İbadetin Kabul Olma Şartları

Fudayl bin Iyâz -rahmetullâhi aleyh- şöyle der: “Şâyet bir amel ihlâsla yapılır da şartları yerine getirilmez, doğru bir şekilde yapılmazsa kabul edilmez. Doğru olur, ancak ihlâslı olmazsa yine kabul edilmez. Hem ihlâslı hem de zâhirî şartları yerine getirilinceye kadar kabul edilmez. İhlâs, onun yalnızca Allah Teâlâ için yapılması, doğru olması da Sünnet-i Seniyye üzere işlenmesidir.”[1]

Zira Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e itaat, Allâh’a itaat etmektir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Kim Rasûl’e itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80)

Bu hakikati idrâk etmiş olan Asr-ı Saâdet insanı, bütün hâl, tavır ve amellerini Sünnet-i Seniyye üzere yapma husûsunda büyük bir titizlik gösterirdi.

Nitekim Câbir -radıyallâhu anh- kendisinden bilgi almaya gelen gençlere şöyle demiştir:

“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- aramızdaydı. O’na Kur’ân inerdi, mânâsını çok iyi bilirdi. O Kur’ân’la nasıl amel ederse biz de ona tâbî olarak öylece amel ederdik.” (Müslim, Hacc, 147)

Ümeyye bin Abdullah, Abdullah bin Ömer Hazretleri’ne:

“–Hazarda ve korku esnâsında namazın nasıl kılınacağını Kur’ân’da bulabiliyoruz, ancak sefer namazını bulamıyoruz.” demişti.

TAKVA SAHİBİ OLMAK

Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhumâ- ona:

“–Biz hiçbir şey bilmezken Allah Teâlâ, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i bize gönderdi. Biz Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i ne yaparken gördüysek aynen O’nun gibi yaparız!” dedi. (İbn-i Mâce, İkāme, 73; Ahmed, II, 65, 94; IV, 78)

Zira âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Ey îmân edenler! Allâh’ın ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin! Allâh’a karşı takvâ sahibi olun! Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (el-Hucurât, 1)

SÜNNETE MUHALEFET ETMENİN SAKINCASI

Tâbiînin büyük âlimlerinden Saîd bin Müseyyeb Hazretleri, ikindiden sonra, fazla olarak iki rekât namaz kılan bir kişi gördü. (Kerahat vakti nâfile namaz kılan bu zâtın yaptığından hoşlanmadı.) Namaz kılan kişi ona:

“–Ey Ebû Muhammed! Allah Teâlâ, namaz kıldığım için bana azâb eder mi?!” diye yaptığını savunmak istedi. Said bin Müseyyeb Hazretleri de:

“–Hayır! Cenâb-ı Hak sana namaz kıldığın için değil, lâkin Sünnet-i Seniyye’ye muhâlefet ettiğin için azâb eder!” buyurdu. (Dârimî, Mukaddime, 39/442)

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- Peygamber Efendimiz’in Sünnet’ine bağlılıkta bir zirve idi. Bir gün kendisine:

“–Kişi hacda kurban etmek üzere götürdüğü devesine binebilir mi?” diye sorulmuştu. Şöyle cevap verdi:

“–Bunda bir beis yoktur. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yolda yürüyen kişilere rastladığında yanlarındaki kurbanlık develere ve kendi develerine binmelerini emretmiştir. Siz Peygamberiniz Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Sünnet’inden daha faziletli ve daha güzel başka hiçbir şeye ittibâ edemez, ondan daha iyi bir şeyin peşinden gidemezsiniz!” (Ahmed, I, 121)

Onun şu sözleri de ne kadar ibretlidir:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ayağa kalktığını gördük, biz de kalktık; oturduğunu gördük, biz de oturduk.” (Ahmed, I, 83)

HAZRETİ PEYGAMBER'İN İZİNDEN GİTMEK

“Hazret-i Peygamber’in izinden giden hâriç, bütün yollar insanlara kapalıdır.” (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, [Nisâ, 28])

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bir gün abdest alıp mestlerinin üzerine meshettikten sonra şöyle demiştir:

“–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in böyle yaptığını görmeseydim mestlerin altını meshetmenin daha doğru olduğunu düşünürdüm.” (Ahmed, I, 148, 95, 124)

Abdullah bin Ebî Evfâ -radıyallâhu anhumâ-, kızının cenâze namazında dört defa tekbir almıştı. Dördüncü tekbirden sonra, iki tekbir arasında durduğu kadar durup kızının bağışlanmasını diledi ve ona duâ etti.

