Kur’an Okuyan ile Okumayanın Farkı

Kur’an-ı Kerim okuyan ile okumayan bir kimsenin farkı nedir?

Osman radıyallahu anh’den bir rivâyette Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

 “Sizin en fazîletliniz Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.” buyurdu demiştir.

İbn-i Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivâyete göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kur’ân sâhibi (yani hâfızın benzeri) bağlı devenin sâhibinin misâli gibidir. Deve sâhibi devesini gözetlerse tutabilir, mukayyet olmayıp bırakırsa kaçar gider.”

Kezâ Abdullah bin Mesut radıyallahu anh’dan Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kur’ân sâhibinin birisi için (yani hâfız için) şu âyetleri unuttum demek ne fenâ şeydir! Belki unutuldu demek gerektir.” Çünkü unuttum demek Kur’ân’ın hıfzına ehemmiyet vermediğine delâlet ettiğinden mekruhtur. Unutuldu demeli.

“Ey Kur’ân sâhibi hâfızlar! Kur’ân’ı dâima okuyup müzâkere ediniz. Çünkü Kur’ân’ın hâfız kişilerin gönüllerinden ayrılıp kaçması devenin boşanıp kaçmasından daha seridir!” buyurmuştur. (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 11 / 278)

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî radıyallahu anh’den diğer bir rivâyette ise, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Kur’ân’ı muhâfazaya ehemmiyet veriniz. Hayatım yed-i kudretinde olan Cenâb-ı Allah’a yemin ederim ki Kur’ân’ın hâfızadan çıkıp kaçması, bağlı devenin ihtimamsızlık eseri boşanıp kaçmasından daha seridir!” buyurmuştur.

Ebû Mûsâ el-Eş’ârî radıyallahu anh’e buyurdular ki:

–“Ey Ebâ Mûsâ! Sana Dâvud peygamberin ahenkli güzel sadâsından bir nağme, güzel sadâ verilmiştir.” (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 11 / 279)

Yine Ebû Mûsâ el Eş’ârî radıyallahu anh; “Şu bir hâlis mü’min ki Kur’ân okur. Onun muktezâsıyla amel eder, o tadı güzel, kokusu güzel turunç meyvesi gibidir. Şu bir mü’min de Kur’ân okumaz fakat mucibiyle amel eder bu da tadı güzel fakat kokusu olmayan hurma gibidir. Kur’ân’ı okuyan fakat mucibiyle amel etmeyen münafık benzeri de, kokusu güzel fakat acı reyhan otu gibidir. Kur’ân’ı okumayan münafık benzeri, tadı da acı, kokusu da kötü ebû cehil karpuzu gibidir.” buyurmuştur. (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 11 / 286)

İmam Buhârî’nin Üseyd bin Hudayr radıyallahu anh’den rivâyetine göre: “Bir kere Üseyd gece vakti Bakara sûresini okuyordu. Diğer bir rivâyette Sûre-i Kehf okuyordu. Atı da yanında bağlanmıştı. Kur’ân’ı okurken at deprenmeye başladı. Üseyd sustu, at da sâkinleşti. Üseyd tekrar okumaya başladı, at yine şahlandı. Üseyd yine sustu, at da sâkinleşti. Bundan sonra Üseyd bir daha okumaya başladı, at yine hırçınlaştı. Üseyd de artık Kur’ân okumaktan vazgeçti. Üseyd’in oğlu Yahya da ata yakın bir yerde yatmakta idi. Atın çocuğa zararı dokunmaması için çocuğu geriye çekti. Bu sırada başını kaldırıp göğe baktığında beyaz bulut gölgesine benzer bir sis içinde kandiller gibi bir takım yıldızların parlamakta olduğunu gördü.”

Sabah olduğunda Üseyd keyfiyeti Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e arz eyledi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ona: “Oku ey Hudayr oğlu, oku ey Hudayr oğlu!” diyerek okumaya devam edilmesi lâzım olduğunu bildirdi. Üseyd radıyallahu anh de: “Ya Rasûlallah! Atın, Yahyâ’yı çiğnemesinden endişe ettim de kestim. O sırada semâya baktım. Gökyüzünde bulut gölgesini andırır bir beyazlık içinde kandiller gibi yıldızların parlamakta olduklarını gördüm. Artık bu beyaz tabakası içindeki yıldızlar göğe doğru çıkıp gitti, nihâyet görünmez oldu.” dedi.

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: “Bilir misin onlar nedir?” buyurdu. Üseyd radıyallahu anh “Hayır!” deyince:

“Ey Üseyd! Onlar melekler idi. Senin sesine yaklaşmışlardı. Eğer sen Kur’ân okumaya devâm etseydin sabaha kadar melekler seni dinler idi, nâs da onlara bakardı, halkın gözünden gizlenmezdi.” buyurdu.

Kaynak: Mahmud Sâmî Ramazanoğlu-Musahabe-2, s.29- Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KUR’AN OKUYAN MÜ’MİN İLE KUR’AN OKUMAYAN MÜ’MİN ARASINDAKİ FARK

Kur’an Okuyan Mü’min ile Kur’an Okumayan Mü’min Arasındaki Fark

KUR'AN OKUMANIN FAZİLETLERİ

Kur'an Okumanın Faziletleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.