ile aldınız, onları Allah’ın kelimesiyle helâl edindiniz. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, hoşlanmadığınız kimseleri evinize almamalarıdır. Bunu yaparlarsa onları, zarar vermeyecek şekilde dövün!

Onların sizin üzerinizde olan hakları; usûlü dairesince yemek, içmek ve giyimleridir.

Size bir şey bırakıyorum, ona sarılırsanız asla sapıtmazsınız; o, Allah’ın Kitâbı’dır. Size benden soracaklar, o zaman ne diyeceksiniz?”

Ashâb-ı kirâm: “Biz şehâdet ediyoruz ki, sen tebliğ ettin, vazifeni yerine getirdin, öğüt verdin!” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şehâdet parmağını semâya kaldırıp insanlara karşı çevirerek üç kere: “Allah’ım! Şahit ol, Allah’ım şahit ol, Allah’ım şahit ol!” dediler

Ondan sonra Bilâl (r.a) ezân okudu, kâmet getirdi. Nebî (s.a.v) öğle namazını kıldırdılar. Sonra yine kâmet getirdi, ikindi namazını kıldırdılar. Bu iki namaz arasında hiç bir şey kılmadılar. Sonra Kasvâ’ya binip vakfe yerine geldiler. Devesinin karnını kayalara doğru, yayaların toplandığı yerin önüne alıp kıbleye karşı durarak (dua ettiler). Bu vakfeleri Güneş batıncaya kadar devam etti. Ondan sora Üsâme’yi terkilerine alarak deveyi mahmuzladılar. Dizginini sıkı tutup hızlandırdılar. Hatta yularını o kadar kasmışlardı ki neredeyse başı semerinin altındaki deriye çarpıyordu. Bir yandan da insanlara eliyle, “Sükûneti muhâfaza edin, sükûneti muhafaza edin” diye işaret ediyorlardı. Kum tepeciklerinden herhangi birine geldiklerinde düze çıkıncaya kadar dizgini biraz gevşetiyorlardı. Nihayet Müzdelife’ye geldiler. Orada bir ezan, iki kâmetle cemʻ-i te’hîr olarak akşamla yatsıyı bir arada kıldırdılar. Aralarında hiç bir şey (sünnet) kılmadılar. Tan yeri ağarıncaya kadar uzanıp istirahat ettiler.

Sabah olunca bir ezan, bir kâmetle sabah namazını kıldırdılar. Sonra Kasvâ’ya binip Meşʻar-i Haram’a vardılar. Üstüne çıktılar, kıbleye karşı durup Allah’a hamd ettiler, tekbir ve tehlîl getirdiler. O’nun birliğini tekrarladılar. Güneş doğmadan hava iyice aydınlanıncaya dek vakfeye durdular.

Güneş doğmadan Fadl bin Abbâs’ı da terkilerine alarak deveye bindiler. Fadl saçı güzel, beyaz tenli ve yakışıklı bir delikanlı idi. Güzel bir kadın yoldan geçerken, Fadl ona bakmaya başladı. Allah Rasûlü (s.a.v) yüzüne elini koyunca, bu defa Fadl öbür yandan bakmaya başladı. Yine elini yüzüne koyunca öbür tarafa çevirip yine bakmaya başladı. Nihayet Batn-ı Muhassir’e vardılar. Deveyi biraz hareketlendirip Cemretü’l-Kübrâ’ya çıkan orta yola girdiler. Nihayet ağacın yanında bulunan Cemre’ye geldiler, ona yedi taş attılar ve her atışta tekbir getirdiler. Taşları vâdinin içinden attılar.

Sonra kurban kesilen yere gittiler, kendi mübarek elleriyle 63 deve kestiler. Sonra (bıçağı) Hz. Ali’ye verdiler, kalanını da o kesti. Hz. Ali’yi kurbana ortak etmişlerdi. Sonra her deveden bir parça et alınıp tencereye kondu ve pişirildi, sonra beraberce yediler. Çorbasından da içtiler.

Allah Rasûlü (s.a.v) sonra devesine binip Beyt-i şerif’e gittiler. Mekke’de öğle namazını kıldırdılar. Abdu’l-Muttalip oğulları zemzemden su çekip ikrâm ediyorlardı. Onların yanına varıp:

«–Ey Abdulmuttalip oğulları! Su çekin! Eğer insanların yanınızda kalabalık yapmalarından korkmasaydım ben de sizinle beraber su çekerdim» buyurdular. Kendisine kovayı uzatıp verdiler, doya doya zemzemden içtiler.”

