Osmanlı, Peygamber Efendimiz’e Nasıl Hürmet Göstermişti?

Kubbe-i Hadra’dan mukaddes emanetlere, Ravza-i Mutahhara’daki sessizlikten Mevlid kandillerine kadar Osmanlı’nın Efendimiz’e (s.a.v.) gösterdiği derin saygı ve muhabbetin izleri…

Kur’ân ve sünnete derin bir muhabbet ve itaatle temâyüz ederek altı asır İslâm’ın sancaktarlığını îfâ eden ve dünyaya İslâm’ın güler yüzünü göstererek hak ve hukuk tevzî etme şerefine nâil olan mübârek ecdâdımız Osmanlı’nın, Peygamber Efendimiz’e karşı sahip olduğu gönül hassâsiyetleri, meydana getirdikleri yüksek medeniyetten daha muhteşemdir.

OSMANLI’NIN EFENDİMİZ’E GÖSTERDİĞİ DERİN SAYGI VE MUHABBETİN İZLERİ

Her Peygamber âşığının yakından görmek için can attığı Peygamber Efendimiz’in kabr-i şerîfinin üzerine ilk kubbeyi Memlük Sultânı Kayıtbay inşâ ettirmiştir. Mescidin yıpranan yerlerinin tamiri ve bugünkü yeşil kubbeyi inşâ ettirme şerefi ise Osmanlı Sultanlarından II. Mahmud’a nasîb olmuştur.

Zikirle İnşa Edilen Kubbe: Kubbe-i Hadrâ

II. Mahmud, kubbenin yenilenmesi söz konusu olunca İstanbul’dan işinin ehli mimar ve ustalar gönderir. Bu mimar ve ustalar, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in makâmının üzerindeki kubbenin tâmirâtını nasıl yapmaları gerektiği hususunda önce derin derin düşünürler. Çünkü mevcut kubbenin üzerine çıkılacak ve tuğlalar sökülerek yeniden inşâ edilecektir. Peygamberler Sultânı -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rûhâniyetini rahatsız edecek en ufak bir kabalığa veya edebe mugâyir bir harekete mahal vermeden bu nâzik vazife yerine getirilecektir. Yaptıkları istişârenin sonunda şu karara varırlar:

“Biz bu inşaat esnâsında hiç dünya kelâmı konuşmayalım. Meselâ tuğla istediğimizde Allah!”, su ibriğini istediğimizde Bismillâh!”, çekiç istediğimizde Lâ ilâhe illâllâh!” diyelim…”

İşte Kubbe-i Hadrâ / Yeşil Kubbe, böyle bir zikir meclisi rûhâniyeti içinde, büyük bir tâzim ve hürmetle inşâ edildi. Ayrıca Mescid-i Nebevî’nin tamirinde vazife alan ustalar, her taşı abdestli olarak ve besmele ile yerine koydular. Hattâ bir çivi çakmak îcâb ettiğinde, gürültü çıkarmasın diye çekiçlerine keçe bağladılar.

Ravza-i Mutahhara'da Gözetilen Edep

18. asrın sonlarında Derviş Ahmed Peşkârîzâde tarafından kaleme alınan “Tayyibetü’l-Ezkâr” isimli hâtıratta, Ravza-i Mutahhara’da gözetilen edep, hürmet ve nezâketin bir misâli şöyle nakledilmektedir:

“Yatsı namazı kılınıp cemaat gittikten sonra, Ravza vazifelileri olan ağalar, ellerine birer fener alıp Harem-i Şerîf’i köşe köşe gezer ve Bâbü’s-Selâm’a gelip kapıyı kapatırlar. Eğer içeride bir kimse görürlerse; Bismillâh!” diyerek dışarı çıkmasını işâret ederler. Zira Harem-i Şerîf’te dünya kelâmı olmaz. Eğer Hücre-i Şerîf’te bir kimse olursa, ona da; Lâ ilâhe illâllâh!” diye seslenirler.

Güneşin doğmasına üç saat kala, (yani teheccüd vakti girince) müezzinlerin reisi kapının dışında bir kere; Lâ ilâhe illâllâh!” diye nidâ eder. İçerideki nöbetçiler bunu duyunca; Muhammedü’r-Rasûlullah!” diye seslenirler ve sonra kapıyı açarlar.”

Şüphesiz ki ecdâdımızın bütün bu zarâfet ve nezâketinden almamız gereken dersler bulunmaktadır. Bunlardan biri de, bilhassa Hac veya Umre’ye gidip Peygamber Efendimiz’i ziyâret edenlerin, orada gereksiz yere dünya kelâmı etmeyip boş sözleri terk etmeleri, dillerini ve gönüllerini zikrullâh ile yıkamaları, sükûnet ve edep içerisinde, salevât-ı şerîfelerle huzûr-i Rasûlullâh’a yüz sürmeleri gerektiğidir.

Yakın dönem Kâdirî şeyhlerinden, Medîne-i Münevvere ehli Ziyâuddin Efendi, o mübârek makâma gelenlere şu nasihatte bulunurlardı:

“Buraya gelen kimse, ayak ucuna bakarak Ravza’ya girmeli ve ayak ucuna bakarak evine, istirahatine dönmelidir.”

