Nefse Karşı Allah İçin Mücadele

Nefisle mücadele nasıl olur? Nefse karşı nefis için veya Allah için mücadele edilirse ne olur?

Câfer-i Sâdık Hazretleri buyurur:

“Kim nefsine karşı yine nefsi için mücâhede ederse, kerâmetlere ulaşır. Kim de nefsine karşı Allah Teâlâ için mücâhede ederse Allâh’a ulaşır.”[1]

Mücâhede; nefsin, hoşlanmadığı ve istemediği bâzı zorluklarla terbiye edilmesidir. Bu sûretle nefsin aşırı istek ve ihtiraslarına direnerek, rûhî istîdatların inkişâfına zemin hazırlamaktır.

MANEVİ TEKAMÜL YOLCULUĞU

Mânevî tekâmül yolculuğu demek olan seyr u sülûkte gâye; bâzı fevkalâde hâllere ulaşmak değil, “kalb-i selîm”e, yani Allâhʼın râzı olacağı bir gönül kıvamına ermektir. Yoksa Hint fakirleri de, birtakım perhiz ve disiplinlerle bâzı rûhî kuvvetleri elde edebilmektedirler.

Mânevî terbiye yolculuğunda tatbik edilen riyâzat, mücâhede ve bâzı rûhî temrinler neticesinde, kalpte birtakım zuhûrat, tulûat, keşif ve ilhamlar meydana gelebilir. Bunlar, asıl maksat olmayıp, aşılması gereken imtihan tecellîleridir. Yine bunlar, rûhî inkişâfı gerçekleştirmeye birer basamak vazifesi görecek olan merhalelerdir.

Hakîkaten, nefsânî ihtiraslar bertaraf edilmeden rûhî inkişaf gerçekleşemez. Gurur, kibir ve enâniyetin kesâfetiyle, letâfet iklimine adım atılamaz. Ham ve hantal bir gönülle, mânevî zirvelere çıkılamaz. Bunun içindir ki Ebûʼl-Hasan Harakānî Hazretleri:

“Nasıl ki namaz, oruç farzdır, îfâsı mecburîdir, aynı şekilde gönülden kibri, hasedi, hırsı (ve benzeri nefsânî arzuları) bertaraf etmek de zarûrîdir.” [2] buyurmuştur.

İNSANIN YARATILIŞ AMACI

Ârif kullar nazarında insanın yaratılış gâyesi de; “kesb-i kemâl ile seyr-i cemâle vuslat”tır. Yani mânen olgunlaşarak Cenâb-ı Hakk’ın cemâlini müşâhede bahtiyarlığına erebilme gayreti içinde bulunmaktır.

Keşif, kerâmet, zuhûrat ve ilham gibi tecellîlere haddinden fazla ehemmiyet vermek, kişiyi aslî gâyesinden, yani Hakkʼa vuslattan mahrum bırakır. Asıl gâyesini unutan; menziline varamaz. Bu tıpkı, rızka takılıp Rezzâkʼı unutmak gibi bir gaflettir. Yoldaki geçici konakları, esas vatan zannetme hamâkatidir.

Öte yandan, keşif ve kerâmet gibi tecellîlerle gönlün bir nevî işbâ/doygunluk hâline ulaşması, kişinin mânevî iştihâ ve istiâbının dar ve sığ olduğuna da işaret eder.

Hak dostları ise, himmeti âlî, yani mânevî iştihâları yüksek kimselerdir. O büyük ruhlar, Hakkʼa vuslattan başka bir tecellî ile aslâ tesellî bulamazlar. Dolayısıyla onlar, keşif ve kerâmet gibi tecellîlere nâil olsalar bile, bu nevî câzibelerle rehâvete kapılmazlar. Bilâkis son nefese kadar artan bir gayretle kulluğa devam ederler.

HZ. EBUBEKİRʼİN KERAMETİ

Nitekim pek çok rivâyette[3] peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı olduğu bildirilen Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-ʼın da, fizikî ve zâhirî kerâmetine dâir çok fazla bir rivâyet yoktur. Onun en büyük kerâmeti, Allah Rasûlüʼne olan eşsiz sadâkati, müstesnâ teslîmiyet ve itaatidir.

Hak dostları da dâimâ; “Bana kerâmet değil, Kerîm gerek.” hissiyâtıyla yaşamışlardır. Asıl kerâmetin de; “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” (Hûd, 112) emrine riâyet ederek, Kurʼân ve Sünnet istikâmetinde yaşamak olduğunu ifâde etmişlerdir.

Dipnotlar:

[1] Ferîdüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 56.

[2] Ferîdüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 629.

[3] Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XI, 549/32578; İbn-i Mâce, Mukaddime, 11/106; Ahmed, I, 127, II, 26.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Cafer-i Sadık (Rahmetullahi aleyh), Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

NEFİS NASIL TERBİYE EDİLİR?

Nefis Nasıl Terbiye Edilir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.