İffet ve Haya ile İlgili Örnekler

İffet ve haya ne demektir? İffet ve haya ile ilgili hadisler nelerdir? İffet ve haya ile ilgili örnekler

İffet, nefsi her türlü şehevât ve süflî arzulara kapılmaktan muhâfaza etmektir. İffet, insana âit bir husûsiyettir. İnsanı diğer mahlûkâttan ayıran en fârik vasıftır. Onun kaybedilmesi; insanlık haysiyetini zâyî etmek ve diğer mahlûkâtın durumuna düşmek demektir.

İffet ve nâmus, bütün ahlâkî fazîletlerin can damarıdır. Şeref, haysiyet, izzet gibi hasletler hep iffetli olmaya bağlıdır.

İFFET İLE İLGİLİ AYETLER

Cenâb-ı Hak, iffet husûsunda zirveye çıkmış olan iki şahsı, mü’minlere numûne-i imtisâl olarak göstermiş ve onları medhetmiştir. Bunlar Yûsuf Sûresi’nde “kıssaların en güzeli” diye hikâyesi anlatılan Yûsuf -aleyhisselâm- ile muhtelif yerlerde kendisinden övgüyle bahsedilen Hazret-i Meryem -aleyhesselâm-’dır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem’i de hatırla!) Biz O’na rûhumuzdan üfledik; O’nu ve oğlunu, cümle âlem için ibret kıldık.” (el-Enbiyâ, 91)

İffetlerini muhâfaza eden erkek ve kadınlar, Allah Teâlâ’nın engin mağfiretine ve büyük bir ecre nâil olacaklardır.[1] Cenâb-ı Hak iffet sâhibi kullarını şöyle medheder:

“O (felâha eren mü’minler), iffetlerini korurlar; ancak eşleri ve mâlik oldukları (câriyeleri) hâriç. (Bunlarla münâsebetlerinden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu hâlde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.” (el-Mü’minûn, 5-7)

İFFET İLE İLGİLİ HADİSLER

Peygamber Efendimiz insanlara îman ve ibâdet esaslarını tâlim ettiği gibi, doğruluk, iffet ve akrabâları koruyup gözetmek gibi ahlâk esaslarını da anlatıyordu. Nitekim Bizans Hükümdârı Herakliyus, “Allah Rasûlü’nün insanlara neleri emrettiğini” sorduğunda Ebû Süfyan; “dürüst ve iffetli olmayı, akrabâyı görüp gözetmeyi emrettiğini” söylemiştir. (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 6, Salât 1; Müslim, Cihâd 74)

Allah Rasûlü, iffete o kadar ehemmiyet atfediyordu ki, kadınlardan bilhassa iffetlerini muhâfaza husûsunda bey’at alıyordu.[2] Bütün mü’minlere hitâben:

“Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iffet ve nâmusunu koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm.” buyuruyordu. (Buhârî, Rikàk, 23)

Diğer taraftan, erkeklerle kadınlar arasında hayâ, iffet, nezâhet ve nezâketin hâkim olması çok mühim bir mes’eledir. Zîrâ İslâm, bütün fenâ işleri, hayâsızlık ve iffetsizliği haram kılmıştır.

Erkek ve kadının gayr-i meşrû alâka ve muhabbeti, “bakış”la başlar. Bu sebeple Müslüman erkek ve kadınların birbirlerine şehevî nazarlarla bakmamaları, konuşacakları zaman da başlarını önlerine eğerek konuşmaları emredilmiştir:

(Rasûlüm!) Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allâh, onların yapmakta olduklarından haberdardır.

Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; nâmus ve iffetlerini muhâfaza etsinler. Görünen kısımları müstesnâ, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü’min kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, âilenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbî kimseler, yâhut henüz kadınların gizli kadınlık husûsiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerlerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey mü’minler! Hep birden Allâh’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (en-Nûr, 30-31)

Şu âyet-i kerîme, mü’minlerin annelerine hitâb etmekle birlikte, diğer kadınların da dikkat etmeleri gereken hususlara temâs etmektedir:

“Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümîde kapılır. Güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski câhiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allâh sizden, sâdece günâhı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (el-Ahzâb, 32-33)

Diğer bir âyet-i kerîmede de şöyle buyrulur:

“Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle de (bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında) dış kıyâfetlerini üzerlerine alsınlar! Bu, onların (iffetli kadınlar olarak) tanınmalarını ve rahatsız edilmemelerini te’min eder. Şüphesiz Allâh, çok bağışlayıcıdır, rahmet edicidir.” (el-Ahzâb, 59)

Nâmahrem erkek ve kadınlar birbirlerinden bir şey isteyeceklerinde veya bâzı şeyler söyleyeceklerinde, imkân nisbetinde kapı ve perde arkasından işlerini görmelidirler.[3]

İnsanlar birbirlerinin evlerine izinsiz girmemelidir. Hattâ hâne halkı da birbirlerinin odalarına girerken izin alarak ve geldiklerini hissettirerek girmelidirler. Zîrâ Cenâb-ı Hak, her hâlükârda iffetli davranmanın daha hayırlı olduğunu bildirmektedir.[4]

Cenâb-ı Hak, kullarının iffetli olmalarına çok ehemmiyet verir ve pek çok âyette de buna işâret eder.[5] Bu sebeple iffetli insanlara iftirâ atmak çok büyük bir günâh kabûl edilmiş ve iftirâcılara “kazif haddi” (iftirâ cezâsı) tatbik edilmiştir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“İffetli, nâmuslu, kötülüklerden habersiz mü’min kadınlara zinâ isnâd edenler, dünyâ ve âhirette lânetlenmişlerdir. Yapmış olduklarına, dilleri, elleri ve ayaklarının, aleyhlerinde şâhitlik edeceği gün, onlar için çok büyük bir azap vardır.” (en-Nûr, 23)

Bu yüzden Peygamber Efendimiz de; “…İffetli bir kadına zinâ isnâd etmeyin!..” buyurmuştur. (Tirmizî, İsti’zân, 33/2733)

Hakîkaten bir kadının en fârik vasfı iffetidir. Yukarıdaki beyanlar da iffete yapılan iftirâ cürmünün ağırlığını göstermektedir. Buna göre herhangi bir şâhitlik durumunda, insanları iffet ve nâmusları hakkında töhmet altında bırakabilecek tarzda her duyduğunu araştırmadan nakletmek bile en ağır cürümlerdendir.

Bunun hâricindeki hususlarda, bilhassa insanlardan bir şey isteme mevzuunda da iffetli davranmak lâzımdır. Nitekim Cenâb-ı Hak iffetli kullarını şöyle medheder:

(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allâh yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar, yüzsüzlük ederek insanlardan ısrarla bir şey istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allâh bilir.” (el-Bakara, 273)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Miskin, (yâni yoksul) bir-iki hurma veya bir-iki lokma ile baştan savulan (dilenci) değildir. Asıl yoksul, ihtiyaç içinde kıvrandığı hâlde, iffet ve nezâketinden dolayı kimseden bir şey isteyemeyendir. Dilerseniz; «...İnsanlardan ısrarla bir şey istemezler...» (el-Bakara, 273) âyetini okuyun!” (Müslim, Zekât, 102)

“Cennetlikler üç kısımdır: Âdil, infâk ehli ve başarılı devlet başkanı, yakınlarına ve müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kimse ve âilesi kalabalık olduğu hâlde, haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen iffetli müslüman.” (Müslim, Cennet, 63)

“Dilenmekten sakınmak isteyenleri, Allâh iffetli kılar. Halka karşı tok gözlü davranmak isteyenleri de Allâh, insanlara muhtaç olmaktan kurtarır.” (Buhârî, Zekât, 18)

Îmandan bir şûbe olan hayâ ise, kötü ve çirkin sayılan şeylerden uzak durmak, tavır ve davranışlarda ölçülü olmak, herhangi bir işte haddi aşmamaktır. Hayâ duygusu bütün hayırların temeli, her türlü kötülük ve çirkinliklerin zıddıdır.