 Diğer rivayette Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Ben kurbanı burada kestim. Ama Minâ’nın her yerinde kurban kesilebilir. Evlerinizde, çadırlarınızda kesebilirsiniz. Ben burada vakfeye durdum, amma Arafat’ın her yeri vakfe yeri olur. Burada durdum lâkin (Arafat’ın) hepsi mevkiftir. Her yerinde vakfeye durulabilir.”[3]

SİZİN KANLARINIZ, MALLARINIZ, BİRBİRİNİZE HARAM KILINMIŞTIR

Ebû Bekre (r.a) şöyle anlatır:

“Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) (Haccetü’l-Vedâ’da) devesinin üzerine oturdular. Devenin dizginini bir kişi tutuyordu.

«‒Bu gün hangi gündür?» diye sual ettiler.

Sükût ettik, o derecede ki o günü başka bir isimle isimlendirecek zannettik.

«‒Kurban günü değil mi?» buyurdular.

«‒Evet!» dedik. Sonra:

«‒Bu ay hangi aydır?» diye sordular.

Yine sükût ettik, o derecede ki o ayı başka bir isimle tesmiye edecek zannettik.

«‒Zilhicce değil mi?» buyurdular.

«‒Evet!» dedik. Sonra:

«‒Bu hangi şehirdir?» diye sordular.

Yine sustuk, o derecede ki şehre başka bir isim verecek zannettik.

«‒Mekke değil mi?» buyurdular.

«‒Evet!» dedik.

Bunun üzerine şöyle buyurdular:

«‒Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız bu şehir içinde, bu ayda bu günün hürmeti kadar birbirinize haramdır. Burada bulunan, burada olmayana (bunu) teblîğ etsin! Olabilir ki sözü bizzat dinleyip (ilmi öğrenen) kişi, bunu daha iyi anlayacak birine teblîğ eder».” (Buhârî, İlim, 9)

“BENDEN SONRA BİRBİRİNİN BOYNUNU VURAN KÂFİRLERE DÖNMEYİNİZ!”

Allah Rasûlü (s.a.v) bu hutbesinden başka Minâ’da başka hutbeler de îrâd buyurdular.

İbn-i Ömer (r.a) şöyle buyurur:

Rasûlullahardıullahye kondu ve pişirildi;a onumiştir.aha sonra da azim ve kararlılığıdır. Hazret-i Muhammed (s.a.v) aramızda iken Vedâ Haccı’ndan söz ediyorduk, ama Vedâ Haccı’nın ne olduğunu bilmiyorduk. Nihayet, Rasûlullah (s.a.v) Allah’a hamd ve senada bulundular, sonra da deccâldan bahsederek onun hakkında uzunca bilgi verdiler. Şunları söyledi:

“Allah Teâlâ’nın gönderdiği her nebî, ümmetini deccâl konusunda uyarmıştır. Nuh ve ondan sonraki nebîler, ümmetlerini bu konuda uyarıp sakındırdılar. Şüphesiz ki o sizin aranızda çıkarsa, onun durumu ve hali size gizli kalmaz. Rabbinizin tek gözü kör olmadığı size gizli kalan, bilmediğiniz bir şey değildir. Deccalin ise, sağ gözü kör olup, sanki salkımından dışarı fırlamış yaş bir üzüm tanesi gibidir. Uyanık olunuz! Allah Teâlâ birbirinizin kanlarını ve mallarını, şu ayınızda bugününüzü haram kıldığı gibi, birbirinize haram kılmıştır. Dikkat ediniz, sizlere tebliğ ettim mi?”

