Nebe Sûresinde Bildirilen Büyük Haber

İnsanlık tarihi boyunca bu ilâhî hakîkatlere sırt dönenler, ölüm ve ötesiyle ilgili sayısız hurâfelere inanarak türlü sapıklıklara sürüklenmekten kurtulamamışlardır. Zira akıllar üstü bir mevzû olan ölüm ve ötesini, cılız idrak mîzanlarıyla ölçebilmek mümkün değildir.

Âhiret mefhumunu kendi akıllarıyla ölçüp biçmeye kalkışan nice gâfiller, ilâhî beyanlarla işin aslı kendilerine açıklanınca, gerçeği kabul etmek yerine -nefislerinin hoşuna gitmediği için- bâzen alay, bâzen telâş içinde ihtilâf ve münâkaşalara dalmışlardır. Bunlardan Mekke müşriklerinin hâlini Cenâb-ı Hak şöyle beyân eder:

“Birbirlerine neyi soruyorlar? (İnanıp inanmamakta) ayrılığa düştükleri büyük haberi mi?” (en-Nebe, 1-3)

Âyet-i kerîmede beyân edilen “büyük haber”i, Müfessir Hamdi Efendi şöyle îzah eder:

“Bu haber, Peygamber Efendimizʼin gönderilmesi ve özellikle Oʼnun Kurʼân ve nübüvvet ile bildirdiği kıyâmet haberidir... Îmân etmeyenler, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin peygamber olarak gönderilişiyle ilgili birbirlerine soruyorlar: «Bu haber de ne?! O, Allah tarafından, Allâhʼın birliğine ve âhiret gününe inanmaya çağırmak için gönderilmiş elçi miymiş? Hele o kıyâmet haberi de nedir? Ölüler dirilecek, herkese yaptığından sorulacakmış, öyle mi?» diyorlar. Kimi «Öyle.» diyor, kimi «Böyle şey mi olur?» diyor, kimi de «Acaba!» diye tereddüt ediyordu.” (Hak Dîni Kurʼân Dili, VIII, 488-489)

HABER VERİLEN ÂHİRET GERÇEĞİ

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin verdiği bu istikbal haberinin teşekkürlerle, minnetlerle karşılanması gerekirken -ne yazık ki- alay, hakaret ve bîgânelikle karşılanması, nefsine mağlûp insanların böyle bir âkıbeti kabullenmek istemeyişlerinin en tabiî bir neticesiydi. Müşriklerin, kendilerine haber verilen Âhiret gerçeği karşısında sergiledikleri inat ve yalanlama tavırlarına, âyet-i kerîmelerde şöyle temas edilmektedir:

“…Şerefli Kur’ân’a yemin olsun ki, aralarından bir uyarıcı­nın gelmesine şaşakaldılar da kâfirler; «Bu ne tuhaf şey! Öldükten ve toprak olduktan sonra mı (diriltileceğiz)! Bu, akla uzak bir dönüştür.» dediler.” (Kāf, 1-3)

Hâlbuki öldükten sonra dirilişin, Rabbimiz için hiç de zor olmadığı, diğer bâzı âyet-i kerîmelerde de şöyle beyan edilmiştir:

“İnsan görmez mi ki, Biz onu nutfeden (bir damla sudan) yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. Kendi yaratılışını unutarak Bizʼe karşı misal getirmeye kalkışıyor ve; «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.” (Yâsîn, 77-79)

“İnsan, kendisinin kemiklerini biraraya toplayamayacağımızı mı sanır? Evet, Bizʼim, onun parmak uçlarını bile aynen eski hâline getirmeye gücümüz yeter.” (el-Kıyâme, 3-4)

“Mahlûkâtı ilkin yaratıp sonra (kıyâmette) onu diriltecek olan O’dur, ki bu (öldükten sonra diriltme) Oʼna (ilk defa yaratmaktan) daha kolaydır...” (Rûm, 27)

BÜYÜK HABER

Mekkeliler ve bilhassa kendilerini eşraftan sayan, fakat kibir ve gururlarının esiri olan Ebû Cehil ve yandaşları, Peygamber Efendimizʼin nübüvvet vazifesini çekemediklerinden, Oʼnun verdiği âhiret haberini de hayret ve şaşkınlıkla karşıladılar. Kureyşlilerin bu menfî tavrına temasla başlayan Nebe Sûresiʼnde, beşerin ölümden sonraki meçhullerini aydınlatan haberle ilgili olarak “büyük haber” buyrulmuştur. Bunun hikmetiyse çok açıktır: Çünkü insanlar ölüm karşısında müşterek bir ıztırap içindedirler. Bütün hayat yollarının döne dolaşa ölüm ufuklarında kayboluşu, yürekleri derinden derine sızlatmaktadır. Yaşayanlar için ölümden büyük hâdise olmadığı gibi, onun ardını aydınlatan haber de “büyük haber”dir. Bu azameti kavrayan idrakler, fânî ve gelgeç nîmetlerle gereğinden fazla oyalanmayı bırakır, yalancı istikbâl hayallerinden, gerçek ve ebedî istikbâle yönelirler. Zira böylesine büyük bir istikbâl haberini hangi akl-ı selîm sahibi insan göz ardı edebilir?!

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

AMME SURESİ ARAPÇA TÜRKÇE OKUNUŞU VE MEALİ - NEBE SURESİ OKU ARAPÇA TÜRKÇE

Amme Suresi Arapça Türkçe Okunuşu ve Meali - Nebe Suresi Oku Arapça Türkçe

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.