Peygamber Efendimiz Namazı Nasıl Kılardı?

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz nasıl kılardı? Peygamberimizin (s.a.v.) devam ettiği nafile namazlar ve muhtelif vakitlerde kıldığı namazlar hangileridir? Peygamberimizin (s.a.v.) ve ashabının namaza verdikleri önem ve namazı kılma şekli.

Namaz; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in gözünün nûru, mîrâcının devâmı idi. O, öncelikle farz namazlara karşı son derece hassas davranırdı. Allah Resûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem günleri ve geceleri, farzların hâricinde devam ettiği pek çok nâfile namazla feyizlenmişti.

Melik peygamber olmak yerine, kul peygamber olmayı tercih eden Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,[1] Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıran ibadetlere ayrı bir ehemmiyet verirdi. Her an ibadet hâlinde olan Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Yüce Rabbimizin huzûrunda dâimâ temiz olmaya gayret ederdi. Bu sebeple devamlı abdestli bulunur, mü’minleri de, imkân nisbetinde abdestli olmaya teşvik ederdi.[2] Her namaz için abdest alır,[3] yatmadan evvel de abdest almayı tavsiye ederek[4] gece gündüz dâimâ temizliğe riâyet ederdi. Zira zâhirî temizlik, bâtınî temizliği de beraberinde getirir. Her bakımdan temizlenip arınmak ise Cenâb-ı Hakk’ın dostluğunu kazandırır. Hak Teâlâ Hazretleri, ancak hadesten ve necâsetten temizlenenleri dost edinir.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN DEVAM ETTİĞİ NAFİLE NAMAZLAR

Namaz; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in gözünün nûru, mîrâcının devâmı idi. O, öncelikle farz namazlara karşı son derece hassas davranırdı. Namazlarını hemen ilk vaktinde ve cemaatle kılardı. Nübüvvetin gelmesiyle birlikte hemen namaz da emredilince, daha ilk günden itibâren Hazret-i Hatice ve Hazret-i Ali ile birlikte cemaat oluştururlardı. Namazlarını huzur içinde kılabilmek maksadıyla Mekke’den uzaklaşıp tenha vâdilere gider, namazlarını oralarda edâ ederlerdi. O’nun teşekkül ettirdiği bu küçük cemaat, her geçen gün büyüyerek kısa sürede bütün âfâkı sarıverdi.

Allah Resûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem günleri ve geceleri, farzların hâricinde devam ettiği pek çok nâfile namazla feyizlenmişti. Farzlardan önce ve sonra kıldığı sünnet namazları, geceleri devam ettiği Teheccüd namazı, güneşin doğuşundan 45 dakika sonra kıldığı İşrak namazı, güneşin harâreti artmaya başlayınca kıldığı Duhâ namazı, akşam namazından sonra kıldığı Evvâbîn namazı, yatmadan evvel kıldığı dört rekât namaz, gün içinde abdest tâzeledikçe kıldığı namazlar, her mescide girdiğinde kıldığı Tahiyyetü’l-mescid namazı, Efendimiz’in kalb-i saâdetlerinin dâimâ namaz hâlinde olduğunun bir göstergesidir.

Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi ve sellem, sefere çıkarken namaz kılar, yolculuk esnâsında devesinin üzerinde uzun uzun nâfile namaz kılar, dönünce de yine evvelâ mescide uğrayıp iki rekât namaz kıldıktan sonra hâne-i saâdetine giderdi.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN KILDIĞI NAMAZLAR

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sevindiğinde, güzel bir haber aldığında veya duâsı kabûl edildiğinde, Allâh’ın bu ihsânına şükür için secdeye kapanır ve namaz kılardı.[5] Kur’ân-ı Kerîm’de secdeden bahseden bir âyet-i kerîme okuyunca hemen secdeye varırdı. Üzücü bir şeyle karşılaştığında veya kederlendiğinde, yine namaz ile tesellî bulurdu.[6] neş ve Ay tutulması, zelzele gibi fevkalâde hâdiseler, yani ilâhî azametin müstesnâ tecellîleri karşısında hemen namaza dururdu.[7] Allah’tan bir hâcetini taleb edeceğinde yine namaz kılardı. Kuraklık olduğunda istiskā namazı kılardı. Zaman zaman tesbih namazı kılardı. Bir işe karar vereceği zaman istihâre namazı kılarak Cenâb-ı Hak’tan her işin hayırlısını isterdi. Allah Resûlü Ramazân-ı Şerîf’te uzun uzun terâvih namazı kılardı.

