Altının Değil, Neslin Kıymeti

Bir arazide bulunan altın kimin hakkıydı? Biz çözümdeki zekâyı konuşurken, hadis bize çok daha büyük bir meseleyi fısıldıyor: Helal lokmayla yoğrulmuş bir neslin inşası…

Aşağıda zikredeceğimiz hadis-i şerifi bugüne kadar birçok kez duyduk / okuduk. Biz bu hadisi şerifi okuyunca / duyunca genellikle olayın sonundaki her iki tarafı da mutlu edecek çözüm noktasına odaklanırız. Oysaki daha yakından bakılıp hikmet süzgecinden geçirilince çok daha önemli bir hususu kendisini gösterir.

ALTININ DEĞİL, NESLİN KIYMETİ

Ebû Hüreyre’den radıyallahu anh rivayet edildiğine göre Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Vaktiyle bir adam bir başkasından bir arsa satın aldı.  Arsayı alan adam orada altınla dolu bir çanak buldu. Arsayı satan adama:

- Altınını al! Zira ben senden altın değil arazi satın aldım, dedi. Arsanın ilk sahibi de:

- Ben sana o arsayı içindekilerle beraber sattım, dedi.

Anlaşmazlıklarını halletmesi için bir adama başvurdular. Hakem olan bu adam:

- Çocuklarınız var mı? Diye sordu. Biri:

- Benim bir oğlum var dedi. Diğeri de; benim de bir kızım var dedi.

- Oğlanla kızı evlendirin. O altınların bir kısmını onlara verin, bir kısmını da siz harcayın, dedi.” (Buhârî)

Bu hadisi şerifi okuyunca genelde hâkimin bulduğu dâhiyane çözümü görürüz. Ancak odaklanmamız gereken yer hâkimin bulduğu çözümün iki tarafı da mutlu etmesi değildir. Burada çok önemli iki temel konu vardır. Birincisi Müslümanların helal para / servet konusunda takınması gereken tavrına işaret eder. Müslüman kendi nefsini ve kazancını öncelemeden, elde edeceği dünya menfaatinin büyüsüne kapılmadan önce önüne gelen servetin haram helalliği ile ilgilenir; rakama bakmaz. Başkalarının bu gelir kaynağını tasvip etmesine, çevrenin “Aklını mı yitirdin? Niçin almadın?” aşağılamasına takılmaz. 

İnsanın nefsi, bazen de aklı / mantığı bu kazancın kendisi için helal olduğunu söyleyebilir. Nihayet bugün çevremizdeki Müslüman kardeşlerimizden hangisine sorsak “satın aldığı bir tarlanın içinde çıkan her türlü malzemenin kendisine ait olacağını” söyleyecektir. İşte bu aklın / mantığın yaklaşımıdır. Hukuken hatalı da görülmez. Ancak takva ölçüsü; hukukun dışında, meri kanunların ötesinde bir anlam ve geçerlilik ifade eder. Yani kanunun izin verdiği her şeyi helal olarak kabul ettiğimizde bu hadis-i şerifteki anlaşamayan(!) kişilerin hatalı olduğunu söylemek zorundayız.

Hadisi şerifte bildirilen ikinci şahıs tarlasını satmış. Orayla da işi bitmiştir. Ama günün birinde yeni tarla sahibi kendi gönül rızasıyla eski tarladan bulduğu serveti ona vermek istemiş. Kabul etmemeyi gerektirecek herhangi bir neden var mı? Zaten kendi isteğiyle vermiş. Bu konuda bırakınız zorlama yapmayı talepte bile bulunmamış. Öyleyse kolaylıkla alabilir. Bizde böylesi durumlarda alışverişi bozup caymanın yolları aranır. Yakın zamanda değerleneceği gizli bilgilerle öğrenilen kelepir arsaları toplayıp da köşeyi dönenler uzaydan mı geldi!

