İrade Disiplini Nasıl Sağlanır?

İçimizdeki her arzu, irade değildir.

Olmanın ilk adımı, “iç irademiz” yani “olma isteğimiz”dir. İstek olmadan, tutkulu bir arzuyla hedefe kilitlenmeden sonuca ulaşma düşüncesi, boş bir temennidir. İrâde diye ifade ettiğimiz, tüm benliği kuşatan ve insanın zihnini, kalbini, duygu ve hayallerini belli bir gayeye yönlendiren iç istektir. Böyle bir iradeyle bir işe ya da bir oluşa niyetlenen kimsenin –Allah’ın izniyle- neticeye erişeceği, hayatın genel geçer bir kanunu gibidir. Rahmet Peygamberi Efendimiz'in lisanında “niyet” şeklinde ifadesini bulan bu gerçeğe, şöyle işâret edilmiştir:

“KİM NEYE NİYET EDERSE ONA KAVUŞUR” 

Mevlânâ Hakk’a vuslat için yola çıkan kişiye gerekli olan en önemli azığın “irade”/istek olduğunu şu sözleriyle dile getirir:

“Ey Hakk yoluna düşen kişi, isteğine iki elinle sarıl! Çünkü istek, iyi bir kılavuzdur. Sen ne hâlde olursan ol, istekten vazgeçme. Ey susamış, dudakları kurumuş kişi, durmadan su ara! Susuzluktan kurumuş olan o dudak, sahibinin çeşme başına erişeceğine şahitlik eder.

“Dudakların kurumuş olması, bu ıstırap, bu çırpınma; seni bize ulaştıracaktır.” diye suyun gönderdiği müjdeli bir haberdir. Bu arayış, mübarek ve kutlu bir harekettir. Bu candan isteyiş, Allah yolundaki bütün engelleri kırar döker. Bu isteyiş, isteklerinin anahtarıdır; senin ordundur, sancakların ve zaferlerindir. Bu isteyiş, sabaha karşı horozun; “Sabah oluyor” diye ötmesine benzer.

Hakk’a yaklaşmak için iyi işlerin, ibadetin yoksa da, ümitsizliğe kapılma, yine de istekte bulun! Yalvarış ve yakarış ibadete yol açar. Eğer bir karınca Süleymanlık isteğinde bulunursa, şaşma; onun isteğini hor görme! Sen ondaki himmete, gayrete, cesarete imrenerek bak! Elinde mala, sanata ve hünere dair ne varsa, onları isteyerek, düşünerek, çalışarak elde etmedin mi?

Allah, herkesi bir iş için yaratmıştır. Herkesin gönlüne bir işle uğraşma arzusunu koymuştur. Gönülde bir istek olmadan el ayak nasıl hareket eder? Çerçöp, su akmazsa, rüzgâr esmezse nasıl gider? “

İstek olmadan, insanı ayağa kaldıracak güç kendisine lütfedilmez. Allah, insanın cüz’i iradesine imdat eder de onu, hedefe ulaştıracak güç ve imkânlarla teçhiz eder. İsteğinde samimi olana her şey adeta selam durur ve yol gösterir. Görünen ve görünmeyen gizli eller onun yardımına koşar. Gönle gelen ilhamlar, hatta görülen bazı rüyalar, çoğu zaman teksif olunmuş isteklere lütfedilen ilâhî ihsanlardır.

TALİP NEDİR?

Ham insandan zarif insan çıkarma sanatı olarak da tarif edilen “tasavvuf terbiyesi”nde, bu terbiyeye giren kimseye “mürîd” ya da “tâlip” denir ki, “iradesini ortaya koyan istekli kişi” demektir. Hatta bu kimselerde öyle bir istek hâli arzulanır ki, hiçbir şeyden doygunluk hissetmesin, hatta yetişme adına sürekli açlık ve susuzluğu daim olsun. İstek olmayan bir tâlibe mürşidin bir şey vermesi mümkün değildir. Bilgiyi sadece öğrenmek için bile istek gerekli ise o bilgiyi hâle dönüştürmekte gerekli olan irade disiplininin ne olması gerektiğini tahmin etmek güç değildir.

İçimizdeki her arzu, irade değildir. “Keşke” ile birlikte içte oluşan “temenniler” de irade değildir. Bu nevi cılız arzular, insanın içini kıpırdatsa bile, cismini ve ruhunu harekete geçiremez. Basit bir iş için bile içte bir istek doğmalıdır. Bir meslek ya da beceri için daha ciddi bir istek oluşmalıdır. İnsanlık kalitemizi artıracak yeni oluşlar içinse çok daha güçlü iradelerin içimizde coşku hâlinde bulunması zaruridir.