Kur’ân-ı Kerîm’e nazar ettiğimizde, bütün bu namazlara işaret edildiğini görürüz.[8]

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, namazlarını ağır ağır, büyük bir huşû ile ve tâdil-i erkâna riâyet ederek kılardı. Kendini tamamen namaza verirdi. O’nu görenler, namazlarının güzelliğini târif etmenin mümkün olmadığını ifâde ederlerdi. Namaz kılarken ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler gelirdi.[9]

EFENDİMİZ VE ASHABI NAMAZLARINI VAKTİNDE VE CEMAATLE KILIYORLARDI

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir sefer esnâsında, Dacnân ile Usfân arasında konaklamıştı. Müşrikler:

“–Onların bir namazları vardır ki onlar için babalarından ve evlâtlarından daha kıymetlidir. Bu namaz ikindi namazıdır. Hazırlığınızı yapın, üzerlerine toptan hücûm edin!” dediler.

Bunun üzerine Hazret-i Cebrâîl, Allah Resûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem gelerek savaş esnâsında cemaatle namazın nasıl kılınacağını târif eden Nisâ sûresinin 102. âyetini getirdi.” (Tirmizî, Tefsîr, 4/21)

Yani Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ve ashâbı, harp esnâsında dahî namazlarını vaktinde ve cemaat hâlinde kılıyorlardı. Ümmü Habîbe anlatıyor:

“Resûlullah:

«Kim her gün farzlar hâricinde on iki rekât nâfile namaz kılarsa Allah Teâlâ onun için Cennet’te mutlakâ bir ev inşâ eder.» buyurmuştu. Bu müjdeyi Allah Resûlü’nden işittiğim günden beri bu namazları kılmaya devam ediyorum.”

Bu hadîs-i şerîfi birbirinden rivâyet eden diğer râvîler de Ümmü Habîbe vâlidemizle aynı ifâdeyi kullanarak bu namazlara devam ettiklerini ifâde ederler. (Müslim, Müsâfirîn, 103)

Ebû Katâde şöyle anlatır:

“Bir gün Mescid-i Nebevî’ye girdim. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, ashâb-ı kirâmın arasında oturduğunu gördüm. Ben de varıp yanlarına oturdum. Allah Resûlü:

“–Oturmadan önce iki rekât namaz kılmana mânî olan şey nedir?” buyurdular. Ben de:

“–Yâ Rasûlâllah! Sizin ve insanların oturduğunu görünce ben de oturuverdim.” dedim. Resûlullah:

“–Biriniz mescide girdiğinde, iki rekât namaz kılmadan oturmasın!” buyurdular. (Müslim, Müsâfirîn, 70)

NAMAZI KESMEKTENSE ÖLMEYİ TERCİH EDERİM

Ashâb-ı kirâm da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in namaza olan iştiyâkından pek müstesnâ hisseler almışlardı. Buna dâir birkaç misâl şöyledir:

Bir grup tüccar gelerek Medîne-i Münevvere’nin yakınındaki musallâda[10] konaklamışlardı. Halîfe Hazret-i Ömer, Abdurrahman bin Avf Hazretleri’ne:

“–Müsâitsen gel bu gece şu kâfileyi hırsızlara karşı bekleyelim?” dedi.

Abdurrahman kabûl edince kâfilenin etrâfında gece boyunca bekçilik yaptılar. Bu esnâda Allâh’ın takdir ettiği kadar nâfile namaz kıldılar… (İbn-i Sa‘d, III, 301; İbnü’l-Cevzî, Menâkıb, s. 77)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, bir seferden Medîne’ye dönerken bir yerde konaklamıştı. Ashâbına dönerek:

“–Bu gece bizi kim bekleyecek?” buyurdular. Hemen Muhâcirlerden Ammâr bin Yâsir ile Ensâr’dan Abbâd bin Bişr -radıyallâhu anhumâ-:

“–Biz bekleriz yâ Resûlâllah!” dediler. Abbâd, Hazret-i Ammâr’a:

“–Sen gecenin hangi kısmında; başında mı yoksa sonunda mı nöbet tutmak istersin?” diye sordu. Ammâr:

“–Son kısmında beklemek isterim!” dedi ve yanı üzerine uzanıp uyuyuverdi. Abbâd da namaz kılmaya başladı. O esnâda bir müşrik geldi. Ayakta duran bir karaltı görünce gözcü olduğunu anladı ve hemen bir ok attı. Ok, Abbâd’a isâbet etti. Abbâd oku çıkardı ve namazına devam etti. Adam ikinci ve üçüncü kez ok atıp isâbet ettirdi. Her defasında da Abbâd ayakta sâbit durarak okları çekip çıkarıyor ve namazına devam ediyordu. Derken rükû ve secdeye vardı. Selâm verdikten sonra arkadaşını uyandırarak:

“–Kalk! Ben yaralandım!” dedi. Ammâr sıçrayıp kalktı. Müşrik, onları görünce kendisini fark ettiklerini anladı ve kaçtı. Ammâr, Hazret-i Abbâd’ın kanlar içinde olduğunu görünce:

“–Sübhânallah! İlk ok atıldığında beni neden uyandırmadın?!” dedi. Abbâd namaza olan aşk ve şevkini, ibadetteki huşûunu gösteren şu muhteşem cevâbı verdi:

