Kur’an-ı Kerim Nasıl Nazil Olmuştur?

Kur’an-ı Kerim nasıl nazil oldu ve kaydedildi? Peygamberimizin (s.a.s.) vahiy katipleri var mıydı? Kur’an-ı Kerim’in nüzulü ve kaydedilmesi...

Kur’ân-ı Kerîm en son indirilen ilâhî kitaptır. Allah Teâlâ onu toplu olarak değil, pek çok hikmete binaen kısım kısım indirmiştir. Bu durum insanlara pek çok faydalar ve pek büyük kolaylıklar sağlamıştır.

KUR’AN’IN NÜZULÜ VE KAYDEDİLMESİ

Rasûl-i Ekrem Efendimiz, vahiy nâzil oldukça âyetleri unutmamak arzûsuyla acele ederek Cibrîl-i Emîn ile beraber okumak isterdi. Bu hâl üzerine şu âyetler nâzil oldu:

“Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’ân’ı okumakta acele etme! «Rabbim! İlmimi arttır» de!” (Tâhâ, 114)

(Rasûlüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma! Şüphesiz onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize âittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et!” (Kıyâme, 16-18)

Artık bun­dan sonra Cibrîl-i Emîn geldiğinde Rasûl-i Ekrem Efendimiz susar; Cibril, vahy-i îlâhî’yi tamâmen tebliğ edip bitirince Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gelen âyetleri tam olarak ezberlemiş bulunur ve öylece tilâvet buyururdu. Bu durum, Kur’ân’ın mucize olduğunu gösteren delillerden biridir.

Peygamber Efendimiz’in pek çok vahiy kâtibi vardı. Bunların sayısı 65’e kadar çıkıyordu. Kur’ân-ı Kerîm’den bir kısım geldiğinde Peygamber Efendimiz, kâtiplerden müsait olanları çağırır ve vahyi yazdırırdı.[1] Onlar da, inen âyetleri o zamanın yazı malzemelerine yazarlardı. Yazma işlemi bittikten sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kâtiplere yazdıklarını okutturur ve eksikleri varsa düzelttirirdi. Daha sonra kâtip çıkar vahyi insanlara arzederdi.[2] Akabinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de inen âyetleri önce erkek sonra da kadın sahâbîlere okurdu.[3] Müslümanlar da gelen vahyi ezberler, bir kısmı da yazarak yanında muhafaza ederdi.

Kısım kısım inen âyet ve sûrelerin Kur’ân’ın neresine yerleştirileceği Cenâb-ı Hak tarafından bildiriliyor, Cebrail -aleyhisselâm- bunları Allah Rasûlü’ne tarif ediyor, Efendimiz de kâtiplerine yazdırıyordu.[4]

Şurasını hatırdan çıkarmayalım ki, ilk inen âyetler, konu olarak beşerî ilimlerin tanınıp bilinmesinde bir vâsıta olan “kalem”in ve “yazdığı satırlar”ın medh ü senâsına hasredilmiş, yazılmış olan bilgiler mânâsına gelen “Kitâb” kelimesi üzerinde ısrarla durulmuştur.[5] İşte Allah Rasûlü’nün Kur’ân’ın yazıyla tesbit edilip muhafazasındaki gayret ve titizliğini destekleyen âmillerden biri de budur.

Nâzil olan Kur’ân âyetlerini yazmak ashâb-ı kirâm arasında çok yaygındı. Herkes bu işe dört elle sarılmıştı. Yazmayı bilmeyenler de ellerinde yazı malzemeleriyle Efendimiz’in yanına gelirler, orada bulunan bir sahâbî Allah’ın rızâsını kazanmak için kalkar ve onun için Mushaf’ın bir kısmını yazar, daha sonra başka biri devam eder, nihâyet yazı bilmeyen sahâbî için bir Mushaf yazıverirlerdi.[6] Bu sebeple Peygamber Efendimiz, karışıklığa meydan vermemek için ilk günlerde Kur’ân ile hadislerin aynı yere yazılmasını yasaklamıştı.[7]