Ashâb-ı kirâm:

“‒Evet tebliğ ettin!” dediler. Allah Rasûlü (s.a.v):

“‒Allahım! Şahit ol!” diye üç defa tekrarladılar. Sonra da:

“‒Size yazık olur, bakınız, sakın benden sonra birbirinizin boynunu vurup da küffâra dönmeyiniz!” buyurdular. (Buhârî, Meğâzî 77. Bkz. Müslim, Îmân 274, Fiten 100)

Cerîr (r.a)’den nakledildiğine göre Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) Vedâ Haccı’nda ona:

“‒İnsanları sustur da dinlesinler!” diye emretmişler. (İnsanlar sükût ettikten sonra da şöyle buyurmuşlar):

“‒Benden sonra birbirinin boynunu vuran kâfirlere dönmeyiniz!” (Buhârî, İlim, 43)

VEDA HUTBESİ NASİHATLARI

Efendimiz (s.a.v), Vedâ Hutbesi’nde şöyle buyurmuşlardır:

“Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarılırsanız yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Biri Allâh’ın kitabı, diğeri de Peygamberinin Sünneti’dir.” (İbn-i Hişâm, IV, 276; Muvatta’, Kader, 3)

Amr bin Ahvas (r.a) der ki: Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i Vedâ Haccı’nda insanlara şöyle hitâb ederken işittim:

“…Dikkat edin! Şeytan, şu topraklarınızda kendisine tapılmasından ebediyyen ümîdini kesmiştir. Ancak, küçük gördüğünüz amellerinizde (günahlarda) ona itaat söz konusu olacaktır. O da bunlardan memnun kalacaktır…” (Tirmizî, Fiten, 2/2159; İbn-i Mâce, Menâsık, 76; Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ, II, 444/4100. Ayrıca bkz. Hâkim, II, 32/2221; Beyhakî, Şuab, V, 454)

Rasûlullah (s.a.v), Vedâ Hutbesi’nde ümmetini şeytana karşı uyardıktan sonra:

“Küçük deyip hakir gördüğünüz amellerden (günahlardan) kaçınmak sûretiyle dîniniz üzerine titreyiniz!” buyurmuşlardır. (Heysemî, III, 267)

Ebû Ümâme (r.a) der ki: Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i Vedâ Haccı’nda insanlara hitâb ederken dinledim. Şöyle buyurdular:

“Rabbiniz olan Allah’a karşı takvâ sahibi olunuz! Beş vakit namazınızı kılınız. Ramazan orucunuzu tutunuz. Mallarınızın zekâtını hakkıyla ödeyiniz. İdârecilerinize itaat ediniz! (Bu takdirde doğruca) Rabbinizin Cennet’ine girersiniz.” (Tirmizî, Cum’a, 80/616)

Efendimiz (s.a.v) Vedâ Hutbesi’nde şöyle buyurmuşlardır:

“Ey İnsanlar! Dikkat edin: Rabbiniz birdir, babanız (Âdem) birdir. Dikkat edin! Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, kırmızı tenlinin siyah tenliye, siyah tenlinin kırmızı tenliye hiçbir üstünlüğü yoktur. Bunlar birbirlerine karşı ancak takvâ ile üstün olabilirler.” (Ahmed, V, 411)

Rasûlullah (s.a.v) Vedâ Haccı’nda:

“−Ey insanlar! İlim sizden alınmadan ve ortadan kaldırılmadan evvel ondan nasîbinizi alınız!” buyurmuşlardı… Bir bedevî şöyle sordu:

“−Yâ Nebiyyallâh! İlim bizden nasıl kaldırılır? Ellerimizde Mushaf nüshaları mevcut, onu bütün muhtevâsıyla öğrendik, kadınlarımıza, çoluk çocuğumuza ve hizmetçilerimize de öğrettik…”

Rasûlullâh (s.a.v) de ehl-i kitabın İncil ve Tevrat’ı okudukları halde ahkâmıyla amel etmediklerini, dolayısıyla bu kitaplar sanki yokmuş gibi onlara hiçbir fayda sağlamadığını misâl verdiler ve Müslümanları böyle olmamaları için îkâz ettiler. (Bkz. Ahmed, V, 266; Heysemî, I, 200. Krş. Tirmizi, İlim 5/2653)

“BUGÜN DİNİNİZİ KEMÂLE ERDİRDİM, SİZE OLAN NİMETİMİ TAMAMLADIM VE SİZİN İÇİN DİN OLARAK İSLÂM’DAN RÂZI OLDUM”

Bir gün bir Yahûdî, Hz. Ömer’e:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Sizin Kitâb’ınızda okuduğunuz bir âyet var ki şâyet o âyet biz Yahûdilere inmiş olsaydı o günü bayram îlân ederdik!” dedi.

Hz. Ömer (r.a):

“–Hangi âyet?” diye sordu.

“–«Bugün dininizi kemâle erdirdim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan râzı oldum»[4] âyeti” dedi.