HAYA İLE İLGİLİ HADİSLER

Allâh’ın sevdiği bir haslet olan hayâ hakkında, Fahr-i Kâinât Efendimiz şöyle buyurur:

“Hayâ îmandandır!” (Buhârî, Îmân, 3)

“Hayâ ve îman bir aradadır; biri gittiğinde diğeri de gider!” (Süyûtî, I, 53)

“Hayâ ancak hayır kazandırır.” (Buhârî, Edeb, 77)

“Hayânın hepsi hayırdır.” (Müslim, Îmân, 61)

“Kaba söz, ayıptan başka bir şey getirmez! Hayâ ve edep ise, girdiği yeri süsler.” (Müslim, Birr, 78)

“Allâh’ım! Sen’den hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim.” (Müslim, Zikir, 72)

İnsanı ahlâka aykırı her türlü fenâlıktan ve nefsânî düşüncelerden ancak hayâ fazîleti menedebilir. Mü’mini çirkinliklerden muhâfaza husûsunda edep ve hayânın tesiri, yüzlerce kânun ve zâbıta kuvvetinden daha ileridir. İffet ve hayâ sâhibi bir insana, herhangi bir hususta; “Utanmıyor musun?” demek kâfîdir.

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, hayâ duygusu ve utanma hissi itibariyle misal teşkîl edecek, yüksek bir şahsiyete sâhipti. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, meleklerin bile ondan hayâ ettiğini haber vermiştir.[6]

Hayâ sâhibi olmayan ve hayâsızlığın şuyû bulmasını (yaygınlaşmasını) isteyenleri, Cenâb-ı Hak şu şekilde îkâz etmektedir:

“Şüphesiz çirkin söz ve fiillerin inananlar arasında yaygınlaşmasını isteyenler için dünyâda da âhirette de pek elem verici ve can yakıcı bir azap vardır...” (en-Nûr, 19)

Hayâsızlığın toplumda şuyû bulmasını isteyenler, vatan ve milletlerine karşı en büyük kötülüğü yapmış olurlar. Böyle davrananlar, kendileri de zararların en büyüğüne uğrarlar. Çünkü hayâsızlık, Peygamber Efendimiz’in bildirdiğine göre, helâk sebebidir:

“Hiç şüphesiz Azîz ve Celîl olan Allâh, bir kulu helâk etmek istediği zaman, ondan hayâyı çekip alır. Hayâyı alınca, o kul ancak gazaba uğrayan biri olur. Gazaba uğradığı zaman, kendisinden emânet (güvenilirlik) kaldırılır. Emânet kaldırılınca, o ancak hâin olur. Hâin olduğu zaman, kendisinden rahmet kaldırılır. Rahmet kaldırılınca, o ancak lânete uğrar ve mel’ûn olur. Lânete uğradığı ve mel’ûn olduğu zaman da, kendisinin İslâm ile olan bağı koparılır!” (İbn-i Mâce, Fiten, 27)

İFFET VE HAYA ÖRNEKLERİ

  • Peygamberimizin edep ve hayası

Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Nebiyy-i zî-şân Efendimiz, örtünme çağına girmiş bir genç kızdan daha hayâlı idi. Hoşlanmadığı bir şey gördüğünde bu durum, mübârek vech-i pâkinden hemen anlaşılırdı.” (Buhârî, Menâkıb, 23; Ebû Dâvûd, Harâc, 34-36)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiçbir zaman yüksek sesle konuşmamışlardı. İnsanların yanından yavaşça ve tebessüm ederek geçerlerdi. Hoşlanmadıkları kaba bir söz işitince insanların yüzlerine karşı bir şey söylemezlerdi. Yüzünün ifâdeleri, duygularını yansıttığı için etrafındakiler, konuşmalarında ve hareketlerinde ihtiyatlı olurlardı. Hayâ, edep ve nezâketleri sebebiyle, kahkaha ile gülmezlerdi. Yalnız tebessüm hâlinde bulunurlardı. Hadîs-i şerîflerinde:

“Hayâ îmandandır ve hayâlı olan kimse cennettedir! Hayâsızlık ise kalbin katılığındandır; kalbi katı olan da cehennemdedir!..” buyurmuşlardır. (Buhârî, Îmân, 16)

  • Haya duygusu

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sâhip olduğu ulvî hayâ duygusu sebebiyle bir kimsenin yüzüne nazarlarını dikmez, dikkatlice bakmazdı. (Münâvî, V, 224)

  • Allah kendisinden haya edilmeye insanlardan daha layıktır

Behz bin Hakîm’in dedesi, Allah Rasûlü’ne gelerek, avret yerlerinin örtülmesi husûsunu sordu. Efendimiz ona:

