“Oruç Benʼim İçindir ve Onun Karşılığını Ancak Ben Veririm”

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Cenâb-ı Hakkʼın şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “Oruç Benʼim içindir ve onun karşılığını ancak Ben veririm.” (Buhârî, Savm, 2; Müslim, Sıyâm, 164) Burada kastedilen karşılığın ne olduğuna dâir görüşler nelerdir?

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Sivâ savmını kim tuttu

Visâlin ıydine yetti

Cemâlin vasfın işitti

Gönül eğlenmez eğlenmez

Hüdâyî Hazretleri bu mısrâlarında buyuruyor ki:

“Kim ki kalbini Allah’tan gayrısına karşı oruçlu tutarsa Hakk’a vuslat bayramına erişir. Cenâb-ı Hakk’ın cemâlini temâşâ bayramının vasfını işitip de idrâk eden bir gönül, artık Allah’tan gayrısıyla huzur bulamaz.”

Hak dostu ârifler, orucun şerîat ve tarîkat ölçülerine ilâveten, hakîkat ve mârifet âdâbına da riâyet ederler.

Bir kudsî hadiste Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Cenâb-ı Hakkʼın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

“Oruç Benʼim içindir ve onun karşılığını ancak Ben veririm.” (Buhârî, Savm, 2; Müslim, Sıyâm, 164)

Burada kastedilen karşılığın ne olduğuna dâir farklı görüşler bulunmakla birlikte, hakîkat ehli, bu mükâfâtın ancak “likāullah”, yani Cennetʼte Cenâb-ı Hakkʼın cemâlini temâşâ bahtiyarlığı olduğunu beyan etmişlerdir. (Aziz Mahmud Hüdâyî, a.g.e., 8. Sohbet.)

Buna göre kulu “likāullah” nîmetine ulaştıracak bir oruç için, onu bütün uzuvlara ilâveten kalbe de tutturmak îcâb eder. Bu ise oruçlu iken kalbi Allahʼtan gayrısıyla meşgul etmemektir.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Gerçekten temizlenen ve Rabbinin ismini zikredip O’na kulluk eden kimse, şüphesiz kurtuluşa ermiştir.” (el-A‘lâ, 14-15)

Müfessir Bursevî’nin ifadesiyle:

“Bu âyetlerde, şerîate aykırı işlerden nefsi temizlemeye, kalbi dünya sevgisinden arındırmaya, gücü nisbetinde Allâh’a yönelmeye, hattâ Allah’tan başkasını hatırlamaktan bile sakınmaya işaret vardır.” (Rûhuʼl-Beyân, X, 410)

Âyet-i kerîme muktezâsınca, kalp temizlendikçe o kalbe artık Cenâb-ı Hakkʼın sevmediği hiçbir şey giremez. Nefsânî arzu ve hevesler orada ömrünü tüketir.

Ârifler nazarında kalbi her dâim ilâhî tecellîlerin mazharı olabilecek sâfiyette tutabilmek, en mühim kulluk edebidir. Nitekim Hak dostlarından Ebû Bekir Kettânî -rahmetullâhi aleyh- ölüm döşeğindeyken “ne gibi sâlih amelleri olduğunu” soranlara, şu cevâbı vermiştir:

“–Ölümümün yaklaştığını bilmeseydim, riyâ olacağı endişesiyle size amelimden bahsetmezdim. Tam kırk yıl kalbimin kapısında bekçilik yaptım. Onu Allah Teâlâ’dan başkasına açmamaya çalıştım. Kalbim o hâle geldi ki, artık Allah’tan başkasını tanımaz oldum.”

İşte Cenâb-ı Hakkʼın cemâline gerçek mânâda âşık olanlar, Oʼndan gayrısına meyletmezler. Gönüllerini Hak Teâlâʼnın râzı olmadığı her şeyden muhafaza ederler. Zira onlar; “Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, kişinin iyi bir müslüman oluşundandır…”[12] hadîs-i şerîfini, kalbî derinlikle idrâk edip yaşayan ârif kullardır.

Bizler de bilhassa Ramazân-ı Şerîfʼte, nefsânî ve mâlâyânî seslere kulaklarımızı tıkayalım. Gözlerimizi ve gönüllerimizi haram ve gaflet ekranlarıyla kirletmekten sakınalım. Televizyonun nefsâniyeti palazlandıran kanallarından, internetin yanlış adreslerinden ve takvâ mevsimi Ramazanʼı eğlence şenliği olarak gösteren gâfillere kanmaktan, hem kendimizi hem de nesillerimizi muhafaza edelim.

Bilhassa Ramazân-ı Şerîf’in rahmet ve bereketinden çocuklarımızı da istifâde ettirmeye gayret gösterelim. “Ağaç yaşken eğilir.” hakîkatinden hareketle, evlâtlarımızı yumuşak bir üslûp ve tatlı dille sahura kaldırarak oruca teşvik edelim. Şayet tam olarak tutmaya güç yetiremezlerse, hiç olmazsa “tekne orucu”yla onları ibadete alıştıralım. Câmiye giderken de mümkün mertebe evlâtlarımızı yanımızda götürelim. “Mârifet iltifâta tâbîdir.” kâidesi gereğince, kıldıkları namaz ve tuttukları oruçların ardından onlara küçük hediyeler vererek gönüllerindeki ibadet şevk ve heyecanını pekiştirelim.

Ayrıca, Kurʼânʼın indirildiği bu mübârek ayda, hem kendimiz hem de evlâtlarımızla Cenâb-ı Hakkʼın kelâmını bol bol okuyup dinlemek ve tefekkür etmek sûretiyle, vakitlerimizi güzelce ihyâ edelim. Dâimâ sâlih amellerle, hak ve hayırla meşgul olalım ki bâtıl bizi işgâl edemesin.

Cenâb-ı Hak, gönül hânelerimize misafir olan Ramazân-ı Şerîfʼi güzelce ağırlayıp bizden râzı hâlde uğurlayabil­meyi, Ramazan rûhâniyeti içinde bir hayat yaşayıp son nefesimizi de ebedî bir bayram huzuruyla verebilmeyi, cümlemize lûtf u keremiyle ihsân eylesin. Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2022 – Nisan, Sayı: 434

İslam ve İhsan

ORUÇ TUTMANIN 17 FAYDASI

Oruç Tutmanın 17 Faydası

ORUÇ TUTMANIN FAZİLETLERİ VE FAYDALARI

Oruç Tutmanın Faziletleri ve Faydaları

ORUÇ VE RAMAZAN İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Oruç ve Ramazan İle İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.