Hz. Muhammed’in (s.a.s.) Medine Dönemi

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz Mekke’den Medine’ye neden hicret etmiştir? Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in Medine dönemi veyahut yılları...

Müşriklerin işkenceleri dayanılmaz hâle gelince Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbına gizli gizli hicret etmelerini söyledi. Bunu öğrenen müşrikler yalnız kalan Peygamber Efendimiz’e suikast planladılar. Her kabileden bir genç gelip aynı anda saldıracaktı. Böylece Allah Rasûlü’nün yakınları bir hak iddia ettiklerinde bütün kabileleri karşılarında bulacaklardı. Bu esnâda, Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’e de hicret etmesini emir buyurdu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hz. Ali’yi çağırıp üzerinde bulunan emânetleri yerlerine teslîm etmesi için yerine vekil bı­raktı. Çünkü Mekke’de, kıymetli bir eşyâsı olup da, sıdkını ve emînliğini bildikleri için, onu Rasûlullah’a emânet etmeyen kimse yoktu.

O gece müşrikler evin etrâfını sarmışlardı. Fakat Allah’a tevekkül ve teslîmiyeti sonsuz olan Peygamber Efendimiz’de hiçbir tereddüd, endişe ve telâş emâresi görülmüyordu. Bir avuç toprak alarak müşriklerin üzerine serpti ve Yâ-sîn sûresinin ilk âyet-i kerîmelerini okuyarak aralarından süzülüp geçti. Onu hiçbiri göremedi.

PEYGAMBERİMİZİN MEDİNE DÖNEMİ

Böylece Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mekke’deki on üç yıllık irşad gayretlerinden sonra Medîne’ye hicret etmiş oldu. Medîneli müslümanlar olan Ensâr ile Mekke’den göç ederek gelen Muhâcirleri birbirleriyle kardeş îlân etti. Ensâr, Muhâcir kardeşlerine mal beyânında bulunarak; “İşte malım; al, yarısı senin olsun!..” dediler. Buna mukâbil gönülleri birer kanaat hazînesi hâline gelen Muhâcirler de:

“−Malın ve mülkün sana mübârek olsun kardeşim, sen bana çarşının yolunu göster, kâfî!” diyebilme olgunluğunu sergilediler. (Buhârî, Büyû, 1)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o günlerde Medine’de yaşayan Muhâcirler, Ensâr ve Yahudiler’in birbirlerine ve yeni İslâm devletine karşı mesuliyetlerini tanzim eden bir anayasa hazırladı. “Medîne Vesîkası” denen bu metin, dünya tarihindeki ilk yazılı anayasa idi.[1]

Müşriklerin müslümanlara gösterdiği açık düşmanlık ve komşu yahudilerin sık sık anlaşmayı bozup sözlerinden dönmeleri sebebiyle bazı savaşlar yapıldı. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, askerî harekâtlarda öyle bir merhamet siyaseti izledi ki, kısa sürede bütün Arap Yarımadası’nı idâresi altına aldığı hâlde, her iki taraftan da fazla kan dökülmesine meydan vermedi. Bütün problemleri öncelikle sulh yoluyla halletmeyi tercih etti.

Peygamber Efendimiz bizzat 29 gazveye katılmıştı. Bunların 16 tanesinde fiilî olarak hiçbir çatışma çıkmadı, karşı tarafla anlaşmalar yapıldı. 13 gazvede ise fiilî çatışmaya girmek mecbûriyetinde kaldı ve bunların toplamında müslümanlardan yaklaşık 140 kişi şehîd oldu, düşmanlardan da yaklaşık 335 kişi öldü.[2]

İslâm’da savaşın asıl hedefi; insanları öldürmek, ganîmet elde etmek, yeryüzünü tahrip etmek, şahsî çıkar sağlamak, maddî menfaat elde etmek veya intikam almak değil; bunların aksine, zulmü ortadan kaldırmak, inanç hürriyetini temin etmek, insanları hidâyete kavuşturmak ve her türlü haksızlığı gidermektir.

Dipnotlar:

[1] Prof. Dr. M. Hamîdullah, The First Written Constitution in the World, Lahore 1975. [2] Bkz. Prof. Dr. M. Hamîdullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, İstanbul 1991; Dr. Elşad Mahmudov, Sebep ve Sonuçları İtibâriyle Hazret-i Peygamber’in Savaşları, 2005, M.Ü.S.B.E. Basılmamış Doktora Tezi.

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

MEDİNE DÖNEMİ

Medine Dönemi

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.