“Avret yerini, hanımın ve mâliki bulunduğun câriyenden başka herkesten koru!” buyurdu. Aynı şahsın, kimsenin bulunmadığı bir yerde giyim husûsunda rahat davranıp davranamayacağı sorusuna da:

“Allâh, kendisinden hayâ edilmeye, insanlardan daha lâyıktır.” şeklinde mukâbelede bulundu. (Ebû Dâvûd, Hammâm, 2/4017)

Bir hadîs-i şerîflerinde de:

“Çıplaklıktan sakınınız! Yanınızda, sizden hiç ayrılmayan (melekler) vardır. Bunlar, sadece ihtiyaç giderirken ve kişi eşine yaklaştığı anda ayrılırlar. Onlardan utanınız ve onlara iyi davranınız.” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Edeb, 42/2800)

  • Peygamberimizin edep ve hayasına örnek

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiç şüphesiz insanlar arasında hayâ duygusuna en fazla sâhip olan kişiydi. O, peygamberliğinden önce, ahlâksızlığın bütün insanlığı sardığı bir devirde dahî bu ulvî haslet ile temâyüz etmişti. Bunun en güzel misallerinden biri şudur:

Kâbe yeniden inşâ edilirken Fahr-i Kâinât Efendimiz, amcası Hazret-i Abbâs ile birlikte taş taşıyordu. Abbâs -radıyallâhu anh-, taşların çıplak omuzunu incitmemesi için Efendimiz’e:

“–İzârını (alt elbiseni) omzuna koy!” dedi. Efendimiz, (insanlardan uzak oldukları bir yerde) izârını omzuna koymak istediği esnâda yere yığıldı ve gözlerini semâya dikerek amcasına:

“–Bana izârımı göster!” dedi. Hemen onu alıp üzerine örttü. (Buhârî, Hac, 42)

  • Allah hayayı ve örtünmeyi sever

Fahr-i Kâinât Efendimiz bir gün, izârsız olarak açık alanda gusleden bir kimseye rastlamıştı. Bunun üzerine minbere çıkarak:

“–Allâh -azze ve celle- çok hayâlı ve çok gizlidir. Bu nedenle hayâyı ve örtünmeyi sever. O hâlde biriniz gusledeceği zaman örtünsün.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Hammâm, 1/4012)

  • Böyle çıplak dolaşmayın!

Misver bin Mahreme -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Ağır bir taşı yüklenip getirdim. Üzerimde hafif bir elbise vardı. Taş omuzumda iken elbisem çözülüverdi. Taşı bırakmadım ve o vaziyette yerine kadar götürdüm. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Dön elbiseni al! Böyle çıplak dolaşmayın!” buyurdu. (Müslim, Hayz, 78; Ebû Dâvûd, Hammâm, 2/4016)

  • Allah’tan hakkıyla haya edin

İbn-i Mesut -radıyallâhu anh- şöyle nakleder:

Bir gün Peygamber Efendimiz:

“–Allah’tan hakkıyla (gereği gibi) hayâ edin!” buyurdu. Biz:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Elhamdülillâh Allah’tan hayâ ediyoruz.” dedik. Bunun üzerine Efendimiz şu îzahta bulundu:

“–Söylemek istediğim, sizin anladığınız hayâ değildir. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek; başı ve üzerindeki âzâları, bedeni ve ondaki âzâları muhâfaza etmeniz, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamanızdır. Âhireti dileyen, dünyânın ziynetini terk edip âhireti bu hayâta tercih etmelidir. İşte kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.” (Tirmizî, Kıyâmet, 24/2458)

Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri şöyle demiştir:

“Hayâ, Yüce Mevlâ’nın sayısız nîmetlerini görme ve bu nîmetler karşısında ne kadar kusurlu olduğumuzu fark etme hâlidir.”

  • Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin

Mısır ülkesini Firavun âilesi idâre ediyordu. Bunlar zâlim ve kibirli kimselerdi. Huduttan, yabancı ve güzel bir kadın şehre girdiği zaman, hemen Firavun’a bildirilirdi. Evli ise kocası öldürülür, eğer erkek kardeşi var ise, kadın ondan istenirdi. İbrâhim -aleyhisselâm-, yanında Sâre vâlidemiz olduğu hâlde huduttan geçince, yine saraya haber gitti. Cemâl sâhibi bir kadının Mısır’a girdiği bildirildi. Sâre vâlidemizi alıp saraya götürdüler. Bu hususla alâkalı olarak bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Sâre saraya girince, hemen abdest aldı ve iki rekât namaz kılmak üzere huzûr-i ilâhîye durdu. Namazı bitirince Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ etti:

«Ey Allâh’ım! Ben, Sana ve Sen’in peygamberine inanmış, iffetimi de zevcimden başkasına karşı titizlikle korumuş bir kulun isem, şu kâfiri bana musallat etme!»” (Buhârî, Büyû’, 100)

Firavun, Sâre’nin yanına yaklaşmak istedi. Birden nefesi kesildi. Felç oldu. Çünkü Allâh, Sâre’yi onun şerrinden korumaktaydı. Bu, birkaç defâ tekrar etti.

Firavun, korkusundan onu serbest bıraktı. Câriyesi Hâcer’i de hediye olarak ona verdi. Buna hayret eden etrâfına:

“–Bu kadın bir cinnîdir. Yakınımda biraz daha kalsa, neredeyse helâk olacaktım. Zararından korunmak için ona Hâcer’i verdim!” dedi.[7]

İffet, hayâ ve edebi muhâfaza ile ilgili ne güzel bir misal…

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin…” (el-Bakara, 45)

  • Müslüman bir hanımın iffeti

Ensâr kadınlarından biri, alışveriş için bir yahûdî kuyumcuya uğramıştı. Yahûdî, Müslüman hanımın iffet ve nâmusunu lekeleyecek sataşmalarda bulundu, ahlâksızca davrandı. Kadının feryâdı üzerine, oradan geçen ve hâdiseye şâhid olan bir Müslüman da derhâl kadını himâye için kuyumcu Yahûdînin üzerine yürüdü. Derken kavgaya tutuştular. Müslüman gâlip gelerek Yahûdîyi öldürdü. Oraya toplanan yahûdîler de Müslümanı şehîd ettiler. Ortalık iyice karışmış ve Yahûdîlerle yapılmış olan vatandaşlık antlaşması tamâmen ihlâl edilmişti.

Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yahûdîleri topladı:

“–Ey yahûdî topluluğu! Allah’tan korkunuz! O’nun, Kureyş’e olduğu gibi sizin başınıza da bir ukûbet ve musîbet indirmesinden sakının da müslüman olun! Çünkü siz, benim (Allâh tarafından) gönderilen bir peygamber olduğumu biliyorsunuz. Bunu kitabınızda ve Allâh’ın size verdiği ahdinde görüyorsunuz.” buyurdu.

Ardından da muâhedenin yenilenmesini teklîf etti. Ancak Yahûdîlerin cevâbı küstahça oldu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Beni Kaynukâ kabîlesi’ne savaş îlân etti.[8]

Müslüman bir hanımın iffeti, işte bu kadar mühimdir.

  • Şimdi de yakayı tutup çeken mi geldi?

Ebû Şehm -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Medîne’de, yanımdan bir genç kız geçiyordu. Yakasından tuttum. Sonra bıraktım. Sabah olunca Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanlardan bey’at alıyordu. Ben de O’nun yanına gittim. Benden bey’at almadı ve:

“–Şimdi de yakayı tutup çeken mi geldi?” buyurdu. Ben de:

“–Vallâhi bir daha o fiili yapmayacağım.” dedim. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- benden bey’at aldı. (Ahmed, V, 294)

  • Haya imandandır

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- utangaç kardeşine bu huyunu terk etmesi yönünde nasihatte bulunan Medîneli bir Müslümanın yanından geçerken ona:

“–Onu kendi hâline bırak; zîrâ hayâ îmandandır.” buyurdu. (Buhârî, Îmân 16, Edeb 77; Müslim, Îmân 57-59)

  • Hallad için iki şehîd sevabı vardır

Ümmü Hallâd, Medîneli hanım sahâbîlerden biriydi. Oğlu Hallâd’ı Yahûdîlerle yapılan Benî Kurayza Gazvesi’ne göndermişti. İslâm askerlerinin geri dönmekte olduğunu, bu arada Hallâd’ın da şehîd düştüğünü öğrenen bâzı Müslümanlar, Ümmü Hallâd’ın evine koşup oğlunun başına geleni haber verdiler. O İslâm kadını, başörtüsünü alıp Rasûl-i Ekrem’e oğlunun âkıbetini sormak üzere koştu. Onu başörtüsüyle gören biri hayretle:

“–Hallâd öldü; sen hâlâ başörtüsüyle duruyorsun!” dedi.

