Havva Binti Zeyt (ra) Kimdir?

 Havva binti Zeyd radıyallahu anhâ putperest kocasından gördüğü ezâ ve cefâlara rağmen Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yolundan ayrılmayan bir mücâhide hanım!.. İnancından aslâ taviz vermeyen bir iman eri!.. Önüne çıkartılan engelleri aşmasını bilen ve bu uğurda sürekli mücâhede ederek hayat geçiren bir cihad eri... Hicretten önce İslâm’la şereflenen, Ensar’dan bir hanım sahâbî...

Havva binti Zeyd radıyallahu anhâ, Medine’lidir. İslâm’ın ilk devirlerinde İslâm’la şereflendi. Babası Zeyd ibni Seken el-Evsî’dir. Annesi Abdüleşhel oğullarından Akreb binti Muaz’dır. O, Bedir savaşında şehid düşen sahâbilerden Râfî ibni Yezid’in kızkardeşidir.

BİR KADININ BÜYÜK SINAVI

Havva (r. anhâ) dâvâsında pes etmeyen ve inancı uğrunda çok mücâdele vermiş bir hanımdır. İslâm’ı yaşama konusunda çok çileler çekti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize biat ederken verdiği söze sâdık kalabilmek için çok gayret gösterdi. Önüne çıkan engelleri aşabilmek için sabır ve metanetle hareket etti. İslâm’ın ilk dönemleri çilelerle geçmişti. O dönemin müslümanlarının müşterek kaderi sanki çile çekmek idi. Putperestler İslâm’a engel olmak için akla hayale gelmedik engeller çıkartıyorlardı.

Müşrikler yeni dinin yayılmasına fırsat vermek istemiyorlardı. Müslüman olanlara her türlü ezâ cefâyı revâ görüyorlardı. Havva (r. anhâ) da kocasının engelleriyle karşı karşıyaydı. Onun söz ve davranışlarından çekmekteydi. O, İslâm gelmeden önce Kays ibni Adiy ile evlenmişti. Bu evlilikten Sâbit adında bir oğlu dünyaya gelmişti. Kocası putperest idi. Hanımı Havva’nın müslüman olmasını bir türlü kabullenemedi. Ona sürekli engeller çıkarttı. Onun inancını yaşamasına fırsat vermedi.

Kays bu hususta öylesine inatçıydı ki, hanımının İslâm’dan vazgeçip putperestliğe dönmesini isteyecek kadar ileri gitti. Her işinde onu aşağıladı ve her davranışını hor, hakir gördü. Elinden gelen her türlü kötülüğü yaptı. Onu İslâm’dan uzaklaştırmak için çalıştı. Havva (r. anhâ) azim ve irâde sahibi bir hanımdı. Kocasının önüne çıkardığı engellere aldırış etmeden, sabırla yoluna devam etti. Ezâ ve cefalara katlanarak müslümanca yaşamaya gayret etti. Allah’a ve Rasûlullah’a bağlılığından aslâ tâviz vermedi.

Havva (r. anhâ) gönlünü Allah ve Rasûlullah sevgisiyle o derece doldurmuştu ki, çektiği çilelere, ezâ ve cefâlara hiç aldırış etmiyordu. Fakat onun çektiği sıkıntılar tâ Mekke’de bulunan İki Cihan Güneşi efendimize kadar ulaşmıştı. Ümmetinin üzerine titreyen Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Havva (r. anhâ)’nın bu sıkıntılardan nasıl kurtulabileceğini ve ona nasıl destek olabileceğini düşünmeye başladı. Karşısına bir fırsatın çıkmasını bekledi.

Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz İslâm’ın ilk günlerinde davâsını anlatabilmek için Mekke’de kurulan panayırları dolaşırdı. Çevre kabîlelerden gelen ziyaretçilerle tanışır onlara İslâm’ı anlatırdı. İrşad ve tebliğ vazifesini buralarda devam ettirirdi.

