Neden Peygamberlerin Getirdiği Dini Kabul Etmediler?

Târih boyunca bâzı toplumların, peygamberlerin getirdiği tevhîd akîdesini kabûl etmeyip hidâyetten mahrûm kalmalarının başlıca sebepleri şunlardır...

  1. Hak dinlerde dünyâda işlenen amellerin mükâfât ve mücâzâtının verileceğine dâir bir “âhiret” inancı vardır. Bunun için fertler dilediği gibi hareket edemezler. Dînî nassla­rın doğrultusunda hareketlerini tanzîm etmeye mecbûrdurlar.

Nitekim İslâm’ın zuhûru ile putperestleri endişeye düşüren ilk haber, “âhiret” olmuştu. Buna “Büyük Haber” dediler. Ondan şiddetli bir rahatsızlık duydular. Kur’ân-ı Kerîm, bu rahatsızlığı şu şekilde ifâde eder:

عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ. عَنِ النَّبَإِ الْعَظِيمِ. الَّذِي هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ

“Birbirlerine neyi soruyorlar? (O inanıp inanmamakta) ayrılığa düştükleri büyük haberi mi?” (en-Nebe’, 1-3)

Putperest toplumlarda ise dâimâ kuvvetliler, zayıfları ezerek onları nefsânî arzûla­rına göre köleleştirirler. Zayıfın hakkını savunan bir hukuk yoktur. Toplumda bütün menfaatler, güçlülere âittir. Onlar, yaptıkları fiillerden dolayı âhirette bir bedel ödemeyeceklerine inanırlar. Bu sebeple, hak dinlerdeki âhiret inancı, onları çok ra­hatsız eder.

  1. Hak dinlerde disiplinli, metodlu bir ibâdet hayâtı vardır. Putperestlikte bu yoktur. Putperestler, putları menfaatleri doğrultusunda kendilerine yardımcı kabûl ederler. Ve kendilerini koruyacaklarını zannederler. Nefsî arzuları, hak dinlerdeki disiplinli ibâdet hayatına boyun eğmek istemez.
  2. Hak dinlerde peygamberler, topluma örnek şahsiyet (üsve-i hasene) olur­lar. Putperestlikte ise, böyle bir örnek endişesi yoktur. Nefsânî arzularına göre istedikleri gibi hareket ederler. Meselâ câhiliye toplumundaki çok kocalı kadınlar buna bir örnektir.

İnsanda inanma ihtiyâcı, fıtrîdir. İnsan, Hakk’ı bulamadığı veya hak kendisine zor geldiği zaman, bâtıla meyleder. İnanç, şuuraltında kalarak gerçek kaynağa ulaşama­yınca, küfür hâkim olur. Ancak inanç, şuuraltından ilâhî vahiy istikâmetinde şuur seviyesine çıkıp kemâle erince, îmân gerçekleşmiş olur.

  1. Putperestlerin güçlü, zengin ve ileri gelen kimseleri, toplumda sâde bir hayat yaşayan peygamberleri ve ashâbını kibirlerinden ötürü küçük görme bedbaht­lığına düşerler. Çünkü onlar, inanan zayıf kimselerle beraber olunca, toplumda de­ğer kaybedeceklerini zannederler.
  2. Putperestlerin hidâyetine mânî olan sebeplerden biri de, mal, mülk, evlâd gibi dünyevî câzibelerin onları gaflete bürüyerek acı bir aldanış içinde bırakması ve kalb gözlerini Hakk’a karşı perdelemesidir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاءِ وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَاْلأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذلِكَ مَتَاعُ الْحَيوةِ الدُّنْيَا وَاللهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَآبِ

“Nefsânî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük, insanlara câzip kılındı. Bunlar, dünyâ hayâtının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak en gü­zel yer, Allâh’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 14)

Nûh -aleyhisselâm-, putperest kavminin kötü niyetlerini ortaya döküp kendi­lerine meydan okuyordu:

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَامِي وَتَذْكِيرِي بِآيَاتِ اللهِ فَعَلَى اللهِ تَوَكَّلْتُ فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ وَشُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ لاَ يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُوا إِلَيَّ وَلاَ تُنْظِرُونِ

“Bir de onlara Nûh’un kıssasını oku: Hani o bir zamanlar kavmine demişti ki: «Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum ve Allâh’ın âyetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben yalnızca Allâh’a tevekkül etmişimdir, artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp bütün gücünüzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana ne yapacaksanız yapın, mühlet de vermeyin.»” (Yûnus, 71)

Nûh -aleyhisselâm-’ın bu sözleri, O’nun Rabbine olan tevekkülünü göster­mektedir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.