Yani âyetler İslâm’ın ilk devirlerinden itibaren hatta müslümanlar Kureyş’in zulmü altında sayısız sıkıntılar içinde yeni filizlenen bir toplulukken bile kayda geçirilmiştir. Abese sûresinin 11-16. âyetlerinde, Kur’ân’ın ilk senelerde mevcut çok sayıdaki yazılı metinlerinden (nüshalarından) bahsedilmektedir. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ- da Mekke’de inen âyetlerin hemen orada kaydedildiğini söylemiştir.[8] Nitekim ilk senelerde Hz. Ömer -radıyallâhu anh-, Kur’ân yazılı bir sahifeyi okuduktan sonra iman etmiştir.[9] Râfi bin Mâlik -radıyallâhu anh- Akabe Bey‘atı’na katıldığında, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o zamana kadar vahyedilmiş tüm âyet ve sûrelerden oluşan bir Kur’ân metnini ona teslim etmişti. Râfi, Medine’ye döndüğünde kendi mahallesinde inşâ ettirdiği ve İslâm âleminde ilk câmi diye bilinen mescidde toplanan müslümanlara bu âyet ve sûreleri tilâvet ederdi. Yûsuf Sûresi’ni de Medîne’ye ilk defâ Râfî getirmiştir.[10]

Nâzil olan Kur’ân âyet ve sûreleri; ilk günden beri, farz ve nâfile olarak kılınan namazlarda ve bilhassa uzun uzun kılınan teheccüdlerde sesli ve sessiz olarak gece gündüz okunuyordu. Ashâb-ı kiram arasında büyük bir okuma-yazma ve Kur’ân’ı öğrenip ezberleme faaliyeti başlamıştı. Nitekim Efendimiz’in teşvik ve gayretleri neticesinde pek çok insan Kur’ân’ı baştan sona ezberlemiş ve yazmıştır. Bu güzel gayretler günümüze kadar artarak devam etmiştir.

Ramazan aylarında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Cebrail -aleyhisselâm- Kur’ân’ı birbirlerine karşılıklı olarak okurlardı. Son sene bunu iki defa yapmışlardı.[11] İbn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve Cebrâil -aleyhisselâm- birbirlerine Kur’ân okumayı bitirdiklerinde ben de Allah Rasûlü’ne okuyordum ve Efendimiz benim okuyuşumun son derece güzel olduğunu söylüyordu.” (Taberî, I, 28; Ahmed, I, 405)

Cebrail -aleyhisselâm- ile yapılan son mukabelenin ardından; Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Zeyd bin Sâbit ve Übey bin Ka‘b -radıyallâhu anhumâ-, Kur’ân’ı birbirlerine okudular. Hatta Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Übey’e iki kez okudu.[12] Bu mukâbele âdeti de günümüze kadar gelmiş ve hâlâ canlılığını muhafaza etmektedir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisine vahyedilen âyet ve sûreleri zaman zaman Cuma hutbelerinde okuyordu.[13] Bir kısım sahâbîler, bazı sûreleri bu hutbelerden dinleyerek ezberlediklerini ifade ederler.[14] Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de ilk hutbede bir sûre okur, ikinci hutbede konuşurlardı.[15] Hz. Ömer’in hutbelerde Nahl sûresini okuduğu rivâyet edilir.[16] Hz. Hasan (r.a) da, bir Cuma günü minbere çıkıp İbrahim sûresinin tamamını insanlara okumuştur.[17]

Efendimiz’in hayatına baktığımızda onun Kur’ân’ı her vesileyle okuduğunu görürüz. İnsanlara İslâm’ı anlatırken, ashabına sohbet ederken Kur’ân okurdu, bir meseleyi izah ederken o mevzuyla alakalı âyetleri okurdu, gece ibadetlerinde Kur’ân okurdu, her gün düzenli bir şekilde Kur’ân-ı Kerîm’in yedide birini okuma âdeti vardı.[18] Ashâb-ı kirâm da böyle yapardı: Medîne’ye gelen Sakîf Kabilesi heyetinde bulunan Evs bin Huzeyfe -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gece yatsıdan sonra uzun müddet yanımıza gelmedi.

