Peygamber Efendimiz’in Ticaret Hayatı Nasıldı?

Mekkeliler ticâretle uğraşarak hayatlarını idâme ettirirlerdi. Ticâret kervanlarıyla civar memleketlerden getirdikleri malları Mekke’de düzenlenen hac panayırlarında satarlar, Mekke’de üretilen malları da civar memleketlere götürürlerdi. Bir zamanlar amcasının yanında ticaret ile uğraşan Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) ticaret hayatı nasıldı?

Allâh Resûlü, gençliğinde amcalarıyla birlikte ticâret kervanlarına katılmış, Sûriye ve Yemen’e seyahat etmişti. Daha sonraki yıllarda, Hazret-i Hatîce adına Yemen’in Cüreş pazarına iki kere ticâret seferi yapmış ve her sefer için kendisine ücret olarak genç ve erkek bir deve verilmişti.[1]

Hz. Peygamber, Hazret-i Hatîce’nin ticâret kervanını Tihâme’deki Hubâşe pazarına da götürmüştü. Bu sefere Hatîce’nin (r.a.) hizmetçisi Meysere ile birlikte çıkmışlar, oradan Tihâme kumaşı getirerek Hakîm bin Hizâm’a satmışlar ve bol kazanç elde etmişlerdi.

Allâh Resûlü:

“Ben Hatîce’den daha hayırlı bir ortak görmedim.” diyerek onu methetmiş, yaptığı işin karşılığını fazlasıyla verdiğini ifâde buyurmuştur. (Halebî, I, 221, Aynî, X, 104)

PEYGAMBERİMİZİN TİCARET AHLAKI

Amcası Ebû Tâlib, bir gün Peygamber Efendimiz’e:

“−Ey kardeşimin oğlu! Ben fakir bir adamım. Kıtlık ve kuraklık, bizde ne sermâye ne de ticâret bıraktı! Bir ticâret kervanı Şam’a gitmeye hazırlanıyor. Hatîce bint-i Huveylid de bu kervanla birlikte mallarını götürecek bir kimse arıyormuş. Onun, Sen’in gibi emîn, temiz ve vefâkâr bir insana çok ihtiyacı var. Sen’i ticâretine vekîl yapması için kendisiyle konuşsak iyi olur. Sadâkatin sebebiyle, Sen’i başkasına üstün tutacağını düşünüyorum. Aslında Şam taraflarına gitmeni istemiyorum. Yahûdîlerden Sana bir zarar gelmesinden korkuyorum. Ancak başka çâremiz de yok!” dedi.

TİCARETİN EMİNİ

Hz. Peygamber ile amcasının arasında geçen konuşma Hazret-i Hatîce’ye ulaşınca:

“−Ben Muhammed’in bunu isteyeceğini bilmiyordum!” dedi. Hemen Efendimize haber göndererek başkalarına verdiğinden daha fazla ücret mukâbilinde ticâret malını Şam’a götürmesini teklif etti.

Zîrâ Hazret-i Hatîce, Efendimizin son derece güvenilir, doğru sözlü ve güzel ahlâk sâhibi bir kimse olduğunu çok iyi biliyordu.[2]

Efendimiz, Hatîce’nin (r.a.) yardımcısı Meysere ile birlikte Mekke’den yola çıktı. Hazret-i Hatîce, Meysere’ye:

“−Muhammed’e (s.a.v.) hiçbir hususta itaatsizlik etme! Söylediklerinin hiçbirine karşı gelme!” diye tenbihte bulundu.

Yolda mal yüklü develerden ikisi yorulup geride kalınca Meysere develerin durumundan endişe etti. Koşarak Efendimizin yanına gelip durumu haber verdi. Efendimiz ellerini develerin ayaklarının üzerine koyup meshettikten sonra develer koşmaya başladılar ve böğürerek kâfilenin önüne geçtiler. Kâfiledekiler bunu görünce, Efendimizin hizmetine ve korunmasına daha çok ihtimam gösterdiler.[3]

Efendimiz, hayâtı boyunca ticârî münâsebetlerdeki muhâtaplarına ve diğer insanlara karşı son derece dürüst davranmıştır. Bir kimseye söz verdiğinde, onu ne pahasına olursa olsun yerine getirmiştir.

