Müminûn Suresi 1-2. Ayetleri Ne Anlatıyor?

Müminûn Suresi 1-2. ayetlerinde ne anlatılmak isteniyor? Allah’tan başka herkesin âciz olduğunu bildiren âyet-i kerime; Müminûn suresi 1-2. ayetlerinin Arapçası, meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...

Müminûn suresi 1-2. ayetlerinde şöyle buyrulur:

Müminûn Suresi 1-2. Ayet Arapça:

ِ قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ

Müminûn Suresi 1-2. Ayet Meali:

Müminler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler. (Müminûn, 23/1-2)

HUŞÛ İLE KILINAN NAMAZ KURTULUŞTUR

Bilgi:

Allah Teâla’ya imanı tam olanlar, dünya ve ahiret hayatında kurtuluşa ermişlerdir. Bu müminlerin en belirgin özelliği de namazlarını huşû içinde eda etmeleridir. Ayrıca onlar; boş şeylerden yüz çevirir, zekâtı verir, iffetli davranır, emaneti korur, sözlerini tutar ve namazlarına devam ederler. Cenâb-ı Hak insanoğlunu çamurdan yaratmış, onu ete kemiğe bürümüş ve ona hayat vermiştir. Ecelleri gelince de insanların canını alacak, kıyamet günü onları tekrar diriltip hesaba çekecektir.

Mesaj:

  1. Kurtuluşa erenler, ‘iman ettim’ demekle yetinenler değil, namaz, oruç ve zekât gibi ibadetleri hakkıyla yerine getirenlerdir.
  2. İbadetlerin en makbul olanları ihlas, huşû ve takvâ ile yapılanlarıdır.

Kelime Dağarcığı:

Huşû: Alçakgönüllü, mütevazi, itaatkâr ve saygılı olmak.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

Müminûn Suresi 1-2. Ayet Tefsiri:

  1. Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.

Hz. Ömer şöyle anlatıyor:

“Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.)’e vahy indiği zamanlarda etrafında arı vızıltısı gibi bir ses işitilirdi. Bir gün yine vahiy inmeye başladı, bir süre öylece bekledik. Bu hâli geçip açılınca kıbleye döndü ve ellerini kaldırarak şöyle dua etti:

«Allahım! Bize çok ver, azaltma; bizi şerefli kıl, alçaltma; bize ver, bizi mahrum bırakma. Bizi gözet, başkalarını bize tercih etme. Bizi hoşnut et ve bizden de hoşnut ol!” Sonra da: “Bana şimdi on âyet nâzil oldu. Kim bu âyetleri okuyup gereğini yerine getirirse cennete girer» buyurdu ve bu sûrenin ilk on âyetini okudu.” (Tirmizî, Tefsir 23/1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I,34)

Mü’minûn sûresinin baş tarafında, önceki Hac sûresinin son âyetleriyle yakından alâkalı olarak mü’minlerin vasıfları sayılmaktadır. Hac sûresinin bu âyetlerinde Cenâb-ı Hak mü’minlere rükûyu, secdeyi, Rabbe kulluğu, hayırlı işler yapmayı ve Allah yolunda cihâdı emretmişti. müslümanlardan diğer insanlara karşı örnek bir şahsiyet sergilemelerini, bunun gerçekleşmesi için de namazı kılmalarını, zekâtı vermelerini ve Allah’a sımsıkı sarılmalarını tavsiye buyurmuştu. Hemen peşinden gelen bu sûrede ise Allah’ın bahsedilen emirlerini harfiyen yerine getiren kâmil mü’minlerin “felâha erecekleri” müjdelenir. “Felâha ermek”; murada ulaşmak, sonsuz bir hayrı elde etmek, selamete ermek, huzur bulmak mânalarına gelir ki bunun ilk şartı “mü’min olmak”tır. Ebedi kurtuluşun temelinde mutlaka sağlam bir iman bulunmalıdır. Sonra da böyle bir imanla irtibatlı olarak şu güzel vasıflara sahip olunmaya çalışılacaktır:

İmandan sonra “namaz” gelir:

  1. Onlar namazlarında tam bir tevazu, teslimiyet ve derin bir saygı içindedirler.

Namaz dinin direğidir. Fakat onu, dinin direği olacak şekilde kılmak şarttır. Bu sebeple mü’minlerin ilk vasfı olarak, “namazda huşû” sayılır. اَلْخُشُوعُ (huşû‘); bir yönden korku, çekingenlik gibi kalbî fiilleri, bir yönden de sallanmayı bırakıp sükûnet içinde olmak gibi dış azalara ait fiilleri ifade eder. Kalbin huşûu, korkmak ve güçlü bir şahsın karşısında heybet hissine kapılmaktır. Bedenin huşûu ise, böyle bir şahsın huzurunda baş eğmek, boyun bükmek, bakışları aşağı çevirip sesi alçaltmaktır. Bu bakımdan huşû, kökleri kalpte, görüntüleri bedende olmak üzere her iki mânayı da içinde bulundurur. Bunun kalbe ait tarafı; Rabbin azamet ve celâli karşısında kendi küçüklüğünü göstererek nefsi Hakk’ın emrine baş eğdirip söz dinlettirecek ve edep ve tâzimden başka bir şeye yönelmeyecek biçimde kalbin son derece güçlü bir saygı duygusu hissetmesidir. Dış görünüşle ilgili yönü ise, bu duygunun kalpte yerleşmesiyle birlikte vücut organlarında bir sükûnet meydana gelmesi, gözlerinin önüne, secde yerine bakıp, sağa sola, şuna buna iltifat etmemesidir. Bundan dolayı, huşûun aslı namazın şartlarından olan niyetin samimiliği ile tezahürleri de namazın adâb ve diğer şartlarıyla alakalıdır. Rivayete göre Resûlullah ve ashâbı namazda gözlerini gökyüzüne kaldırırlardı, bu âyetin inmesi üzerine önlerine eğdiler. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVIII, 4)[1] Dolayısıyla namazda hem kalbin, hem de bedenin huşû içinde olması istenmektedir ki namazın özü de budur.

