İbn-i Arabî Hazretleri’nin Sohbeti

İbn-i Arabî (k.s.) nasıl sohbet ederdi? Hak dostlarından İbn-i Arabî Hazretleri’nin sohbetini istifadenize sunuyoruz.

İbn-i Arabî -rahmetullâhi aleyh- şöyle sohbet etmiştir.

RABBİM, İMDÂDIMIZA YETİŞ!

Nübüvvetinin ilk dönemlerinde, Allah Teâlâ’nın vahyine mazhar olmuş peygamberlerden birisi Hak Teâlâ’nın kullarına yüklediği teklifler ve kişinin başına gelen belâ ve musîbetler konusundan tefekküre daldı. Bunun hikmetini çözmeye çalıştı ve fakat çözemedi. Hâlbuki Allah Teâlâ, ona kendisi ve kulları hakkında tefekkür etmesini emretmişti. Yalnız olduğu bir sırada gönlüyle ve diliyle Rabbine şöyle münacat etmeye başladı:

“Rabbim! Bana danışmadan beni yarattın. Yine benimle istişâre etmeden de beni öldüreceksin. Bana bir takım şeyleri yapmamı emrettin. Bazı şeyleri de yapmamı yasakladın. Hâlbuki bu konularda da beni muhayyer bırakmadın. Helâke götürücü kötü istekleri ve saptırıcı şeytanı da başıma musallat ettin. Nefsime de arzu ve şehvetleri yerleştirdin. Gözlerimin önüne de dünyayı süslü bir şekilde yerleştirdin. Sonra da beni korkutup türlü türlü tehditlerle ondan menettin ve buyurdun ki:

‘Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Arzu ve hevânın peşine düşme ki, seni yolumdan saptırır. Şeytanın saptırmasından da sakın. Dünya seni aldatmasın. Şehvetlerinden uzak dur ki, seni helâke sürüklemesin. Tûl-i emeller ve kuruntuların seni meşgul etmesin. Diğer insanlar hakkında hayır tavsiye ederim. Onları idare et. Maîşetini helâl yoldan kazan. Zîra maîşet elde etmeye çalışmaz isen, mesul olursun. Şâyet helâl yoldan elde etmeyecek olursan, yine mesul olursun. Dünyadan nasibini unutmadığın gibi, ahireti de unutma. Allah Teâlâ sana nasıl ihsanda bulundu ise, sen de ihsanda bulun. Yeryüzünde fesat çıkarma. Bozgunculuk yapma. Ahiretten de yüz çevirme ki, dünya ve ahirette zarar etmeyesin. Apaçık hüsran işte budur.’

Ya Rabbi! Ben birbirine zıt işlerin, birbirini çekip cezbeden kuvvetlerin, birbirine karşı olan hâllerin arasında kaldım. Neyi nasıl yapacağımı bilmiyorum. İşlerimde şaşkınlığa düştüm. Kendim için bir çıkış yolu da bulamadım. Rabbim imdadıma yetiş. Elimden tut ve beni necat yoluna çıkar. Yoksa ben helâk olurum.

Bu niyâzı üzerine Hak Celle ve Âlâ Hazretleri o nebîsine vahyen buyurdu ki:

“Ey kulum! Sana emirlerim, bana yardımın dokunsun diye değildir. Yine yasaklarım da zararın dokunacağı için değildir. Bilakis, senin bir Rabbin olduğunu, seni yaratan, rızıklandıran, kendisine ibâdet edilen, tekrar diriltecek olan, koruyup gözeten, sana dost ve yardımcı olan bir ilâhın olduğunu bilmen için emrettim. Ve yine emrettiğim her konuda benim yardımıma, tevbeleri kabul etmeme, hidâyet etmeme, işleri kolaylaştırmama ve inâyet-i sübhaniyyeme muhtaç olduğunu bilesin diye emrettim. Yasakladığım hususlarda da benim ismetime (günahlardan korumama), hıfzıma ve görüp gözetmeme muhtaç olduğunu kavrayasın diye nehyettim.

Şunu bil ki, sen, dünyevî olsun uhrevî olsun, bütün hâl ve davranışlarında, her an, gece ve gündüz bana muhtaçsın. Küçük olsun, büyük olsun, gizli ve açık hiç bir işin, bana gizli kalmaz. Bana muhtaç olduğun gün gibi açığa çıkıp bilesin diye emrettim. Bensiz yapamazsın. İşte bu duyguya ulaşırsan, benden yüz çevirmez, benim gayrimle meşgul olmazsın. Beni hiçbir zaman unutmaz, devamlı zikrimde olursun. Her hâlinde ve bütün ihtiyaçlarında, benden talepte bulunursun. Bütün tasarruflarında, benimle muhatâp olursun. Halvetlerinde, bana münâcat eder, beni müşâhede ve murâkabe edersin. Bütün mahlûkatımdan kopup, bana yönelirsin. Onlarla değil, benimle sıkı bir ilişki (vuslat) içinde olursun.

