Mevlana'nın Müthiş Hikâyesi: 'bir Testi Su'

Dr. Adem Ergül, Mevlânâ'nın bir kıssasında anlattığı ve Osman Nuri Topbaş Hocaefendi'nin kaleme aldığı "Bir Testi Su" hikâyesini anlatıyor.

İşte "Bir Testi Su" hikâyesi:

Çöl ortasında fakir bir bedevî, çadırında hanımıyla oturuyordu. Bir gece hanımı;

“- Bütün yoksulluğu, cefayı biz çekiyoruz. Herkesin ömrü bollukla geçiyor. Sadece biz fakiriz. Ekmeğimiz yok, katığımız üzüntü. Testimiz yok, suyumuz göz yaşı… Gündüzün elbisemiz güneş, geceleyin döşek ve yorganımız ay ışığı. Açlığımızdan dolunayı okkalık ekmek sanarak, gökyüzüne saldırıyoruz… Bizim halimiz ne olacak böyle?” diye dert yandı.

Bedevî şöyle cevap verdi:

“- Be kadın, daha ne zamana dek dünya malını arayıp duracaksın? Şu dünyada ne kadar ömrümüz kaldı? Akıllı kişi artığa eksiğe bakmaz. Gençken daha kanaatkâr idin, yaşlandın hırsın arttı; altın istiyorsun. Halbuki önceden altın gibiydin sen.. Ne oldu sana?”

Hanımı bunları dinlemiyor, üstelik azdıkça azıyordu. Devamla: “- Ey namustan gayri bir şeyi olmayan adam.. Artık senin yaldızlı sözlerinden bıktım. Halimize bak da utan! Bana kanaatten bahsediyorsun. Ne vakte kadar bu çalım? Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın? Sen bunları geç de yola gel!

Kocası cevap verdi:

“- Sen kadın mısın, yoksa keder misin? Yoksulluğumla ben iftihar ederim. Başıma kakma! Mal, mülk ve para başta külah gibidir. Külaha sığınan keldir. Zengin, kulağına kadar ayıp içine dalan kişidir. Malı vardır da o mal ayıbını örter. Yoksulluk senin anlayacağın şey değildir, yoksulluğa hor bakma! ALLAH -celle celâlühû- göstermesin, benim dünyaya karşı tamahım yok. Gönlümde, kanaatten bir alem var. Ey kadın! Kavgayı, darılmayı bırak! Bırakmayacaksan hiç olmazsa beni bırak! Ben iyiyle, kötüyle kavga edemem; kavga ile işim yok. Savaşlar şöyle dursun, gönlüm barışlardan bile ürkmekte… Susacaksan ne âlâ, eğer susmazsan, şimdi evimi, barkımı bırakır alır başımı giderim…”

Kadın, kocasını hiddetli görünce ağlamaya başladı, güya pişmanlık gösterdi. Bedevî karısının gözyaşlarına dayanamadı, söylediklerine pişman oldu.

Onun bu pişmanlığım sezen kadın, kocasına şu aklı verdi:

“- Testimizde yağmur suyu var. Malımız mülkümüz de bundan ibaret. Bu testiyi al, git Padişahlar Padişahı’nın huzuruna gir, armağanını sun. De ki: “Bizim bundan başka, hiçbir malımız mülkümüz yok, çölde de bundan iyisi hiç bulunmaz… Padişahımızın hazîneleri varsa, bunun gibi suyu yoktur. Bu su, az bulunur.”

Zavallı kadın, Bağdat’ın ortasından şeker gibi Dicle’nin akıp gitmekte olduğunu ne bilsin, testisindeki suyu övüp duruyordu.

Kocası da bu övgüye katılmış:

“- Kimin böyle bir armağanı olabilir? Gerçekten de bizim bir testi yağmur suyumuz ancak padişahlara layık…” diyordu.