“–Bir sûre okuyordum, onu bitirmeden namazımı bozmak istemedim. Ancak oklar peş peşe gelince, okumayı kesip rükûya vardım. Allâh’a yemin ederim ki, Allah Resûlü’nün korunmasını emrettiği bu gediği kaybetme endişesi olmasaydı, sûreyi yarıda bırakıp namazı kesmektense ölmeyi tercih ederdim.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 78/198; Ahmed, III, 344; Beyhakî, Delâil, III, 459)

Bu şekilde, nöbet tutacakları zaman veya yolda konakladıklarında[11] hemen namaza durmak, ashâb-ı kirâmın âdeti hâline gelmişti.

HZ. ALİ (R.A.) NAMAZDAYKEN AYAĞINDAN ÇIKARILAN OK

Hazret-i Ali bir taraftan cenk meydanlarında eşsiz kahramanlıklar sergilerken, diğer taraftan da ibadet hayatında müstesnâ bir huzur ve huşû ikliminde yaşardı. Bir muhârebede ayağına ok isâbet etmişti. Iztırâbının şiddetinden dolayı oku çıkaramadılar. Hazret-i Ali:

“–Ben namaza durayım da öyle çıkarın!” dedi.

Dediği gibi yaptılar. Hiçbir zorluk çekilmeden, kolayca çıkarıldı. Hazret-i Ali selâm verip; “–Ne yaptınız?” diye sorduğunda, oradakiler; “–Çıkardık!” dediler. Zira Hazret-i Ali’nin vücudu, namazın huşûu ve mânevî hazzı ile âdeta kendinden geçmiş, dünyadan tecerrüd etmişti.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hakikî bir mü’minin namazla nasıl bir gönül irtibâtı içinde bulunduğuna şöyle işaret buyurur:

“(Mü’min) ölüp kabre konulduğunda, Güneş, gurûb (batış) hâlinde ona temessül ettirilir. Mü’min ölü, gözlerini ovuşturarak oturur ve: «–Bırakınız beni, namaz kılayım.» der.” (İbn-i Mâce, Zühd, 32)

Dipnotlar:

[1] Bkz. Abdurrazzâk, Musannef, III, 183; Heysemî, IX, 192. [2] Bkz. İbn-i Mâce, Tahâret, 4; Muvatta’, Tahâret, 36; Ahmed, V, 276, 282; Dârimî, Tahâret, 2. [3] Bkz. Tirmizî, Tahâret, 44/60; Ebû Dâvûd, Tahâret, 66/171. [4] Bkz. Buhârî, Vudû, 75; Müslim, Zikir, 56. [5] Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 162/2774-2775; İbn-i Mâce, Salât, 192. [6] Bkz. Müslim, Zikir, 83; Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 22/1319. [7] Bkz. Buhârî, Küsûf, 2-4; İbn-i Hibbân, Sahîh, VII, 68, 100. İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, II, 220. [8] Bkz. el-Bakara, 45, 153; Âl-i İmrân, 41, 113; Hûd, 114; el-Hicr, 98-99; el-İsrâ, 78-79, 107; Meryem, 58; el-Enbiyâ, 130; en-Nûr, 36; el-Furkân, 64; eş-Şuarâ, 218-219; es-Secde, 15-16; Sâd, 17-19; ez-Zümer, 9; el-Mü’min, 55; el-Fetih, 29; Kāf, 39-40; et-Tûr, 48-49; el-İnsân, 26; el-Alâk, 19… İbn-i Abbâs v Kur’ân-ı Kerîm’de geçen “tesbîh” kelimelerinin umûmiyetle namaz mânâsına geldiğini ifâde eder. (Taberî, Tefsîr, XIX, 191, [en-Nûr, 36]) Hadîs-i şerîflerde de “tesbîh” kelimesinin nâfile namaz mânâsına kullanıldığı görülmektedir. Bkz. Buhârî, Teheccüd, 5; Müslim, Hayz 71, Mesâcid, 26; Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2551… [9] Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Nesâî, Sehv, 18. [10] Musallâ: Bir belde halkının cuma, bayram ve cenâze namazlarını bir arada kılmaları için tahsis edilen geniş mekâna verilen isimdir. İlk zamanlar, umûmiyetle şehirlerin dışında toplu namazlar için musallâlar hazırlanır ve bayram, cuma gibi toplu namazlar bugünkü gibi muhtelif câmilerde değil de, sadece namazgâh denilen bu musallâlarda kılınırdı. Böylece bütün şehir halkının her hafta bir araya gelmesi temin edilmiş olurdu. [11] Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2551.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN NAMAZ KILMA ŞEKLİ

Peygamberimizin Namaz Kılma Şekli

NAMAZ NASIL KILINIR?

Namaz Nasıl Kılınır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.