Yani çarşı-pazarda dünya telâşıyla meşgul olarak gönlündeki rûhâniyeti bozmamalı, orada hangi makamda bulunduğunu hatırından çıkarmamalıdır.

Hicaz Demiryolu’nda Rayların Keçe ile Kaplanmasının Sebebi

Ecdâdımızın Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e olan hürmet ve tâzîminin diğer bir misâli de şudur:

II. Abdülhamid Han, İstanbul’dan Medîne-i Münevvere’ye uzanan bir tren yolu yaptırmış ve istasyonlarını da Peygamber Efendimiz’in seferlerinde konakladığı yerlere inşâ ettirmiştir. Ayrıca Medîne tren istasyonunu Nebiyy-i Muhterem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rûhâniyetini rahatsız etmemek için Ravza’dan yaklaşık 2 km. uzağa yaptırmış ve Medîne içerisinde bulunan bütün raylar, -üzerinden vagonlar geçtikçe gürültü çıkarmasınlar diye- keçe ile kaplanmıştır.

Mukaddes Beldelerde Efendimiz’e Hürmet

Osmanlı’nın bu mukaddes beldelere yaptığı her hizmet, Şâir Nâbî’nin;

Sakın terk-i edebden kûy-i Mahbûb-i Hüdâ’dır bu;

Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ’dır bu!..

“Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun Sevgili Rasûlü Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın makâmı ve beldesi olan bu yerde edebe riâyetsizlikten sakın!..” îkâzıyla başlayan na’tinde dâvet ettiği edep, hürmet, muhabbet ve hassâsiyetin âdeta müşahhas birer ifâdesi mâhiyetinde idi.

Mukaddes beldelerde Allah Rasûlü’ne hürmet ve muhabbetin en müstesnâ numûnelerini sergileyen ecdâdımız, kendi memleketlerinde de Harameyn’in rûhâniyetini taşıyan bir bâd-ı sabâ misâli, pek çok güzelliği örf hâline getirmişlerdir.

Osmanlı’da Cemaate Okunan Üç Şerîf

Allah Rasûlü’ne muhabbeti ve dolayısıyla îman heyecanını zinde tutmak gâyesiyle, câmilerde icâzetli kimseler tarafından cemaate üç kitabı okumak bir örf hâline getirilmişti. Bu üç kitaba -hürmeten- şerîf sıfatı verildi. Bunlar; Buhârî-i Şerîf, Şifâ-i Şerîf ve Mesnevî-i Şerîf idi.

Osmanlı’nın Muhammedî Tavrı

Temelinde Kur’ân’a hürmet ve tâzîmin bulunduğu Osmanlı’nın, mukaddes emanetleri âdeta baş tâcı etmesi de eşsiz bir muhabbet numûnesidir. Yine Osmanlı, Allah için savaşan her askerine Mehmetçik adını vererek onların her birine kendi imkân ve istîdatları dâhilinde bir Muhammed olabilme idealini telkin etmiştir.

Osmanlı’da Mevlid Kandili İhyâsı

Ayrıca Osmanlı’da Mevlid kandilleri de apayrı bir ihtişam içinde kutlanmıştır. Efendimiz’e âit bir sakal-ı şerîf, Medîne-i Münevvere’den hurma, Mekke-i Mükerreme’den Zemzem getirilir, Efendimiz’in hâtıralarından teberrük coşkusu içinde o kandiller ihyâ edilirdi. Mevlid-i şerîfin, kutlu doğumu tasvîr eden velâdet bahrinde, bütün cemaat hürmeten ayağa kalkar, âdeta Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o an teşrîf ediyormuşçasına bir vecd içinde hep birlikte salât ü selâmlar okunurdu…

Selâtin Camilerinde Âmâ Müezzin Geleneği

Ne ibretlidir ki Osmanlı, selâtîn câmilerde dâimâ bir “âmâ müezzin” bulundurmaya da itinâ göstermiştir. Nitekim yakın zamana kadar Süleymaniye, Fâtih gibi câmilerde bunların örneklerine rastlanmakta idi. Bu husus, ekseriyetle sıradan bir tesâdüf zannedilip pek de üzerinde durulmaz. Hâlbuki bunun temelleri tâ asr-ı saâdete dayanıyordu. Zira Mescid-i Nebevî’de Bilâl-i Habeşî’nin yanı sıra Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in diğer bir müezzini de, âmâ sahâbî Abdullah ibn-i Ümm-i Mektûm -radıyallâhu anh- idi.

İşte Allah Rasûlü’nün bu azîz hâtırasını yaşatmak ve sünnetini ihyâ etmek gâyesiyle ecdâdımız da yakın zamana kadar büyük selâtîn câmilerde, âmâ bir müezzin bulundurma nezâketi göstermişlerdir.

Şüphesiz ki bütün bu edep ve incelikler, Osmanlı’nın hiçbir millete nasîb olmamış bir ihtişamla altı asır pâyidâr olmasının mânevî esaslarındandır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

OSMANLI’NIN PEYGAMBER EFENDİMİZ’E OLAN SEVGİSİ

Osmanlı’nın Peygamber Efendimiz’e Olan Sevgisi

ALLAH RESÛLÜ’NE MUHABBETLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Allah Resûlü’ne Muhabbetle İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.