Musa Topbaş Efendinin Vuslatı

Muhterem Üstâd’ın bütün hayatı; “İnnâ lillâh” (biz her şeyimizle Allâh’a âidiz) muhtevâsında geçmişti. Seksenli yaşlara gelince ise “ve innâ ileyhi râciûn” (ve nihâyet yalnız O’na döneceğiz)[1] tecellîsi kendini göstermeye başladı.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; “Belâların en şiddetlisi peygamberlerin, sonra derece derece sâlihlerin ve diğer kulların üzerine iner…” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Zühd, 57/2398)

Bir peygamber vârisi olan Mûsâ Efendi Hazretleri’nin iptilâları da ağır olmuştur. Bu iptilâlar, mü’minlerin hem sâfiyetlerini ve terakkîlerini artırır, hem de Cenâb-ı Hak ile beraberlik ve ünsiyetlerini ziyâdeleştirir.

Muhterem Üstâdımız son zamanlarında sanki Rabbine ve sevdiklerine kavuşmanın içten içe hazırlıklarını yapıyordu. Ziyaretçileriyle çoğu zaman ancak göz temâsı kurabiliyor ve sanki bakışlarıyla onları Allâh’a emânet ediyordu. Vefâtından bir müddet önce yazdığı ve sonradan yayınlanan bir yazısında şöyle buyuruyordu:

“Geçenlerde Azrâil -aleyhisselâm- ile göz göze geldik. Güler yüzlü, takrîben 40-45 yaşlarında, sakalsız, Mısırlı kisvesinde idi. Kendisine ısındım. Bu, ecelimin yaklaştığı husûsunda bir îkâz olsa gerek. Azrâil -aleyhisselâm-’ın bakışları çok keskindi, ama neşeli idi. Sanki mânevî bir tebşirât taşıyordu.”[2]

ALLAH'A DOĞRU YOLA ÇIKTI

Hastalıkları sebebiyle iki yıllık hareketsizliğin neticesinde, ayaklarındaki kan dolaşımında ciddî rahatsızlıklar ortaya çıkmıştı. Vefâtından bir gün evvel de kangren olan ayağının diz üstünden kesilme zarureti zuhûr etmişti. O gün bu operasyonu gerçekleştiren doktor anlatıyor:

“Kendisini çok görmek istemiştim. Bir türlü fırsat olmamıştı. Kısmet, o son anlara imiş. Ayağının ameliyat vazifesi bana düştü. İki kelimecik işittim o kısa sürede: «Allah... Allah...» Zikir ehlinin, rahatlık zamanlarında da sıkıntı anlarında da yegâne sığınağı zâten hep O değil miydi?”

Bu ameliyattan bir gün sonra da, yani mü’minlerin bayramı olan bir cuma gününde, Üsküdar’ın o coşkulu cuma ezanları arasında, bir aşk-ı ilâhî şehîdi olarak son nefeslerini verip aziz rûhunu Mahbûb’una teslîm etti. Cuma gününe husûsî bir tâzimi vardı. Beyazlara bürünür, huzur ve sükûnet içinde Allâh’ın evlerinden birine giderdi. O cuma da öyle oldu. Yine beyazlara büründü; ancak bu sefer o evlerin sahibi olan Allâh’a doğru yola çıktı. Bir bayram gününde, bayramını Hakk’a vuslatla taçlandırdı.

VUSLAT GÜNÜ

Muhterem Üstâdımız, bir ömür yana yakıla hep O “Yüce Dost”u aramıştı ve artık vuslat günüydü. Muazzez ruhları, münevver cesedinden ayrılıp Refîk-ı A‘lâ’ya kanatlandığında, takvimler 16 Temmuz 1999 Cuma’yı gösteriyordu.

Rabbimiz kendilerini en güzel ikramlarıyla mükâfatlandırsın ve umduklarına nâil eylesin… Âmîn!

Yâ Rabbi! Bir asra yakın ömrünü Sen’in yolunda tüketen, Kur’ân ve Sünnet istikâmetinden bir nefes ayrılmayıp, dîn-i mübîne hizmeti kendisine sertâc edinen muhterem pederimizin, üstâdımızın, reh-nümâmızın gönül ikliminden bizlere de hisseler nasîb eyle! Onun, rızâna medâr olan kıymetli hizmetlerini devam ettirmeye bizleri muvaffak kıl! Fânî firâkımızı, Firdevs-i Âlâ’nda, Habîbin Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sohbet halkasında ebedî bir visâl ile neticelendir!.. Âmîn!

Hak yolunda birleştirdiği gönüller, 17 Temmuz Cumartesi günü öğle namazını müteâkip, cenâzesinin ardından mahşerî bir kalabalık hâlinde akıyordu. Yekvücud olmuş sayısız insan, o anda dünyanın fânî telâşlarından sıyrılmış, uhrevî hislerin derinliği içinde, Allâh’a gerçek bir kul vasfında yönelmenin feyz ve rûhâniyet iklimine ulaşmıştı. Eğik başlar, dökülen sıcak gözyaşları, kulluktan murâd olan gerçek hâlin, zâhirdeki pek âşikâr bir tezâhürü idi. Adım atmakta güçlük çeken o dâsitânî kalabalığın üstünde ise, gören gözler için bir rahmet bulutu hâlinde sayısız melek, kabre doğru süzülerek onu teşyî ediyordu.

Ve nihâyet, kendisine emânet edilen 83 yıllık ömür defterini, Hakk’ın rızâsına mazhar olacak güzelliklerle doldurduktan sonra, yüz akıyla Rabbimizin huzûruna çıkmak için Sahrâ-yı Cedîd Kabristanı’nın kapısına geldi. Hayatı boyunca tevâzû ve mahviyeti şiâr edinmiş bu Hak dostu, ölümünde de mütevâzı bir kabre girerek âdeta hiçliğe büründü. Hüzün, gözyaşı, rahmet ve huzurun birlikte harmanlandığı bu mânevî atmosfer içinde, duâlar ve niyazlarla ebedî istirahatgâhında âile dostlarının arasına katıldı.

[1] Bkz. el-Bakara, 156.

[2]Kendi Kalemlerinden Kısa Terceme-i Hâl”, Altınoluk, sayı: 162, s. 12, Ağustos-1999.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.