Koca Sinan Paşa Kimdir?

Koca Sinan Paşa kimdir? Osmanlı sadrazamı, Yemen ve Tunus fâtihi; Koca Sinan Paşa'nın Hayatı.

Koca Sinan Paşa, Arnavut asıllı Ali adlı bir köylünün oğlu olup 1520 yılı civarında Luma’da Topojani’de, bir başka rivayete göre ise Delvine’de dünyaya geldi.

OSMANLI SARAYINA DAMAT OLDU

“Koca” dışında Yemen ve Tunus fâtihi lakaplarıyla da anılır. Sultan 3. Murat ve 3. Mehmet dönemlerinde beş kere sadârette bulundu, kendine has kişiliği, adamları, serveti ve vakıfları ile şöhret kazandı. Küçük yaşta devşirilerek kendisinden önce saraya alınan ağabeyi Ayas Paşa’nın yardımıyla Enderun’a girdi. Ağabeyinin sayesinde kısa sürede yükselerek Kanûnî Sultan Süleyman’ın çaşnigîr başısı oldu. Daha sonra Malatya sancak beyliğiyle saraydan çıktı; ardından Kastamonu, Gazze ve Nablus sancak beyliklerinde bulunduktan sonra Temmuz 1564'te Erzurum, Ekim 1565'te Halep ve 26 Aralık 1567'de Mısır beylerbeyi oldu. Yavuz Sultan Selim’in kızının kızıyla evlendi ve Emine Hatun isimli bir kızı doğdu.

YEMEN FATİHİ

Mısır beylerbeyiliği sırasında karşı karşıya kaldığı en önemli mesele Yemen’de İmam Mutahhar’ın isyanıdır. İsyanı bastırmak üzere Şam Beylerbeyi Lala Mustafa Paşa vezâret pâyesiyle serdar olarak görevlendirilmiş, emrine verilen askerin önemli bir kısmı ile malî desteğin Mısır hazinesinden karşılanması kararlaştırılmıştı. Sinan Paşa, Yemen isyanının görüşüldüğü Kahire’de toplanan bir divanda ağabeyi Ayas Paşa’nın katlinden sorumlu gördüğü Lala Mustafa Paşa ile anlaşmazlığa düştü ve onu azlettirerek 15 Ağustos 1568'de Yemen serdarlığının vezâret pâyesiyle kendisine verilmesini sağladı. Mekke üzerinden Yemen’e varan paşa önce buradaki Kahire Kalesi’ni aldı, gönderdiği kuvvetlerle Aden ve civarını, daha sonra San‘a’yı ve ardından Kevkebân’ı ele geçirdi. İkiye ayrılmış olan Yemen beylerbeyiliği tekrar birleştirilip Behram Paşa’ya verildi. Bölgeyi Osmanlı idaresine yeniden bağlayarak “Yemen fâtihi” unvanını alan Sinan Paşa, Mekke ve Medine’yi ziyaret edip 1571 yılında hacı oldu, ardından Kahire’ye görevine döndü. Kısa bir süre sonra Kubbe vezirliğine yükseldi.

TUNUS FATİHİ

Kıbrıs fethi sırasında Kılıç Ali Paşa tarafından Osmanlı ülkesine katılan Tunus’un İnebahtı Savaşı’nın ardından 1572 yılında İspanyol donanması tarafından ele geçirilmesi üzerine Sinan Paşa burayı geri almak için hazırlanan Osmanlı kuvvetlerinin serdarlığına tayin edildi. Kılıç Ali Paşa’nın başında bulunduğu Osmanlı donanması, 1574 yılında  otuz üç günlük kuşatma sonunda İspanyollar’ın askerî üssü olan Halkulvâdî’yi alıp Tunus’a yeniden hâkim oldu. Sinan Paşa bu başarısı üzerine dördüncü vezirliğe yükseltildi ve “Tunus fâtihi” unvanını aldı. Bunun ardından İran’daki karışıklıklar dolayısıyla açılması düşünülen doğu seferi için Lala Mustafa Paşa ile birlikte Şark serdarlığına getirildi. Fakat aralarındaki rekabet ve çekişme yüzünden seferin idaresi Lala Mustafa Paşa’ya verildi, Sinan Paşa azledildi. Seferin ikinci yılında Sokullu Mehmed Paşa’nın ölümünün ardından Sinan Paşa ekibi, siyasete ağırlığını koyarak başarılarına rağmen Lala Mustafa Paşa’yı azlettirip serdarlığın Sinan Paşa’ya verilmesini sağladı. Hatta Sokullu’dan sonra vezîriâzam olan Semiz Ahmed Paşa’nın ölümü üzerine seferde bulunan Sinan Paşa’nın taraftarlarının baskısıyla Lala Mustafa Paşa sadâret makamına tayin edilmeyerek vekîl-i saltanat unvanıyla sadâret kaymakamlığına getirilmiş, üç aydan fazla bu görevde kaldıktan sonra sadâret mührü Sinan Paşa’ya gönderilmiştir. Sadâret müjdesini Tomanis’te alan paşa, kışlamak üzere geldiği Erzurum’dan şahla barış yazışmalarına girişmesinin ardından zengin ganimetle İstanbul’a döndü. Ancak beklenen barışın sağlanamaması ve civar bölgelerin tehlikeye düşmesi üzerine 6 Aralık 1582'de azledildi ve Malkara’ya gönderildi.