ÇELİK GİBİ BİR İRADE

İradeyi keskinleştirmek, hedefe ciddi bir arzu duymakla, onun önemine inanmakla sağlanabilir. “Şahsiyet dili”nin temel dinamiklerini elde etmek için âdeta “çelik gibi bir irade”ye ihtiyaç vardır. Zira nefsin istekleri, gel geç sevdâlar ve peşin peşin önümüzde duran dünyevî zevkler karşısında eğilip bükülmeden dürüst kalabilmek, samimi olabilmek, adâlet ve dengeyi gözetmek zordur.

İradenin oluşması ve çelikleşmesi hedefin doğru belirlenmesine bağlıdır. Hedefini belirlemeyen kimseler hedefe odaklanmanın verdiği korkunç irade gücünden istifade edemezler. Çünkü enerjilerini nereye odaklayacaklarını bilemezler. Esasen enerjiyi bir noktada odaklamakla elde edilebilecek gücün sınırını belirlemek neredeyse mümkün değildir. Meselâ bir küçük cam parçası, mercek olup güneşin ışınlarını bir kâğıda odakladığı zaman, önce kâğıdı sonra koskoca bir ormanı yakabiliyor.

Yine hedefini net olarak belirleyemeyen kişi, başarıya giden yolları göremiyor. Psikologlar beynimizde bulunan bir mekanizma sayesinde, çevremizden her an bize ulaşan binlerce, milyonlarca mesajın hepsini değil; ancak ilgili olanları algıladığımızı ifade ediyorlar. Bu mekanizma âdeta mesajları süzme vazifesi görüyor; lüzumlu olanı alıyor, diğerini devre dışı bırakıyor. Her an kulağımıza gelen seslerin, gözümüze çarpan uyarıların tümünü birden algılarsak, hayatın imkânsızlaşacağını, beynimizdeki bu filtreler sayesinde bazı gereksiz mesajları algılamadan yaşamayı sürdürebildiğimizi belirtiyorlar. Örneğin bir anne, yanında top patlasa derin uykusuna devam edebiliyor, fakat yan odadaki bebeğinin en ufak bir ağlamasında uyanıp ayağa fırlıyor, bebeğine koşuyor. İşte biz farkında olmadan çalışan beynimizdeki bu filtreler, neyi göreceğimizi, neyi ise göremeyeceğimizi ve duyamayacağımızı belirliyor. Bu filtrelerin neyi içeri aldığı, neyi dışarıda tuttuğu ise tümüyle hedefin belirlenmesine bağlı. Hedefinizi belirlediğiniz zaman, çok kullandığımız deyimle “ne istediğini bilen insan” oluyorsunuz; hedefe giden yolları görmeye başlıyorsunuz.

NE İSTEDİĞİNİ BİLEN İNSAN

Hayatımızda buna dair bir çok örnek göstermek mümkündür. Bunun çok güzel bir örneğini Bülent Eczabaşı şöyle anlatır:

“Katıldığım bir seminerde konuşmacı, kolumuzdaki saate bakmadan, saatimizin kadranının ayrıntılı bir resmini çizmemizi istedi. Hiç birimiz, yıllar boyunca günde kim bilir kaç defa baktığımız kol saatimizin kadranını kâğıda çizemedik; rakamları tam olarak nasıl işaretlenmiş, romen rakamı mı var, çizgi mi var, nokta mı var, göstergelerin ayrıntılı görüntüsü nasıl, markası nerede yazılı, bilemedik! Çünkü saate baktığımız zaman başka bir amaçla, saatin kaç olduğunu öğrenmek için bakıyoruz, saatin şeklinin nasıl olduğunu öğrenmek için değil.”

Kişisel kaliteyi kendimize, toplumumuza ve her şeyden daha ötede Rabbimize karşı bir sorumluluğun gereği olarak kabullenip, onu önemli hedeflerimizden biri hâline getirdiğimizde, Rabbimizin inayetiyle sağlam bir iradeye kavuşabileceğiz. Böyle bir irade sermayesiyle de “şahsiyet dili”nin temel dinamiklerine kavuşma yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Şahsiyet Dili ve Geliştiren Liderlik, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.