İbn-i Abbâs (r.a.), Efendimizin hayâtını en ince teferruatıyla bilen bir kimse olarak şöyle demektedir:

“−Resûlullâh bir şey söylediğinde, onu muhakkak yapardı.” (Buhârî, Şehâdât, 28)

Sâib bin Ebi’s-Sâib (r.a.) da şöyle anlatmaktadır:

“Allâh Resûlü’nün yanına geldim. Ashâb-ı Kirâm beni medhetmeye ve hakkımda güzel şeyler söylemeye başladılar. Resûlullâh:

«−Ben onu sizden daha iyi tanırım!» buyurdu.

Ben de bunun üzerine:

«−Doğru söyledin, anam babam Sana fedâ olsun. Sen benim ortağımdın, hem de ne iyi bir ortak. Ne karşı koyardın ne de münâkaşa ederdin.» dedim.” (Ebû Dâvud, Edeb, 17/4836; İbn-i Mâce, Ticârât, 63)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İ ÜÇ GÜN BEKLETEN SÖZ

O’na el-Emîn ve es-Sâdık sıfatlarını verdiren pek çok numûne-i imtisâl hâdiseden birini Abdullâh bin Ebi’l-Hamsâ (r.a.) şöyle anlatıyor:

“Bi’setten önce Resûlullâh ile bir alışveriş yapmıştım. Kendisine borçlandım, biraz beklerse hemen getireceğimi va’dederek oradan ayrıldım. Fakat verdiğim sözü unutmuşum. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, onu aynı yerde beklerken buldum.

Emniyet ve sadâkatin erişilmez zirvelerinde bulunan Resûlullâh, bu ahlâk-ı hamîdesine ilâveten, yaptığım karşısında da beni azarlamayıp sâdece:

«−Ey delikanlı! Bana zahmet verdin, üç gündür burada seni bekliyorum.» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 82/4996)

O’nun henüz nübüvvet verilmeden önce sergilediği bu ve benzeri ulvî hasletler, birbirin­den güzel, ibretli ve hikmetlidir. Zâten bunlar, ancak bir peygamber namzedinde tecellî edebilirdi.

Allâh Teâlâ dileseydi Habîb-i Edîb’ine çocukluğundan itibâren rızık peşinde koşmaksızın müreffeh bir hayat yaşatabilirdi. Fakat hikmet-i ilâhî, Allâh Resûlü’nün kendi el emeğiyle rızkını kazanarak hayâtını idâme ettirmesini ve ümmetine örnek olmasını murâd etmiştir. Nitekim Hazret-i Peygamber Efendimiz de:

“Hiçbir kimse, aslâ kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir...” buyurmuştur. (Buhârî, Büyû’, 15; Enbiyâ, 37)

REHBER OLACAK KİMSE

Ayrıca insanlara rehber olacak bir şahıs, geçimini, çevresinin vereceği bağış ve hediyelere bağladığı müddetçe, dâvâsının insanlar nazarında herhangi bir kıymet, ağırlık ve ciddiyeti kalmaz. Nitekim Cenâb-ı Hak bütün Peygamberlerine:

اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ

“Ben bu (teblîğ) karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak Âlemlerin Rabbi’dir.” (eş-Şuarâ, 109, 127, 145, 164, 180; Yûnus, 72; Hûd, 29) demelerini emretmiştir.

Şâir, bu inceliği ne güzel ifâde eder:

Kimsenin lutfuna olma tâlib,

Bedeli cevher-i hürriyettir!

Habîb-i Ekremkendi kazancıyla hayâtını idâme ettirdiği için insanların en hür ve bağımsız olanıydı.

[1] Hâkim, III, 200/4834.

[2] İbn-i Hişâm, I, 203; İbn-i Sa’d, I, 129; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 297.

[3] Diyarbekrî, I, 262.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Çok güzel anlatıyor

    Çok güzel bilgiler var

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.