Ümmü Hallâd, bir İslâm kadınının hayat görüşünü ve düşünce tarzını ortaya koyan şu müthiş cevâbı verdi:

“–Hallâd’ı yitirdiysem, hayâmı da yitirmedim ya!”

Ümmü Hallâd’ın bu cevâbı Peygamberimiz’e iletilince, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Hallâd için iki şehîd sevâbı vardır.” buyurdu.

“–Niçin yâ Rasûlâllah?” dediler.

“–Çünkü onu kitap ehli olan (Yahûdî)ler öldürdü.” buyurdu. (İbn-i Sa’d, III, 531; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 140)

  • Allah’ın örtünme emri

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın yanına, Şamlı kadınlardan bir grup gelmişti. Hazret-i Âişe:

“–Sizler herhâlde, hanımları hamamlara giren (orada tesettüre dikkat etmeyen) bölgedensiniz!” dedi. Kadınlar; “Evet!” diye cevap verdiler. Hazret-i Âişe:

“–Ama ben, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; «Elbisesini evinin hâricinde bir yerde çıkaran her kadın, mutlakâ Allâh ile kendi arasındaki perdeyi yırtmış olur.» buyurduğunu işittim.” dedi. (Ebû Dâvûd, Hammâm, 1/4010; Tirmizî, Edeb, 43/2804)

Böyle davranan bir hanım, edep ve hayâ perdesini yırtmış olur. Çünkü Allah Teâlâ, ona takvâ elbisesi ile korunmasını emretmiştir. O ise bu hareketiyle hem Allâh’ın örtünme emrini hem de takvâ emrini ihlâl etmiş olur.

  • Ahiret için ne hazırladın?

Vaktiyle Emevîler devrinin üç büyük hiciv şâirinden biri olan Ferezdak’ın eşi ölmüştü. Defin merâsiminde Hasan-ı Basrî de bulunmaktaydı. Hasan-ı Basrî Hazretleri, şiirleriyle insanları karalayan, iffetlerini zedeleyen bu şâire, bir ara kabri işâret ederek:

“–Âhiret için ne hazırladın?” diye sordu. Yaşlı şâir:

“–Yetmiş yıldan beri kelime-i şehâdeti hazırladım.” dedi. Hasan-ı Basrî:

“–Ne güzel hazırlık!” dedikten sonra şu sözleri ekledi:

“–Lâkin kelime-i şehâdetin şartları vardır. Bu yüzden iffetli kadınlara iftirâ etmekten sakın!”

Bir kimse Vehb bin Münebbih’e:

“Lâ ilâhe illâllâh, cennetin anahtarı değil mi?” demişti. O da:

“–Evet, öyledir, fakat dişsiz anahtar olur mu? Dişleri olan anahtarın varsa kapın açılır, yoksa kapalı kalır, açılmaz.” cevâbını verdi. (Buhârî, Cenâiz, 1)

Tevhîd anahtarının dişleri; hayır, hasenât ve bütün amel-i sâlihlerdir.

  • Fatih’in fermanı

Osmanlı Devleti’nde, insanların iffet ve nâmusları teminât altında idi. Meselâ Fâtih, Bosna fethinden sonra çıkarttığı bir fermanda:

“–Sakın ola, Sırp kızları su almak için çeşme başlarına geldiklerinde, askerlerim oralarda bulunmayalar!..” demiştir.

Fâtih bu fermânı ile, hem askerlerini, hem de teminâtı altındaki Hristiyan tebaanın iffetini muhâfaza etmiş oluyordu.

  • Kanuni Sultan Süleyman’ın haya hassasiyeti

Kânûnî devrinde, Fransa’da dans denilen hayâsızlık ve rezâlet yeni yeni ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunu duyan Kânûnî, derhâl Fransa kralına şu tâlimâtı gönderdi:

“...İşittim ki, memleketinizde kadın ve erkeklerin dans adı altında birbirlerine sarılmak sûretiyle halk önünde ahlâk ve hayâya mugâyir davrandıkları süflî bir eğlence îcâd edilmiş! Bu rezâletin, hem-hudûd olmamız sebebiyle memleketime sirâyet etme ihtimâli vardır. Bu itibarla, nâme-i hümâyunum elinize ulaşır ulaşmaz derhâl bu rezâlete son verile! Aksi hâlde bizzat gelip o rezâleti kaldırmaya elbette muktedirim.”