«–Yâ Rasûlallah! Yanımıza gelmekte niçin geç kaldınız?» diye sorduk. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Her gün Kur’ân’dan bir hizb okumayı kendime vazîfe edinmişimdir. Bunu yerine getirmeden gelmek istemedim» buyurdu. Sabah olunca ashâb-ı kirâma; «Siz Kur’ân’ı nasıl hizipleyip okursunuz?» diye sorduk. Onlar:

«–Biz sûreleri ilk üçünü bir hizb, sonra devamındaki beş sûreyi ikinci bir hizb, daha sonra sırayla yedi, dokuz, on bir ve on üç sûreyi birleştirerek birer hizb yaparız. En son olarak da Kâf Sûresi’nden sonuna kadar mufassal sûreleri bir hizb yaparak Kur’ân-ı Kerîm’i (yedi günde) okuruz» dediler.” (Ahmed, IV, 9; İbn-i Mâce, Salât, 178)

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kim geceleyin hizbini veya hizbinden bir kısmı okumadan uyursa bunu sabah namazı ile öğle namazı arsında tamamlasın! Bu takdirde, sanki gece okumuş gibi aynı sevâba nâil olur” buyururdu. (Müslim, Müsâfirîn, 142)

Kinde kabilesinin temsilcileri hicrî 10. senede altmış veya seksen kişi olarak gelip, Mescid’de bulunan Peygamber Efendimiz’in huzûruna çıkmışlardı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allah beni hak dinle peygamber olarak gönderdi ve bana bir de Kitab indirdi ki, ona bâtıl ne önün­den, ne de ardından yaklaşamaz!” buyurdu. Kinde temsilcileri:

“–Bize ondan biraz okuyup dinletebilir misin?!” dediler. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Sâffât sûresinin başından okumaya başladı:

“Saf saf dizilmiş duranlara, toplayıp sürenlere, zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilâhınız birdir. O, hem göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, hem de doğuların Rabbidir.” (Sâffât, 1-5)

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu âyetleri okuyup susmuştu. Hiç kımıldamadan duruyordu. Gözleri yaşarmış, gözyaşları sakalına doğru akmaya başlamıştı. Kindeliler:

“–Biz senin ağladığını görüyoruz!? Yoksa seni gönderen zâttan korktuğun için mi ağlıyorsun?” dediler. Peygamber Efendimiz:

“–Beni korkutan ve ağlatan, Allah’ın beni kılıcın ağzı gibi ince ve keskin olan dosdoğru bir yol üzere göndermiş olmasıdır ki, ondan azıcık eğrilsem helak olurum!” buyurduktan sonra:

“Hakikaten, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız; sonra bu durumda sen de bize karşı hiçbir yardımcı ve koruyucu bulamazsın”[19] âyetini okudu. Bunun üzerine Kinde temsilcileri müslüman oldular. (Bkz. İbn-i Hişam, IV, 254; Ebû Nuaym, Delâil, I, 237-238; Halebî, III, 260)

Ebû Talha -radıyallâhu anh- bir gün Efendimiz’in yanına vardığında, onun ayakta Ashâb-ı Suffe’ye Kur’ân öğrettiğini gördü. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, açlıktan iki büklüm olan belini doğrultmak için karnına taş bağlamıştı. İşte Rasûl-i Ekrem Efendimiz ve ashâbının meşgûliyeti, Allah’ın kitâbını anlamak ve öğrenmek, arzu ve iştiyakları da Kur’ân’ı tekrar tekrar okumak ve dinlemekti. (Ebû Nuaym, Hilye, I, 342)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbından zaman zaman kendisine Kur’ân okumalarını ister, hürmetsizlik olur düşüncesiyle bundan çekinenlere:

“–Ben Kur’ân’ı başkasından dinlemeyi de severim” buyururdu. (Buhârî, Tefsîr, 4/9; Müslim, Müsâfirîn, 247)

Ashâb-ı kiramdan ve daha sonra gelen sâlihlerden bazıları Kur’ân-ı Kerîm’i her gece baştan sona okuyup hatmederlerdi.[20] Osman bin Abdurrahman babasından şöyle naklediyor:

“Bir gün: «Bugün geceyi Makâm-ı İbrahim’de namaz kılarak geçireceğim» diye niyet ettim. Yatsıdan sonra Makâm’da namaza durdum. Ben namaz kılarken birisi elini omzuma koydu. Selâm verdikten sonra baktım ki o Hz. Osman imiş. Hz. Osman -radıyallâhu anh- Fatiha’dan başlayarak Kur’ân’ı sonuna kadar okuyarak namazını tamamladı. Selâm verdi ve ayakkabılarını alıp gitti.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 56)

Dipnotlar:

[1] Prof. Dr. M. M. el-A‘zami, Kur’ân Tarihi, s. 106-107; a.mlf., Küttâbü’n-Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Beyrut 1398, el-Mektebü’l-İslâmî. [2] Bkz. Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 4; Tirmizî, Menâkıb, 74/3954; Ahmed, V, 184; Heysemî, I, 152. [3] İbn-i İshâk, Sîret, s. 128. [4] Buhârî, Tefsîr, 2/45; Ebû Dâvûd, Salât, 120-121/786; Tirmizi, Tefsir, 9/3086; Ahmed, IV, 218; Ali el-Müttakî, II, 16/2960. Bkz. Mehmet Fâik Yılmaz, Âyetler ve Sûreler Arasındaki Münasebet, Ankara 2005. [5] Alâk, 1-5; Kalem, 1; Bakara, 2; Zuhruf, 2; Duhân, 2. [6] Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye 1424, VI, 27. [7] Prof. Dr. M. M. el-A‘zami, Kur’ân Tarihi, s. 107-108. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Kur’ân vahyi ile kendi sözleri olan hadisleri birbirinden ayırmaya çok dikkat ediyor, “Bu Allah’tan gelen vahiydir”, “Bu benim kendi düşüncemdir” diye açıklıyordu. Bazen de ashâb-ı kiram; “Bu düşünce size mi ait, yoksa ilâhî bir vahiy mi?” diye soruyorlardı. (Bkz. M. Hamidullah, Kur’ân-ı Kerîm Tarihi, s. 15-18) [8] İbnü’d-Dureys, Fedâilü’l-Kur’ân, Dımeşk 1408, s. 33. [9] İbn-i Hişâm, I, 369-371. [10] Bkz. İbn- Hacer, İsâbe, no: 2546 [Râfîʻ bin Mâlik mad.]; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 152; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 157; Kettânî, Terâtib, Beyrut, ts., I, 44; A‘zami, a.g.e, s. 106; Hamidullah, a.g.e, s. 44. [11] Buhârî, Bed’ü’l-halk, 6; Fedâilü’l-Kur’ân, 7; Savm, 7. [12] Mukaddimetân, nşr. A. Jeffery, s. 74, 227; Tâhir el-Cezâirî, et-Tibyân, Beyrut 1412, s. 26. [13] Ebû Dâvûd, Salât, 220-222/1094. [14] Müslim, Cuma, 34, 49-52. [15] İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, I, 449/5195. [16] Buhârî, Sücûdü’l-Kur’ân, 10. [17] İbn-i Sa’d, VI, 368. [18] Bkz. Müslim, Müsâfirîn, 142; Ahmed, IV, 9; İbn-i Mâce, Salât, 178; İbn-i Hi‏‏‏şâm, I, 381. [19] İsrâ, 86. [20] Tirmizî, Kırâât, 11/2946; Heysemî, IX, 94; İbn Sa’d, III, 76; Ebû Nuaym, Hilye, I, 57; Ahmed, ez-Zühd, s. 127; Ali el-Müttakî, XIII, 31/36168-70; Sem‘ânî, Ensâb, V, 282; İmâm Abdülhayy el-Leknevî, İkâmetü’l-hucce, Haleb 1386, s. 64.

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KUR’AN-I KERİM’İN NÜZULÜ VE KAYDEDİLMESİ

Kur’an-ı Kerim’in Nüzulü ve Kaydedilmesi

KUR'AN-I KERİM HAKKINDA GENEL BİLGİLER

Kur'an-ı Kerim Hakkında Genel Bilgiler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.