Hz. Ömer (r.a) şöyle cevap verdi:

“–Biz o âyet-i kerimenin Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e indiği ânı ve mekânı hakkıyla biliyor (ve kıymetini takdir ediyoruz). Âyet-i kerime nâzil olduğunda Rasûlullah (s.a.v) Arafat’ta ayakta duruyorlardı, günlerden de Cuma idi.” (Buhârî, Îmân, 33; Meğâzî, 77; Tefsîr, 5/2; Müslim, Tefsir, 3-5)

Enes bin Mâlik (r.a)’den nakledildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) (Haccetü’l-Vedâ’da) tıraş oldukları zaman saçından en evvel alan (Hz. Enes’in üvey babası) Ebû Talha (r.a) olmuştur. (Buhârî, Vudû’, 33)

Rasûlullâh (s.a.v) tıraş olunca saç tellerini, yanındaki ashâbına birer ikişer dağıtmışlardır. (Müs­lim, Hacc, 324)

İnsanlar da Efendimiz’in mübarek saçlarından alabilmek için birbirleriyle yarış etmişlerdir. (Ahmed, III, 256)

Bu hâdise tâbiînin büyüklerinden Abîde es-Selmânî’ye nakledilince şöyle demiştir:

“Efendimiz’in bir saçının yanımda olması, bana, yerin altındaki ve üstündeki tüm altın ve gümüşlerden kesinlikle daha sevimlidir.” (Ahmed, III, 256)

BİLMEYEREK YAPTIĞINIZ İÇİN GÜNAH YOKTUR, ANCAK FİDYE GEREKİR

Abdullah bin Amr bin Âs (r.a) şöyle buyurur:

“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz Vedâ Haccı’nda, insanlar mes’elelerini sorup öğrensinler diye Minâ’da durdular. Yanlarına biri gelip:

«‒Bilemedim de kurban kesmeden tıraş oldum?» dedi. Efendimiz (s.a.v):

«‒Kurbanını kes, günâhı yok!» buyurdular. Diğeri gelip:

«‒Bilemedim de şeytan taşlamadan evvel kurban kestim?» dedi. Efendimiz (s.a.v):

«‒Şeytanı taşla, günâhı yok!» buyurdular.

Nebiyy-i Mükerrem (s.a.v) Efendimiz’e (o gün Remy, nahr, halk, tavâf gibi Bayram günü yapılacak amellerden) takdîm veya tehir edilmiş hiçbir şey sorulmadı ki cevâbında: «Yap, günâhı yok!» buyurmuş olmasınlar!” (Buhârî, İlim, 23)

Âlimlerimiz, haccın Şeytan taşlamak, Kurban kesmek, Tıraş olmak ve İfâda Tavâfı gibi rükünlerini sıra ile yapmanın sünnet mi yoksa vâcib mi olduğu husûsunda ihtilâf etmişlerdir. İmâm Ebû Hanîfe, İmâm Mâlik ve benzerleri, vâcib olduğunu söyleyerek bunların sırasını değiştirenlerin keffâret olarak bir kurban kesmeleri gerektiğini ifâde etmişlerdir. Her iki tarafın da delillerinin tafsîli fıkıh kitaplarımızda mevcuttur.

Sırayı gözetmenin vâcib olduğunu söyleyenlere göre Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in bu hadîs-i şerîfteki kasıtları “Bilmeyerek yaptığınız için günah yoktur, ancak fidye gerekir” şeklindedir.

“EY ABDÜLMUTTALİB OĞULLARI, ÇEKİNİZ! SİZ SÂLİH BİR AMEL ÜZERESİNİZ!”

Allah Rasûlü (s.a.v) Harem-i Şerif’teki su ve şerbet ikrâm edilen sebîl mahalline gelerek içecek istediler. Abbâs (r.a), oğluna:

“–Fadl! Annene git ve yanındaki husûsî içecekten Efendimiz’e getir!” dedi. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

“–Hayır, bana herkesin içtiği bu içecekten ver!” buyurdular.

Hz. Abbâs:

“–Yâ Rasûlallah, buraya bazen insanların eli dokunuyor” dedi.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):

“–Olsun, sen insanların içtiği yerden ver!” buyurdular ve Hz. Abbâs’ın ikram ettiği meşrubatı içtiler.