Bedevî testisini bir keçeye sardı, ağzını sıkıca kapadı. Sırtına alarak Bağdat yoluna düştü. Testi kırılmasın, hırsızlar çalmasın diye gece gündüz gözü gibi koruyordu. Günler haftalar sonra Bağdat’a geldi. Sora sora, halîfenin sarayını buldu. Kapıya dayandı. Muhafızlar ne istediğini sordular. Bedevî:

“- Ey muhterem kişiler! Ben garib bir bedeviyim. Padişahın lütfunu umarak çöllerden geldim. Bu armağanı o sultana götürün, padişahtan murad isteyeni ihtiyaçtan kurtarın! Tatlı, lezzetli su. Çölde, yağmur sularından biriken gölden toplanmıştır. Testim de güzel yepyeni.”

Halîfenin adamları, bu saf, tertemiz yürekli bedevîye önce gülecek oldular, sonra da onun bu iyi niyetlerle bezenmiş armağanını canla başla kabul ettiler. Bedevî, sarayın hemen altında gürül gürül akan Dicle’den habersiz, bekliyordu.

Bedevî’nin su testisi Halîfeye sunulunca, Halîfe bundan çok memnun olmuş, bedevîyi huzuruna kabul etmişti. Gönlünü aldı, yeni elbiseler giydirdi sonra da adamlarına:

“- Testiyi altınla doldurun, ona verin. Dönerken de onu, gemi ile Dicle yolundan götürün. O çöl yolundan gelmiş. Dicle yolu yurduna daha yakındır. Buradan memleketine dönsün.” emrini verdi.

Bedevî gemiye binip Dicle’yi görünce büsbütün şaşırmıştı. Asıl şaşkınlığı, bu kadar suyu bol Dicle nehri varken, Halîfe’nin, bir testi çöl suyunu kabul etmesiydi. Ve Allah -celle celâlühû-‘a şükrediyordu.

Mesnevi: “Ey oğul! Bütün dünyayı, ağzına kadar ilimle, güzellikle dolu bir testi bil. Fakat bu ilim ve güzellik, fevkalade dolu olduğundan derisine sığmayan kişinin (zuhuru, zatinin muktezası olan ve zuhur etmemesine imkan bulunmayan Allah -celle celâlühû-‘ın Dicle’sinden bir katredir. O gizli bir hazîneydi. Pek dolu olduğundan yarıldı, kendisini izhar etti. Toprağı, göklerden daha parlak bir hale getirdi. Gizli bir hazîneyken coştu; toprağı, atlas giyen bir sultan haline soktu. O bedevî, Allah -celle celâlühû-‘ın Dicle’sinden bir katreyi görseydi, hakikatte bir deniz olan o katrenin önünde testisini atardı.” (Beyit: 2860-2864)

Hikayede “Halîfe Kapısı”, “Dergah-ı İlahî”yi temsil etmektedir.

Mü’min her ne kadar ilim, irfan, mal-mülk ve ibadet sahibi olursa olsun, bu meziyet ve imkanlarına aldanmamalı ve güvenmemelidir. Bu değerlerin hepsini Rabbinin lütfü bilip, şahsî amellerinin de Dicle’nin yanında, bir testi su olduğunu unutmamalıdır.

Çöl bedevîsinin çölde bin bir çile ile biriktirip halîfeye takdim ettiği bir testi su onun için hayat iksiri idi. Halbuki Dicle’nin içine dökülünce kaybolup gitti.

İnsanoğlunun beşerî imkanlarla hakîkatine ermeye çalıştığı, ilahî tanzîm ve sanattan anlayabileceği, onun aslî hakîkatı karşısında Dicle’nin bir damlası bile değildir. Karıncanın kendi ufacık yuvasını, balığın akvaryumunu bir kainat zannetmesi gibi.

İnsan da, gafleti neticesi kendi cüceliğine bakmadan adeta bir dev aynasının yalanlarına kanar. Misalimizdeki karınca ve balığın durumuna düşer.

Mesnevî Bahçesinden 'Bir Testi Su'yu (1-2) dinlemek için tıklayınız

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bir Testi Su, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.