Kadın-Erkek İlişkilerinde Sınırlarımız

Dinimize göre kadın-erkek ilişkileri nasıl olmalıdır? Kadın-erkek ilişkilerinde nelere dikkat edilmeli? Kadın-erkek ilişkilerinde sınırlar...

Kadın-erkek ilişkilerinde hassas bir ölçü ve denge mevcuttur. Bu ölçülere riâyet etmek gerekir.

KADIN-ERKEK İLİŞKİLERİ NASIL OLMALI?

Cenâb-ı Hak âile yuvasının kurulup devam etmesi için erkek ile kadın arasına muhabbet ve câzibe koymuş, ancak karışıklığı önlemek için de onların bir araya gelmesini nikâh gibi belli kâide ve şartlara bağlamıştır. Bu şartlar olmadığında âile mefhûmu ortadan kalkar, nesiller karışır ve toplum tefessüh eder. Diğer taraftan erkek ile kadın arasında câzibe olmasaydı âileler kurulmaz, devam etmez, kimse âile ve çocuk derdiyle uğraşmak istemez, neticede insan nesli tükenip giderdi. Demek ki burada hassas bir ölçü ve denge mevcuttur. Bu ölçülere riâyet etmek gerekir.

Kadın-Erkek İlişkilerinde Ölçü

İslâm, yabancı erkek ve kadının beşerî münasebetlerde ölçülü davranmasını istemiştir. Evlenme­leri dinen mümkün olan fakat araların­da evlilik bağı bulunmayan bir kadınla erkeğin kapalı bir mekânda yalnız kal­ması (halvet); harama yol açacak durum­ların önlenmesi, tarafların ırz, nâmus ve iffetlerinin korunması maksadıyla yasaklanmıştır.

Bir gün Nebiyy-i Ekrem (s.a.v):

“Hiçbir erkek, (mahremi olmayan) bir kadınla baş başa kalmasın! Hiçbir kadın yanında mahremi olmadan yolculuk yapmasın!” buyurmuştu. Bir kişi kalkarak:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Ben falan gazveye gitmek üzere kaydoldum, hanımım da hacca gitmek üzere yola çıktı, (ne yapayım)?” dedi. Rasûlullah (s.a.v) ona:

“–Git, hanımınla birlikte haccet!” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 140; Müslim, Hac, 424)

Yine bir gün Rasûlullah (s.a.v):

“–(Yanında mahremi bulunmayan) kadınların yanına girmekten sakının!” buyurmuştu. Ensâr’dan bir zât:

“–Ey Allah’ın Resûlü! Kocanın erkek akrabası (el-Hamvü) hakkında ne dersiniz?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):

“–Onlarla halvet (baş başa kalmak), ölüm demektir” buyurdu. (Buhârî, Nikâh, 111; Müslim, Selâm, 20)

Rasûlullah (s.a.v) diğer hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurur:

“Dikkat ediniz, bir erkek yabancı bir kadınla baş başa kaldığıda, mutlaka üçüncüleri şeytan olur.” (Tirmizî, Radâ’, 16/1171; Ahmed, I, 18, 26)

“(Mahremin olmayan) kadınlarla baş başa kalmaktan sakın! Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bir adam bir kadınla baş başa kaldığında şeytan muhakkak aralarına girer. Bir adamın çamura ve balçığa bulanmış bir domuza sürtünmesi, omzunu kendisine helal olmayan bir kadının omzuna sürtmesinden daha hayırlıdır.” (Heysemî, IV, 326. Krş. Beyhakî, Şuab, IV, 368)

“Birinizin, demirden bir sopa ile başına dürtülmesi, kendine helal olmayan kadına dokunmasından daha hayırlıdır.” (Heysemî, IV, 326)

Dolayısıyla, yanında kocası, annesi, babası, oğlu, kardeşi, teyzesi, sütkardeşi gibi bir mahremi bulunmayan kadınlarla birlikte olmak ve onlarla oturmaktan titizlikle sakınmak îcâb eder. Erkeğin kendi kızkardeşi, kızı, halası ve teyzesi yanında olursa, kadının mahremi varmış gibi kabul edilir. Aynı şekilde kadınlar da yabancı erkeklerle baş başa kalmamaya dikkat etmelidirler.

Birbirlerine karşı şehvet duyan kadın­la kadının ve erkekle erkeğin halvette kal­maları da haram sayılmıştır. Yan­larında başka biri bulunursa hüküm değişir. Nişanlıların halveti de birbirlerine yabancı olanların halveti hük­mündedir.

Bir kadının sahih halvet teşkil etmeyecek şekilde, meselâ girişin engel­lenmediği, insanların görebileceği, an­cak konuşulanların duyulamayacağı bir yerde güvenilir bir erkeğe soru sormasının veya şikâyeti­ni arzetmesinin dinen bir sakıncası yok­tur. (Buhârî, Nikâh, 111; Aynî, Umdetü’l-kârî, XX, 214)

Kadın ve Erkeklerin Bir Arada Bulunması Hoş Karşılanmaz

İslâm, yabancı erkek ve kadınların ölçü ve sınırları zorlayacak şekilde beraber ve karışık bulunmalarını da (ihtilât) hoş karşılamaz. İçtimâî hayatta kadınla erkeğin arasında dâimâ bir mesafe bulunmasını ve birbirleriyle münasebetlerinin belli bir ölçü ve disiplin dâhilinde olmasını ister. Çünkü onların ihtilâtından çeşitli kötülükler, hatta âile ve toplum hayatını çökerten zina gibi büyük günahlar doğabilir. İslâm dini ise prensip olarak kötülükleri yasak ettiği gibi, ön tedbir olarak kötülüğe vesile olan ve onu tahrik eden durum ve davranışları da yasaklamıştır. Böylece insanla kötülükler arasına uzun bir mesafe koyarak yanlış yolları iyice kapatmıştır.