Gerçek mü’minlerin kalpleri, namazda Allah’ın huzurunda bulunmanın heybeti ile titrer, derinden ürperir. Bu ürperti oradan azalara, duygu ve hareketlere akseder. Ruhları, Allah’ın huzurunda O’nun azamet ve yüceliğine bürünür. Zihinlerini kurcalayan tüm meşguliyetler yok olur. Allah’ın yüceliğinin idrakine vardıkları, O’na kulluğun verdiği huzuru hissettikleri için başka bir şeyle uğraşmazlar. Bu yüce huzurdayken, çevrelerinde bulunan, akıllarında yer eden her şeyden bir kenara çekilirler. Allah’tan başkasını görmezler. Dikkatlerini sadece namazdaki sözlerin anlamlarını düşünmeye teksif ederler ve namazdan derin bir zevk alırlar. Vicdanları her türlü kirden arınır. İşte bu noktada boşlukta yüzen zerre, ana kaynağıyla buluşur. Şaşkın ruh yolunu bulur, ürkek kalp sığınağını tanır. Bu anda Allah’ın dışındaki bütün değerler, eşyalar ve şahıslar gözlerinde küçülür.

Hadîs-i şerîfte şöyle bu­yru­lur: “Bir mümin güzelce abdest alır, sonra da başından sonuna kadar kalp-beden âhengi içinde tam bir huzur ve huşû ile iki rekat namaz kılarsa cennet ona vâcip olur.” (Müslim, Tahâret 17)

Bahâüddîn Nakşibend (k.s.)’a sordular:

“–Bir kul, namazda nasıl huşûa erer?” O da cevâben:

“–Dört şeyle!” buyurup şunları beyân etti:

›    “Helâl lokma,

›    Abdest sırasında gafletten uzak durmak,

›    İlk tekbîri alırken kendini huzurda bilmek,

›    Namaz dışında da Hakk’ı aslâ unutmamak, yâni namazdaki huzur, sükûn ve mâsiyetten uzakta durma hâlini namazdan sonra da devam ettirebilmek.” (el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 561)

Böyle bir namaz için, Hak’tan gayrı her şeyin hattâ insanın kendi nefsinin bile gözden ve gönülden düşmesi gerekir. Böyle bir namaz hakkında Süleyman Dârânî (k.s.) şu açıklamayı yapar:

“İki rekat namaz kılmak ile Firdevs cennetine girmek arasında muhayyer bırakılsam, iki rekat namazı tercih ederim. Çünkü Firdevs cennetine girmek nefsin hoşlanacağı bir istektir. Fakat iki rekat namaz kılarsam Rabbimle beraber bulunmuş olurum.”

Sahâbe-i kirâmdan Abdullah b. Şıhhîr (r.a.), Allah Resûlü (s.a.s.)’in namazda­ki hâlini şöyle tasvîr eder: “Resûlullah (s.av)’i namaz kılarken gördüm. Ağlamaktan dolayı göğsünden tencere kaynamasına benzeyen bir ses duyuluyordu.” (Ebû Dâ­vud, Salât 156-157; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 25)

Hz. Ali, namaza durduğunda benzi sararır, kendi varlığı dâhil her şeyden sıyrılırdı. Bir savaşta mübârek ayağına batan okun çıkarılması için namaza durmuştu. Zira bu takdirde okun çıkarılışındaki ızdırâbı hissetmeyeceğini biliyordu. İşte bu ölçüde dünya ile alâkayı keserek namaz kılmaya çalışmak lazımdır.

Dipnot:

[1] Ümmü Ruman (r.a.) şöyle anlatır: “Namazımda sallanıyordum. Ebû Bekir (r.a.) gördü, beni öyle bir azarladı ki, az daha namazdan çıkacaktım. Sonra da Resûlullah (s.a.s.)’ın şöyle buyurduğunu işittiğini söyledi: «Biriniz namaza durduğunda her tarafı sakin olsun, yahudiler gibi sallanmasın. Zira namazda azaların sükûneti namazın tamamındandır.»” (Alûsi, Ruhu’l-me‘ânî, XVIII, 3)

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com

İslam ve İhsan

MÜMİNUN SURESİNİN FAZİLETİ

Müminun Suresinin Fazileti

MÜMİN SURESİNİN TEFSİRİ

Mümin Suresinin Tefsiri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.