Târihçi Hammer, bu mektup üzerine, dansın Fransa’da tam yüz yıl yasaklandığını kaydetmektedir.

  • Sağ elin verdiğini sol el görmesin

Ecdâdımızın, iffet ve utancından dolayı kimseden bir şey isteyemeyecek olanların gönüllerini rencide etmemek ve onları istemek zorunda bırakmamak için eski İstanbul’un bâzı semtlerine koydukları sadaka taşları pek meşhurdur.

Bu sadaka taşları, bir zamanlar ne büyük bir hizmete ve hayır yarışına şâhid idiler. Hâli vakti yerinde olanlar; “sağ elin verdiğini sol el görmeyecek şekilde” infakta bulunabilmek için gece karanlığında sadakalarını bu taşın tepesindeki çukura bırakırlardı.

Daha sonra semtin fazîletli ve iffetli fakirleri de ihtiyaçları kadar parayı oradan alırlar, fazlasına ilişmezlerdi. Bilhassa ihtiyacı olmasına rağmen dilenmekten çekinenler, gecenin geç saatlerinde taşın yanına para almaya gelir, ihtiyaçları kadar alırlardı. On yedinci asır İstanbul’unu anlatan bir Fransız seyyah, üzerinde para bulunan bir taşı, tam bir hafta boyunca gözetlediğini, ancak oradan sadaka almaya gelen kimseyi göremediğini yazmaktadır.

MÜ’MİN İFFETLİ VE HAYA SAHİBİ

Hâsılı mü’min, iffetli ve hayâ sâhibi olmalıdır. Nefsânî arzu ve hislerin bütün kuvveti tasavvurda olduğundan, iffet ve nâmusu korumak ve nefse hâkim olabilmek için kalbi dâimâ güzel hislerle, zihni de ulvî düşüncelerle meşgul etmek lâzımdır. Ayrıca bu hususta kötü arkadaşlardan sakınmak da çok mühim bir esastır.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Yabancı (nâmahrem) kadınlar karşısında siz iffetli olun ki, sizin kadınlarınız da iffetli olsunlar. Babalarınıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler. Özür dileyerek yanına bir kardeşi gelen kimse, ister haklı ister haksız olsun, onu kabûl etsin. Aksi hâlde cennette havz-ı kevserde yanıma gelemez.” (Hâkim, IV, 170/7258)

İnsanlığın ziyneti olan hayâ, sâhibini her türlü kötülükten muhâfaza eden mânevî bir kalkandır. İnsanın, Allâh’a ve kullarına karşı bütün vazîfelerini hakkıyla yerine getirmesini sağlar. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hayânın bu tesir ve ehemmiyetini tebârüz ettirerek şöyle buyurur:

“İlk peygamberlerden itibâren halkın hatırında kalan bir söz vardır: «Hayâ etmedikten sonra istediğini yap!» (Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78)

Dipnotlar:

[1] Bkz. el-Ahzâb, 35. [2] Bkz. el-Mümtehine, 12. [3] Bkz. el-Ahzâb, 53. [4] Bkz. en-Nûr, 27, 58-60. [5] Bkz. en-Nisâ, 25; el-Mâide, 5; el-Enbiyâ, 91; en-Nûr, 4, 23; et-Tahrîm, 12. [6] Ahmed, I, 71; VI, 155. [7] Bkz. Müslim, Fedâil, 154. [8] İbn-i Hişâm, II, 426-429; Vâkıdî, I, 176-180; İbn-i Sa’d, II, 28-30.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İFFET VE HAYA NEDİR?

İffet ve Haya Nedir?

İFFETLİ OLMANIN FAZİLETLERİ

İffetli Olmanın Faziletleri

ALLAHIM SENDEN HİDAYET, TAKVA, İFFET VE GÖNÜL ZENGİNLİĞİ İSTERİM

Allahım Senden Hidayet, Takva, İffet ve Gönül Zenginliği İsterim

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Allah razı olsun

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.