Nerede olursan ol, seninle beraber olduğumu, sen beni görmesen de, benim seni gördüğümü bilirsin. Bütün bu sayılanları isteyip, yakînen inanırsan, söylediklerimin hakîkati ve sıhhati sence açıklık kazandıysa, her şeyi arkana bırakır ve tek başına bana yönelirsin. İşte o zaman, seni kendime yaklaştırır ve vâsıl ederim. Katımda mevkiini yüceltirim. Ve sen, velîlerimden, seçkinlerimden ve cennetimin ehlinden biri olursun. Meleklerimle birlikte, şerefli faziletli bir hâlde, sevinç ve ferah içinde her türlü nimet ve lezzeti tadarak ve her korkudan emin bir şekilde, ebedî olarak civarımda olursun.

Ey kulum! Sakın hakkımda sû-i zanna kapılma. Cûd ve keremimin gerektirdiği şeyler dışında hakkımda vehme düşme. Sana olan nimetlerimi ve ihsanımın ezelî oluşunu ve sendeki maddi-manevi nimetlerimin güzelliğini hatırla. Kayda değer bir şey değilken, seni uzuvları yerli yerinde mükemmel bir şekilde yarattım. Sana lâtif bir işitme duygusu, keskin görme özelliği, hissedici duyular, temiz bir kalp, süratli bir kavrayış gücü, saf bir zihin, ince bir fikir, fasih bir lisan, selim bir akıl, tastamam bir bünye, güzel bir sûret, sıhhatli uzuvlar, mükemmel âletler ve itaat edici âzalar bahşettim. Sonra da konuşma ve söz söylemeyi ilham ettim. Faydalı ve zararlı şeyleri tanıttım. Amel ve davranışlarında, mesleğinde nasıl hareket etmen gerektiğini bildirdim.

Gözünden perdeleri kaldırıp açtım ki melekûtumu seyredesin, gece ve gündüzün akışına bakıp, deveran eden felekleri ve seyreden yıldızları temâşâ edesin. Ve sana vakitlerin, zamanların, ayların, yılların ve günlerin hesabını da öğrettim.

Karada ve denizde mevcut olan tüm madenleri, bitkileri ve hayvanları sana musahhar kıldım. Sultanlar gibi onlarda tasarrufta bulunuyor, sahipleriymiş gibi onlara hükmediyorsun.

Seni mütecaviz, zâlim, saldırgan, hain, tuğyankâr, ölçü ve sınır tanımayan biri olarak görünce, hadleri ve hükümleri, kıyas ve ölçüyü, adâlet ve insâfı, doğru ve hakîkati, hayır ve mârûfu ve dürüst bir yaşayışı sana bildirdim ki, fazl u ihsan senin üzerinde devam etsin, gazab ve azab senden uzaklaştırılsın.

Seni, senin için daha hayırlı, daha faziletli, daha şerefli, daha aziz, daha keremli, daha lezzetli ve daha üstün nimetlere teşvik ettim. Ve sen bütün bunlardan sonra, bana kötü zanlarda bulunuyor, hakkımda doğru olmayan şeyleri tevehhüm ediyorsun.

Ey kulum! Şâyet emrettiğim hususlardan herhangi birini yapmakta zor duruma düşersen, Arşı taşıyan meleklerin taşımada zorluk çektiklerinde söyledikleri gibi “La havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm” de.

Başına bir musîbet gelince de, seçkin ve sevgili kullarımın söylediği gibi “Muhakkak biz Allâh’a aidiz ve şüphesiz yalnız O’na dönecek olan kimseleriz.” (Bakara, 156) de…

Musîbetim anında, ayak kayma durumun olursa, seçkin kullarım Âdem ve eşinin aleyhimesselâm söylediklerini söyle:

“Rabbimiz biz nefsimize zulmettik. Bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmeyecek olursan, elbette ki biz hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (A’raf, 23)

Bir iş müşkil gelir, bir görüş seni üzerse yahut da rüşd ve doğruluk murad edersen Halil’im İbrahim aleyhisselâm’ın söylediği gibi söyle. Nitekim o şöyle demişti:

“O (Allah) ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir, beni yediren ve içirendir, hastalandığım zaman bana şifâ verendir, benim canımı alacak ve sonra da diriltecek olandır, hesap günü hatâmı bağışlayacağını umduğum da ancak O’dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni sâlihler zümresine kat! Sonra gelecekler içinde beni doğrulukla anılanlardan eyle! Beni nimeti bol olan cennetinin vârislerinden kıl! Babamı da bağışla (ona tevbe ve îman nasip et.) Çünkü o dalâlet içinde olanlardandır. İnsanların diriltilecekleri gün, beni mahcup etme! O gün de ki ne mal, ne evlat fayda vermez; ancak Allâh’a selim bir kalple gelenler (o günde kurtuluşa erer) (Şuarâ, 78-89)

Başına bir musîbet gelince Yakup aleyhisselâm’ın sözünü söyle:

“Ben gam ve kederimi yalnız Allâh’a arzediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahy yoluyla) biliyorum.” (Yûsuf, 86)

Senden bir hatâ sudur ederse Musâ aleyhisselâm’ın söylediğini söyle:

“Bu şeytanın işidir, çünkü o apaçık saptıran bir düşmandır.” (Kasas, 15)

Bir masiyetten kurtarılınca Yûsuf’un ya da Züleyha’nın dediği gibi de:

“Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emredicidir.” (Yûsuf, 15)

Allah Teâlâ bir belâ ile seni müptela kıldığı zaman, Davud aleyhisselâm hakkında zikrettiğimi yap:

“Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allâh’a yöneldi.” (Sâd, 24)

Halk içinde âsileri ve kullar arasında hatâlı ve kusurluları görünce haklarında ilâhî hükmün ne olduğunu bilmiyorsan İsâ aleyhisselâm’ın söylediği gibi söyle:

“Onlara azab edersen, doğrusu onlar senin kullarındır; onları bağışlarsan, Aziz ve Hakîm olan sensin sen.” (Mâide, 118)

Allah’tan mağfiret talep edip, affını istediğin zaman Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem ve ashabının söylediği gibi duâ et:

“Rabbimiz! Unutur veya hatâya düşersek bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize tâkatimizin üstünde olan şeyi yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Çünkü sen, bizim Mevlâ’mızsın. Kâfir kavimlere karşı bize yardım et.” (Bakara, 286)

İşlerin sonundan korkar ve âkıbetinin ne olacağını da bilmez isen, seçkinlerin söylediği gibi şöyle söyle:

“Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra, kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Şüphesiz sonsuz bağışta bulunan (Vehhâb) Sensin. Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde insanları, toplayacak olan Sensin. Şüphesiz ki Allah aslâ sözünden dönmez.” (Âl-i İmran, 8-9)

İbn-i Arabi Hazretleri’nin Duası

Allâh’ım! Kalplerimizi kendine bağla. Bizi, her işinde sana dayanıp güvenen ve tevekkül edenlerden eyle. Katında olan rahmetini hepimize şâmil kıl. Bizleri doğruya erenlerden, doğruyu (hidâyeti) gösterenlerden eyle. Sapan ve saptıranlardan eyleme.

Rabbimiz! Bizleri ve îmân ile daha önce bizi geçmiş din kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Rahmetinle bizi sâlih kulların arasına kat. Sensin en üstün bağışlayıcı. Bize dünyada ve âhirette iyilik yaz. Tevbe ile Sana geldik Rabbimiz. İndirdiğine îmân ettik. Rasûlüne bize getirdiğine îmân etmek sûretiyle tâbi olduk. Artık bizi şahidlerle beraber yaz.

Allâh’ım, Senden ne diledimse ve neden sığındımsa bunların tamamını, kendim için, anne-babam için, akrabam için, ehl-ü iyâlim için, yakınlarım ve komşularım için, müslümanlardan benim yanımda bulunanlar için, beni tanıyanlar için yahut da beni duyup sonra da güzellikle ananlar için, beni tanımayanlar için ve bütün bu kimselerin anne babaları, çocukları, kardeşleri, eşleri, kabileleri ve akrabaları için, mü’min erkekler ve müslüman kadınlar için ve bunların hayatta kalanları ve ölenleri için, benim hakkımda hayır düşünen, düşünmeyen herkes için de olmasını dilerim. Bana vereceğin her şeyi onlara da veriver. Beni muhafaza ettiklerinden onları da muhafaza ediver. Muhakkak ki Sen, her türlü hayrı hibe edip bağışlayıcı ve her zararı defedicisin. Ve Sen her şeye kâdirsin.

Allâh’ım, muhakkak ki ben, canımla, şahsiyetimle, malımla, dinimle kullarına infakta bulundum. Bütün bunların karşılığında onlardan ne dünyada ne de ukbâda hiç bir şey talep etmeyeceğim. Sen de buna böylece şâhid ol Rabbim!

Allâh’ım, Muhammed’e, onun ehl-i beytine salât ve selâm eyle. Muhammed’e ve ehl-i beytine hayır ve bereketler ihsan eyle. Âlemler içinde İbrâhim’e, onun ehl-i beytine salât ve selâm eyleyip bereketler ihsan ettiğin gibi… Muhakkak ki sen hem Hamîd’sin, hem de Mecîd’sin. Ve O’na “vesile” makamını ihsan buyur. Fazilet ve yüksek derecelere ulaştır. Vaat buyurduğun Makâm-ı Mahmûd’u ver. Zîra sen vaadinden dönmezsin. Bizden ve ümmetinden dolayı O’nu hayırla mükâfatlandır, Muhakkak ki O sallâllâhu aleyhi ve sellem, üzerindeki tebliğ vazifesini gereği gibi yerine getirdi. Ümmetine samimi bir şekilde nasihatlerde bulundu. Bu konuda bütün gücünü sarfetti.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

MUHYİTTİN İBN ARABİ KİMDİR?

Muhyittin İbn Arabi Kimdir?

MUHYİDDİN İBNÜ’L-ARABİ HAZRETLERİNİN SALAVATI

Muhyiddin İbnü’l-arabi Hazretlerinin Salavatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.