Cemaattekiler onun beşinci defa tekbir alacağını zannetmişlerdi. Sonra sağına ve soluna selâm verdi. Namazdan sonra:

“–Bu yaptığın nedir?” diye sordular. O da:

“–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den gördüğüm şeye herhangi bir ilâve yapmış değilim. O, böyle yapardı.” diye cevap verdi. (Bkz. Hâkim, I, 360; İbn-i Mâce, Cenâiz, 24)

"EFENDİMİZ'İ BÖYLE YAPARKEN GÖRDÜM"

Bir defasında Ebû Mûsâ el-Eş’arî -radıyallâhu anh- hastalanmış ve başı hanımının kucağında iken bayılmıştı. Bunun üzerine hanımı, bir çığlık atıp yüksek sesle ağlamaya başladı. Fakat Ebû Mûsâ -radıyallâhu anh-, hanımını bu davranıştan men edecek durumda değildi. Ayılınca:

“–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hoşlanmayıp uzak kaldığı şeyden ben de hoşlanmam ve uzak dururum. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, vâveylâcı, saçını yolan, üstünü başını yırtan kadınlardan uzaktı.” diye hanımını îkâz etti. (Buhârî, Cenâiz, 37, 38; Müslim, Îmân, 167; Nesâî, Cenâiz, 17)

Ölümle pençeleşirken dahî Allah Rasûlü’nün emirlerine titizlikle itaat gayreti içinde bulunmak, ne muazzam bir îman hassâsiyetidir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- herhangi bir seferden dönünce önce mescide uğrardı. Orada iki rekât namaz kılar, ondan sonra evine dönerdi. Hayatı boyunca İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- da aynen böyle yaptı.[2]

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- hac ve umreyi bitirdiği zaman, Zülhuleyfe’deki Bathâ’da devesini durdurup dinlendirdi. Çünkü orada Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de böyle yapmıştı.[3]

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- Muhassab’da[4] öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarının her birini vaktinde kıldırıp bir miktar uyurdu. Sonra da Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in böyle yaptığını söylerdi.[5]

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kurbanlığını (Mekke ile Medîne arasında bir mevki olan) Kudeyd’de satın almıştı. İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- da aynen öyle yaptı.[6]

Hâsılı ona, yaptığı bir hareket sebebiyle, “Niçin böyle yapıyorsun?” diye sorulduğunda cevap hep aynı idi:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i böyle yaparken gördüm.”[7]

İLİM TALİPLİLERİNE MUAMELE

Ebû Râfî şöyle anlatır:

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- ile yatsı namazı kıldım. «İze’s-semâü’nşakkat» sûresini okudu ve secde etti. Ben ona:

“–Ey Ebû Hüreyre, bu ne secdesi?” deyince:

“–Ben Peygamber Efendimiz’in arkasında bu sûrede secde ettim. Ben bu secdeye ölünceye kadar devam edeceğim.” dedi. (Müslim, Mesâcid, 110; Ahmed, II, 229)

Ebû Hârun el-Abdî -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

Biz gençler Ebû Saîd’den bâzı şeyler öğrenebilmek için onun yanına giderdik. O bizi görünce şöyle derdi:

“–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bize vasiyet ve emanet ettiği kişiler, merhaba, hoş geldiniz! Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize şöyle buyurdu:

«İnsanlar size tâbî olacaklar. Dünyanın dört bir yanından size insanlar gelip dîni iyice öğrenmek ve onda derinleşmek isteyecekler. Size geldiklerinde onlara îtinâ gösterin ve bu ilim tâliplilerine hayırla, ikramla ve güzellikle muâmele edin!»” (Tirmizî, İlim, 4/2650; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17, 22; Dârimî, Mukaddime, 26; Hâkim, I, 164/298)

PEYGAMBERİMİZ'İN BİR HANIMA VERDİĞİ TAVSİYE

Gıfarlı bir hanım, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e elbisesindeki kanı nasıl temizleyeceğini sormuştu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de ona:

“–Bir su kabı al, içerisine tuz at, sonra örtüye değen kanı onunla yıka!” tavsiyesinde bulunmuştu. O sahâbî hanım, ömrü boyunca büyük bir muhabbet içerisinde bu tavsiyeyi tatbik etmiş, suyuna tuz katmadan elbiselerini yıkamamıştır. Öldüğü zaman cenâzesinin yıkanacağı suya da tuz atılmasını vasiyet etmiştir. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 122/313)

İşte Asr-ı Saâdet nesli, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in her hâl, hareket ve tavsiyesini böylesine büyük bir sadâkat, îtinâ ve hassâsiyetle tâkip etmeyi, kendileri için en büyük zevk, lezzet ve neşe hâline getirmişlerdi.


[1] İbn-i Kayyım el-Cevziyye, A’lâmu’l-Muvakkıîn, Beyrut, 1996, II, 159.

[2] Ebû Dâvud, Cihâd 166/2781, 2782.

[3] Buhârî, Hacc, 38, 29, 148, 149; Müslim, Hacc, 226; Muvatta, Hacc, 6.

[4] Muhassab, Minâ ile Mekke arasında, Minâ’ya daha yakın bir yerdir.

[5] Buhârî, Hac, 149; Müslim, Hac, 337; Muvatta, Hac, 207.

[6] Tirmizî, Hac, 68/907.

[7] Buhârî, Vudû’ 30, Hac 16, 38, 149; Müslim, Hac 25, 245, 521, Elfâz 21; Tirmizî, Hac 39/864; Ebû Dâvûd, Hâtem 5/4227, 4228; Nesâî, Hac 174; İbn-i Mâce, Hac 43; Muvatta, Hac 31.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.