İslâm, Cuma namazına ve vakit namazlarını cemaatle kılmaya son derece ehemmiyet verdiği halde erkek ve kadın ihtilâtını önlemek için kadınları bunlardan muaf tutmuş ve onlar için evde namaz kılmanın camide kılmaktan daha faziletli olduğunu bildirmiştir. Rasûlullah (s.a.v):

“Kadınların en hayırlı mescidleri evlerinin köşesidir” buyurmuştur. (Ahmed, VI, 297)

Rasûlullah (s.a.v) camiye gelmek isteyen kadınlara mânî olmamış ve bu hususta kendilerine izin verilmesini emretmiştir. Ancak camiye namaz kılmaya gelen kadınları; erkeklerin ve çocukların safından sonraya yerleştirmiştir. Erkekler için en faziletli yerin en ön, kadınlar için ise en arka saf olduğunu beyan buyurmuştur. Namazdan sonra erkeklerle kadınların birbirine karışmaması için Rasûlullah (s.a.v) bir miktar bekler, kadınlar evlerine dağıldıktan sonra kalkar, erkekler de onu takip ederlerdi. Bilhassa sabah namazı hava tam aydınlanmadan kılınır, kadınlar selam verir vermez hemen kalkıp elbiselerine bürünerek evlerine giderler, kimse onları tanımadığı gibi bazen birbirlerini de tanıyamazlardı. (Bkz. Buhârî, Ezân, 162-166)

Rasûlullah (s.a.v) Mescid’in bir kapısı hakkında:

“Bu kapıyı kadınlara ayırsak!” buyurmuş ve erkek sahâbîler bir daha oradan geçmemişti. (Ebû Dâvûd, Salât, 53/571)

Kadınlar, bayram namazlarına gelirlerdi ancak namazgâhta onların yeri ayrı idi. Peygamber (s.a.v) Efendimiz erkeklerin hutbesini bitirdikten sonra yanlarına gidip onlara da nasihat ederdi. (Buhârî, Iydeyn, 7-8)

Allah Rasûlü (s.a.v) bir gün camiden çıkarken, erkeklerle kadınların birbirine karıştığını görünce, kadınlara seslenerek:

“–Çekilin! Yolun ortasından yürümeyin, yolun kenarlarında yürüyün!” buyurdu. Bunun üzerine kadınlar duvara bitişik yürümeye başladılar, öyle ki elbiseleri duvara takılıyordu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 167-168/5272)

Nâmahrem erkek ve kadınlar birbirinden bir şey isteyeceğinde veya bazı şeyler söyleyeceğinde, imkân nisbetinde kapı ve perde arkasından işlerini halletmelidir.[1] Zarûrî işlerini mâruf ölçüler dâhilinde hallettikten sonra hemen ayrılmaları, bir yerde beraber bulunmamaya dikkat etmeleri gerekir.

İnsanlar birbirlerinin evlerine izinsiz girmemelidir. Hatta hâne halkı da birbirlerinin odalarına girerken izin alarak ve geldiklerini hissettirerek girmelidirler. Zira Cenâb-ı Hak, her hâlükârda iffetli davranmanın daha hayırlı olduğunu beyan buyurur. (Nûr, 27, 58-60)

Kadınların zaruri ihtiyaçlarını temin için çarşı-pazara çıkmalarına cevaz verilmekle birlikte, dışarı çıkarken nasıl giyinecekleri ve yürürken nelere dikkat edecekleri husûsunda bir takım düzenleyici hükümler getirilmiştir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v):

“Âilesinden başkaları (mahremi olmayanlar) arasında süslenip salınarak yürüyen kadının misali, kıyamet günü karanlığın misalidir. Onun için nûr ve aydınlık yoktur” buyurmuştur. (Tirmizî, Radâ‘, 13/1167)

İşte bütün bunlar, birbirine yabancı erkek ve kadınlardan oluşan meclislerin, sohbetlerin ve beraber oturup kalkmaların İslâm’a uymadığını göstermektedir.

Burada sözkonusu edilen kısıtlama ile, erkek ve kadınların bir arada yaşaması, birbirini görmesi ve sesini duyması yasaklanmıyor. Ancak kadın-erkek münasebetlerinde fitne, tahrik ve ölçüsüzlük önlenmek isteniyor. Yoksa Peygamber Efendimiz’in ve ashâbından genç ve yaşlı hanımlarla görüşüp konuştuğuna dair pek çok misal vardır. Kadınların, örtülmesi gerekli yerlerini örttükten sonra ticaret, eğitim, seyahat, içtimâî ve beşeri münasebetler gibi normal ve sıradan ihtiyaçlar için erkeklerle görüşüp konuşmaları serbesttir. Ancak kadın ve erkeğin içtimâî hayattaki yakınlık ve alâkası; gayr-i meşrû beraberlikler, kötü arzu ve planlar için bir başlangıç teşkil edecek bir boyut kazandığı zaman bu davranış, yol açacağı kötülükler sebebiyle yasaklanmış olmaktadır.

Hâsılı, erkek-kadın münasebetlerinde ihtiyat ve tedbir yolunu takip etmek en sağlam yoldur.

Dipnot:

[1] Ahzâb, 53.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

GEÇMİŞ ŞERİATLERDE KADIN-ERKEK İLİŞKİSİ

Geçmiş Şeriatlerde Kadın-Erkek İlişkisi

“KADIN-ERKEK EŞİTTİR” DAYATMASI NELERE SEBEP OLDU?

“Kadın-Erkek Eşittir” Dayatması Nelere Sebep Oldu?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.