Manevi Yola Girenlerde Ne Aranır?

Mânevî yola talip olanlarda evvelâ; dürüstlük, tevâzû, engin gönül, mülâye­met, geçimlilik, ihlâs ve istikâmet aranır. İkinci olarak da; gayret, samîmiyet, fe­dakârlık aranır.

Mârifet âlemi (tasavvuf) çok değişiktir. Kimi insan mârifet âlemi dendiği zaman bir köy kadar bilir. Bazısı bir kasaba kadar büyük bilir. Bazıları da, bir koca ülke kadar gözünde büyütür. Bazıları da, dünyayı ve âhireti tahayyül eder. Mârifet âlemini o kadar büyültür. Lakin işin aslı hiçbiri değildir... Ancak nasibi olan, tadan bilir... Bazı kimseler tasavvufun, seyr ü sülûkun ne olduğunu bilmedikleri veya nasipleri olmadığı için bu mânevî yolun aleyhinde konuşmuşlardır.

Çünkü perdeli, hicablı kişilerin zannettikleri gibi bu mânevî yollar, gelişi, güzel sonradan uydurulmuş, icat ve ihdas edilmiş bid’at yolu değildir. Kökleri Ebû Bekir Sıddık ve Aliyyü’l- Murtazâ efendilerimize dayanan Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretlerine vuslat yoludur.

MARİFETULLAH TALİPLİLERİ

Ciddî, Rahmânî, ulvî, ârifler, velîler yoludur. Hülasa Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretlerinin kendisine cezbettiği ihlâslı âşıklar yoludur. Dürüst, müstakîm, sâf, her kötülükten müberrâ, gönül ehillerinin yoludur. Hak celle ve âlâ hazretlerini, O’nun sevdiklerini sevenlerin yoludur. Nefisleri ölenlerin, Hak’la var olanların yoludur. Bağrı açık, gözü yaşlı erenler yoludur.

Mânevî yola talip olanlarda evvelâ; dürüstlük, tevâzû, engin gönül, mülâye­met, geçimlilik, ihlâs ve istikâmet aranır. İkinci olarak da; gayret, samîmiyet, fe­dakârlık aranır.

Sözün kısası, mârifetullah taliplileri ara­dıkları gönül hoşluğunu ancak tasavvuf yolu ile elde edebilirler. İstifâde edebilmek için niyetlerin hâlis olması ve gayretlerin de Allah rızâsı için olması lâzımdır.

İSLAM'IN TAM TATBİKÇİLERİ

İnsan; ancak seyr ü sülûk yoluyla ih­lâ­sı, gayreti ölçüsünde kemale erer ve o zaman Kur’ân ahkâmını lâyıkı vechile yerine getirebilir. Çünkü nefsi ölmüştür. Hak ile var olmuştur. Dîni bilgisi, görgüsü tamdır. Edep ve haya sahibidir. İçinde, şüphe, vesvese, kuruntu diye bir şey kalmamıştır. Her an Rabb’ini anar olduğu için gâfil değildir. Îkânı, ihlâsı, istikâmeti kuvvet bulmuştur. Buna rağmen, namazı, niyazı, ibâdeti, istiğfarı boldur. Her meziyetler üzerinde toplandığı için Allah’ın dostu olmuştur.

Bu zümre, Kur’ân-ı Kerîm’in ahlâk, adâp ve emirlerinden zerre kadar inhiraf et­mekten son derece korkarlar. En ince hususları seve seve büyük bir neşe içinde îfâ ederler. İslâm yolunun tam tatbikçileridir. Çünkü nefisleriyle mücâdele etmesini bilirler.

Bazı kimselerin şeyhleri hakkında aşırı sevgileri dolayısıyla mübalağalı konuşmalarını vesîle ittihaz edip de, mânevî seyr ü sülûk yoluna ileri geri, yersiz, lüzumsuz sözler sarfetmek çok mânâsız ve hüsranı mûciptir. Çünkü bu Hak yolu, istîdâdı olup da, kabul olunan Hak erlerini yetiştirme ve terbiye etme okuludur.

Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ve ashâb-ı ki­râm hazerâtının yoludur. Tarîkat, kasıtlı olarak, herkese yan­lış anlatıldığı gibi, tembel tembel bir kenarda oturup, her­kese el açmayı, fertlere cemiyete yük olmayı değil, çalışmayı, yardımlaşmayı, fertlere, cemiyete hizmeti emreder. Çünkü Allah’ın rızâsı, çalışmakta ve hizmettedir.

Hatta “Bâr (yük) olma, yâr ol!” sözü sık sık tekrarlanır.

MÜRŞİD-İ KAMİLLER YAPTIKLARI İÇİN KARŞILIK BEKLEMEZLER

Hadîs-i şerîfte buyurulmuştur:

“Âlimler peygamberlerin vârisleridir.”

Âlim, vâris-i enbiyâ demektir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ı bilen, seven, O’ndan korkan ve O’nun emirlerini îfâ edenler ancak bunlardır.

Mürşid-i kâmiller ârif-i billah olanlar, halka karşı yaptıkları hizmetten dolayı en ufak bir talepte bulunmaz. Hatta Allah Teâlâ’ya yaptıkları kulluğa karşı da en ufak bir karşılık beklemezler, karşılık beklemenin kulun Cenâb-ı Hak indindeki derecesinin düşmesine sebep olacağını bilirler.

Cenâb-ı Hakk’ı lâyıkı vechile bilemeyen, korkmadan dâimî mâsiyet işleyen kimsenin ne kadar zâhiri bilgisi olursa olsun, ona âlim demek muvâfık olmaz. Çünkü bilmiş olsa idi, mâsiyete cür’et etmez, kendisini Allah’ın emirleri yolunda, kemâle erdirmeye gayret ederdi.

Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-I. s. 30-37

Kaynak: Sâdık Dânâ, Altınoluk Dergisi, Sayı: 391

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.