Beklemeden, aniden geliveren dünya menfaatinin büyüsüne kapılıp “Tabii ki… Benim de bu servette hakkım var” demek yerine bir diğerine iteler, anlaşamayınca da mahkemenin yolunu tutarlar. Nizalı her kişi ve olay gibi gidilir ve durum hâkime anlatılır.

Hadis-i Şerifte bize hâkimin verdiği kararla ikinci ve çok daha önemli bir hususa işarete edilir.  Hâkim bakar ki karşısında takvaya tutunmuş iki Müslüman var. Hukuken sahip olabilecekleri dünyalık malını elinin tersiyle itmiş, haramın zerresinden kaçan örnekler duruyor. Hâkim, doğal olarak bunların kendilerinden daha çok evlatlarını düşünür ve böylesine helale âşık olan iki evden çıkacak salih nesillere odaklanır. “Evlilik yaşında olan çocuklarının olup olmadığını” sorar. Varlığını öğrenince onların evliliğini önerir. Aslında hâkimin bulduğu çözüm zekice malı ortadan paylaştırmak değildir. Öyle olsaydı “yarı yarıya bölüşün de iş bitsin” derdi. Konu da kapanırdı. Burada ortada kalan ve bölüşülemeyen servete değil de asıl onların helal lokmayla yetiştiği nesil servetine vurgu vardır.

 Biz dünya malının dağıtımı zannetsek de asıl burada görülmesi gereken başka bir noktayı kaçırmamak gerek. Böylesine takva hissiyatıyla yaşamış iki ailenin evlatları da böylesi bir atmosferde büyümüştür. Asıl onları kaybetme endişesi vardır. Zira Allah şöyle buyurur: “Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü kadınlara yaraşır (ve layıktır). İyi kadınlar ise iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışır. Bunlar (iyi ve temiz insanlar), onların (iftiracı münafıkların) demekte olduklarından uzaktırlar. Bunlar için bir bağışlanma ve kerim (üstün) bir rızık vardır.” (Nur 26)

Nesil endişesinin en bariz görüldüğü yer bu hâkimin kararıdır. Müslümanların helal -haram kaygısı ile yetiştirdiği, takva ölçüleriyle donatmak için gayret gösterdiği evlatlarının sadece kendi evinde, kendi uhdesindeyken ve kendi rızkını yerken takılacakları tavır ve yaşayacakları hayat düşünülmemiştir. Asıl imtihan evlilikle başlayacaktır.

Müslüman aile reisleri evlatlarının lokmasına gösterdiği hassasiyet ve itinayı onların geleceklerine göstermelidir. Daha küçük yaştayken onları “helal lokmayla büyümüş” eşler bulma konusunda donatmalıdır. Bu hassasiyet ve özenin basit olmadığını yaşayarak ve örneklerle öğretmeliler. Vaktiyle iyi ve yeterince verilemeyen hissiyat ve duyarlılıklar için “Ne yapalım gönül ferman dinlemiyor, şimdiki gençlere söz geçirmek mümkün mü?” gibi basit savunmaların ardına gizlenmemek gerek.

Makam, şöhret, maddi kazançlar gibi dünyalık değerlerin öne alınmadığı, takva üzere kurulacak aile yuvaları; salih nesillerin yetişilmesine yol açacaktır. Değilse yıllar önce satılmış tarlanın altından çıkan altına değil de onun hayaline bile kanıp yolunu kaybedecek nesiller bizi çok üzecektir.

Nesillerdeki kaymanın sebeplerini ararken bu hadisi şerifi de unutmamak gerek…

Kaynak: Haşim Akın, Altınoluk Dergisi, Sayı: 472

İslam ve İhsan

İYİ BİR NESİL NASIL YETİŞTİRİLİR?

İyi Bir Nesil Nasıl Yetiştirilir?

NESLİN KORUNMASI İLE İLGİLİ HADİSLER

Neslin Korunması ile İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.