İffet Örtüsü Gerçekten İnsanın Ahlâkını Korur mu?

İffet örtüsü gerçekten insanın ahlâkını korur mu ve tesettür, örtüsüz tam olarak gerçekleşebilir mi?

Cenâb-ı Hak, “mârifetine muhabbet etti” yani bilinmek, tanınmak istedi ve kâinâtı yarattı. Bütün kâinâtı kendi ilmine, hikmetine, azamet, kudret, cemâl ve kemâline ayna etti. Kâinâtın güzelliğini ve büyüklüğünü ibret nazarıyla seyredenler, Allah Teâlâ’ya hayran oldular/olurlar.

İFFET ÖRTÜSÜ AHLÂKIN MUHAFIZI MIDIR?

Güzeller, güzelliklerinin görülmesini ister. Tıpkı diğer kemâl sahipleri gibi… Cenâb-ı Hak, kadın cinsine birçok güzellik vermiş, bu güzellikleri göstermeyi de onlara sevdirmiştir. Bu yüzden kadınlar, câzibe unsuru sayılabilecek pek çok özelliklerini sergilemek isterler. Şeytan da onların bu meyil ve zaaflarını kullanarak harama düşmelerini kolaylaştırır.

Rabbimiz, erkeklere de çeşitli vasıflarıyla câzip olan kadınları sevdirmiş, onların güzelliklerine hayran olacak bir fıtrat ve meyil vermiştir.

İşte imtihan, tam da burada başlamıştır.

Hazret-i Âdem ile Havva Vâlidemizi sonsuz nîmetlerle donattığı cennetinde var eden Rabbimiz, nasıl “bir ağaca yaklaşmayı”[1] onlar için bir imtihan sebebi kılmışsa; erkek ve kadına da kendi fıtratlarında var olan istek ve arzuyu; helâli ile yetinip harama kaymama noktasında “bir imtihan sebebi” kılmıştır.

Başka bir ifadeyle hanımlara; “Sen fıtraten güzelsin, güzelliğini göstermeyi seversin, ama bunu sadece sana helâl olanlara, helâl olduğu kadar göster. Herkese bu güzellikleri sergilemeye kalkarsan en çok sen zarar görürsün, acı çekersin! Bu yüzden tesettür ile kendini ağyârdan ve nâmahremden koru! Bu, hem senin için hem de etrafındaki bütün insanlar için en hayırlısıdır.” buyurmuş lisân-ı hâl ile…

Erkeklere de; “Evet, senin içinde de büyük fırtınalar kopuyor. Sen de gözlerini koruyup sadece helâline bakmazsan, kendi şeref ve îtîbarından pek çok şey kaybedersin. Gözlerin, kalbine hükmeder; kalbin, bütün uzuvlarını harama sevk eder! Bir de bakarsın kendini, Cennet’ten tard edilmiş/kovulmuş hâlde bulursun. Düşmanın olan şeytana, içindeki kötülüğü emreden nefsine uyma! Senin tesettürün de öncelikle gözlerini kapayabilmektir!” buyurmuştur.

Beden ve kıyafet şeklindeki tesettürün mâhiyeti bu olduğu gibi; evlerimiz, ailelerimiz de mahremdir / dokunulmazdır. Onların da korunması gerekir.

Bugün biz oturduğumuz yerden Brezilya’nın, Amerika’nın, Avrupa’nın, Kore’nin evlerine misafir oluyoruz; onlarla oturup kalkıyor, onlarla yiyip içiyor, onlarla gülüyor, üzülüyor ve öfkeleniyoruz. Onlar da bizim(!) evlerimize misafir oluyorlar. Bizim(!) film ve dizilerimizi izliyor, bizi evlerine konuk ediyorlar.

Dünya küçüldü. Herkesin evi, ailesi, yediği-içtiği ortada. Ayyaş, ağzı bozuk, kâtil, esrarkeş, ahlâkı sefil insanlar; yemek odamızda, masamızda, evimizin içinde, gözümüzün önünde, ellerimizdeki telefonlarda, baş köşedeki ekranlarda… Hep beraber onları evimize misafir ediyor, onlarla saatler geçiriyoruz. Yaptıkları şakalara hep beraber kahkaha atıyoruz. Erkek ve kadın cinsi dışında, kim olduğu belirsiz olan tiplerle tanışıyor; evimizi, ailemizi, çocuklarımızı tanıştırıyoruz.

Bu da yetmiyor; yediğimiz içtiğimiz her şeyin resmini çekip dünyaya îlan ediyor; evlerimizi, odalarımızı gezdiriyor; çocuklarımızın, eşlerimizin resmini herkesle “cömertçe” paylaşıyoruz. Evimizin mahremiyet perdelerini kendi elimizle açıyor ve ellerinden tuttuğumuz herkesi, evimizin/ailemizin içine alıyoruz.

Kalplerimizdeki îman ve takvâ zaafa uğradığından beri; hayâ ve iffet duygularımız da aşındı. Bugün tekrar, kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç-yaşlı; insanı dirilten hayâya bürünmemiz şart oldu.

Tesettür, sadece korunaklı giyinmek değildir; tesettür önce kalpte başlar; kalbin îman, ihlâs, takvâ ve iffetinde… Kalp çürüdüğünde insanı elbise de korumaz, yüksek güvenlikli sitedeki evi de…

Duâmız, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in lisânıyla… “Allâh’ım, Senden hidâyet, takvâ, iffet ve (gönül) zenginliği istiyorum.” (Müslim, Zikir, 72)

Dipnot:

[1] Bkz. el-Bakara, 35; el-A‘râf, 19.

Kaynak: Ömer Faruk Demireşik, Altınoluk Dergisi, Sayı: 471

İslam ve İhsan

İFFETLİ OLMANIN FAZİLETLERİ

İffetli Olmanın Faziletleri

İFFET VE HAYA İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

İffet ve Haya ile İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.