Sonra Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Zemzem kuyusuna geldiler. Hz. Abbâs’ın âilesi burada kuyudan su çekiyor ve hacılara ikram ediyorlardı. Rasûlullah (s.a.v):

“–Ey Abdülmuttalib oğulları, çekiniz! Siz sâlih bir amel üzeresiniz!” diye taltîf buyurdular. Sonra da:

“–İnsanlar, (benim yaptığım bir şeyi tatbik etmek için) hücûm edip başınızda kalabalık etmeyecek olsalardı, ben de devemden iner, kuyunun ipini şuraya koyar, sizin gibi su çekerdim” buyurdular. Bu esnâda eliyle mübârek omuzlarına işâret ediyorlardı. (Buhârî, Hac, 75)

“YÜCE ALLAH’IN KİTABINI TUTUNUZ VE ONA SIMSIKI SARILINIZ!”

Rasûlullah (s.a.v) ve Müslümanlar, vedâ tavafını yaptıktan sonra hep birlikte Medine yolunu tutmuşlardı. Rasûlullah (s.a.v), Cuhfe’de Ğadîr-i Humm mevkiinde konakladılar. Oradaki iki ağacın altı süpürülüp temizlendi. Semüre ağacının üzerine bir elbise gerilerek Efendimiz’i Güneş’in sıcağından korumak için gölgelik yapıldı.

Rasûlullah (s.a.v) orada öğle namazını kıldılar. Müslümanlara hitab etmek üzere ayağa kalktılar. Allah’a hamd ü senada bulundular. Kıyâmet gününe kadar olup bitecek hâdiselerden haber verdiler. Vaaz ve nasihatta bulundular. Sonra da:

“–Ey insanlar! Bilesiniz ki ben de ancak bir insanım. Çok sürmez, Yüce Rabbimin elçisi bana gelecek ve ben de onun davetine icabet edeceğim. Size iki mühim emanet bırakıyorum: Onların birincisi Yüce Allah’ın Kitâbı’dır ki onun içinde hidayet ve nûr vardır. Yüce Allah’ın Kitabını tutunuz ve ona sımsıkı sarılınız!”

Rasûlullah (s.a.v) bunun devamında Allah’ın kitabını okuyup öğrenmeye ve diğer insanlara öğretmeye teşvik eden, insanları buna özendiren bir konuşma yaptılar. Sonra şöyle devam ettiler:

“–Size bıraktığım ikinci emanet Ehl-i Beyt’imdir, ev halkımdır. Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım!”

Sonra Hz. Ali’nin elinden tutup:

“–Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır! Allah’ım! Ona dost olana dost ol! Düşman olana düşman ol! Ona yardım edene yardım et!” diyerek Allah’a yalvardılar.

Hz. Ömer (r.a), Hz. Ali’yle karşılaşınca:

“–Ey Ebû Tâlib’in oğlu! Ne mutlu sana! Ebede kadar bütün erkek ve kadın mü’minlerin mevlâsı oldun!” diyerek onu tebrik etti.[5]

Hz. Ali (r.a) Yemen’den yeni gelmişti. Bazı askerler ondan şikâyetçi olarak kendilerine çok sert muâmele ettiğini vs. söylemişlerdi. Allah Rasûlü (s.a.v) bu şikâyetlere son vermek için Hz. Ali’nin faziletlerinden bahsederek bu konuşmayı yaptılar.

Dipnotlar:

[1] el-Bakara, 125. [2] el-Bakara, 158. [3] Müslim, Hacc, 147-148; Ebû Dâvud, no: 1905; Tirmizî, no: 862, 856, 2967; Nesâî, I, 195, 122; V, 164, 232, 240, 155; İbn-i Mâce, no: 3074; Ebû Ya’lâ, no: 2126. [4] el-Mâide, 3. [5] Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36; Tirmizî, Menâkıb, 19/3713; İbn-i Mâce, Mukaddime, 11/116; Ahmed, IV, 281, 367-368, 370, 372; Heysemî, IX, 104-107; İbn-i Sa’d, II, 202; Vâkıdî, III, 1114.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

VEDA HUTBESİ

Veda Hutbesi

PEYGAMBERİMİZİN VEDA HUTBESİ’NDE YER ALAN KONULAR NELERDİR?

Peygamberimizin Veda Hutbesi’nde Yer Alan Konular Nelerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.