BEYLERBEYİ VAKASI

Dört yıllık bir mâzuliyetten sonra sunduğu kıymetli hediyeler sayesinde harem ve saray halkının gayretleriyle yeniden padişahın ilgisini kazanan Sinan Paşa, sonlarında Aralık 1586'da Şam beylerbeyiliğine getirildi. Ardından bu görevden alındı ve İstanbul’a dönerek Üsküdar’da ikamet etmeye başladı. Züyûf akçe meselesinden çıkan ve “Beylerbeyi Vak‘ası” diye bilinen sipahi ayaklanması sırasında Siyavuş Paşa azledilince yine taraftarlarının rolüyle 2 Nisan 1589'da ikinci defa sadrazam oldu. İki yıldan fazla süren bu sadaretinde birçok önemli icraatta bulundu, özellikle Şah Abbas’ın barış isteği kabul edilerek 1578’den beri süregelen savaşlara son verildi. Bu dönemde önemli bir problem haline gelen sikke tashihi konusunda verimli çalışmalar yapıldı, maden ocakları etkili bir şekilde işletildi, yeni darphâneler kuruldu.

KARADENİZ-İZMİT KANALI PROJESİ

Ayrıca Sakarya nehri vasıtasıyla Karadeniz-İzmit körfezi kanalının açılması projesine yeniden başlandı. Sinan Paşa, bu iş için 30 bin civarında timarlı sipahinin usta ve amele olarak istihdamını düşündü; ancak Ferhad Paşa, Dârüssaâde Ağası Mehmed Ağa, Kaptanıderyâ Hasan Paşa gibi muhaliflerinin karşı çıkmasıyla bu girişim sonuçsuz kaldı. Ardından aleyhine yapılan bu çalışmalar sonucu1 Ağustos 1591'de sadâretten azledilerek yerine Ferhad Paşa getirildi. Bununla da yetinilmeyip vakıf müessesesi açısından çok önemli bir uygulamaya gidilerek Şam, Anadolu ve Erzurum eyaletlerinde, Üsküp ve Dukagin sancaklarında kurduğu vakıflar kaldırıldı ve padişah haslarına katıldı. Kendisi yine Malkara’ya yollandı.

Yeniçeriler arasındaki huzursuzluk sebebiyle Ferhad Paşa’nın azli, Siyavuş Paşa’nın tayini üzerine eski vezîriâzam Ferhad Paşa’nın teftişiyle ile görevlendirilen Sinan Paşa, sadârette bulunmuş birinin bu şekilde soruşturulmasının kötü bir örnek teşkil edeceği, ayrıca Malkara’dan İstanbul’a gelmesinin yanlış yorumlanabileceği düşüncesiyle bu görevi kabul etmedi. Kısa bir süre sonra da ulûfe dağıtılması hususundaki problem yüzünden Siyavuş Paşa azledilince yeniçerilerin desteğiyle28 Ocak 1593'te üçüncü defa sadâret makamına getirildi.

AVUSTURYA İLE TAPILAN SAVAŞLARI YÖNETTİ

Sinan Paşa’nın bu üçüncü sadâretinde en önemli olay, Avusturya’ya karşı yeni bir sefer açılması ve böylece 1606 yılına kadar sürecek olan uzun bir savaş döneminin başlamasıdır. Bazı devlet ve ilim adamlarının itirazına rağmen Sinan Paşa parlak sözler ve vaadlerle padişahı savaşa razı etti; 12 bin yeniçeri ve diğer askerî birliklerle 1593 yılında yola çıktı. Sinan Paşa başlangıçta bazı başarılar elde ettiyse de giderek savaşın seyri değişti, sınır boylarında önemli kalelerden bazıları kaybedildi. Âcilen merkezden asker gönderilmesi istendi. Bunun üzerine geleneğe aykırı olarak ilk defa yeniçeri ağası idaresinde takviye yollandı, ayrıca Kırım Hanı 2. Gazi Giray takviye kuvvetlerle yardıma gitti. Sinan Paşa, Tata Kalesi’nin ardından Yanıkkale’yi (Győr, Raab) ele geçirdi ve Belgrad’a döndü. Ancak Ocak 1595'da 3. Murad’ın ölümü ve yerine 3. Mehmed’in geçmesi onun durumunu sarstı. Rakibi olan Ferhad Paşa cephede bulunan Sinan Paşa’nın azlini sağladı. Fakat beş ay sonra Sinan Paşa vüzerâ ve ulemâdan etkili taraftarları vasıtasıyla dördüncü defa sadrazam oldu. Ara verilen Avusturya savaşlarına yeniden başlandı. Oğlu Mehmed Paşa’yı Macaristan cephesine serdar olarak gönderen Sinan Paşa Eflak üzerine yürüdüyse de başarılı olamadı. Bu arada Osmanlılar’ın çok önem verdiği Estergon Kalesi de elden çıkmıştı. Bu başarısızlıklar sebebiyle azledilen Sinan Paşa yeniden Malkara’ya yollandıysa da bu mâzuliyeti sadece on iki gün sürdü. Halefi Lala Mehmed Paşa’nın ölümü üzerine beşinci defa sadâret makamına getirildi. Bu son sadâreti sırasında cephedeki nazik durum karşısında bizzat 3. Mehmed’in ordunun başında sefere gitmesini teşvik etti. Vâlide Safiye Sultan’ın engellemesine rağmen özellikle Hoca Sâdeddin Efendi’nin ısrarlarıyla padişah sefere çıkmaya karar verdi.

KOCA SİNAN PAŞA'NIN VEFATI

Hazırlıkların sürdüğü bir sırada Sinan Paşa hastalandı, Divan toplantılarına gelemedi, birkaç gün sonra da 4 Nisan 1596'da vefat etti ve Çarşıkapı’da Divanyolu üzerindeki türbesine defnedildi.

Kaynak: DİA

İslam ve İhsan

OSMANLI PADİŞAHLARI VE HAYATLARI

Osmanlı Padişahları ve Hayatları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.