KAYS'IN VERDİĞİ SÖZ

İki Cihan Güneşi efendimiz bir gün Zül-Mecaz panayırına gelmişti. Burada Medine’den gelen Kays’la karşılaştı. Ona yakın ilgi ve sevgi gösterdi. Birlikte oturup konuştu. Hanımı Havva (r. anhâ) İslâm’la şereflendiği için onun da müslüman olmasını çok arzu ediyordu. Ona İslâm’ı anlattı. Müslüman olması için çok çaba sarfetti. Fakat Kays bir türlü Allah Rasûlüne teslim olamadı. İslâm’a koşamadı. Kendine göre mazeretler ortaya koyarak şöyle söyledi:

– “Beni davet ettiğin bu din gerçekten güzel bir şey. Fakat beni harp telâşı, savaş bu dini kabul etmekten alıkoydu.” dedi.

Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz onun İslâm’a gelmesi için teşvik edici sıcak sözler söyledi. Künyesiyle hitap ederek sevgi ve yakınlığını göstermeye çalıştı. Ona:

– “Ya Ebâ Yezid! Seni Allah’a çağırıyorum.” buyurdu.

Kays’ın davranışlarında bir yumuşama görüldü. Rasûlullah (s.a.) Efendimize karşı gönlünde bir sevgi oluştuğu tahmin edildi ama tam teslim olamadı. Aynı mâzeretleri ileri sürerek ilk defa söylediklerini tekrar etti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz Kays ile uğraşmaktan vazgeçti. Hanımı Havva (r. anhâ)’ya yaptıklarını hatırlattı. Kulağına kadar gelen ezâ-cefâlardan bahsetti ve:

“Duyduğuma göre hanımına kötülük ediyormuşsun. Senin dinini terk edeli ona zulmediyormuşsun. Allah’tan kork, bana söz ver ve bir daha böyle yapma!” dedi.

Kays bu yumuşak tavır ve tatlı dille söylenen sözlerden etkilenerek şöyle dedi.

– “Ne hoş konuştunuz. Peki... Bundan böyle ona hayırla muamele edeceğim. Hoşlandığı şeyleri yapacağım.” diyerek söz verdi.

Kays, Medine’ye dönünce hanımı Havva (r. anhâ)’ya karşı davranışları çok değişti. Daha önce her türlü hakaret ve işkenceyi yapmakta iken şimdi gayet yumuşak hareket ediyordu. Hanımı Havva (r. anhâ)’ya şöyle dedi:

“Arkadaşın Muhammed’i gördüm. Benden, senin hakkını korumamı istedi. Getirdiği din konusunda, o dinden dolayı sana zulmetmemem için benden söz aldı. Allah’a yemin ederim ki, ona verdiğim sözü yerine getireceğim. O sözümde duracağım. Sen artık istediğin gibi yaşayabilirsin. Senin din işin beni ilgilendirmez. Vallahi bundan böyle benden sana kesinlikle bir zarar gelmeyecektir. Benden ezâ-cefa görmeyeceksin.” dedi.

Havva (r. anhâ) ömrünün geri kalan kısmında İslâm’ın güzelliklerini daha rahat yaşamak üzere bir fırsat yakalamış oldu. O, gizli tuttuğu İslâmî vazifeleri âşikar yapmaya başladı. Huzur ve mutluluk içerisinde Allah’a kulluğunu îfâ etti. İbadetlerini herkesin gözü önünde kılar oldu. Müslümanlık adına gizlediği şeyleri bütünüyle açığa vurdu. Kocası Kays’tan en küçük bir tepki görmedi. Kays artık hiçbir aykırı davranışta bulunmuyordu. Öylesine değişmişti ki, Müşrikler kendisine gelip:

– “Ya Ebâ Yezid! Karın Muhammed’in dinine tâbi olmuş, öyle mi?” diye sataşıyorlardı. Kays da onlara karşı şöyle cevap veriyordu:

– “Ben ona kötü davranmamaya, kendisinin hakkını korumaya dâir Muhammed’e söz verdim.” diyordu.

Havva binti Zeyd (r. anhâ) inandığı İslâm’a böylesine teslim olmuştu. Çektiği çileler âdeta onun azmini bileylemişti. Sabır ve sebâtı sayesinde Allah Teâla ona böylesi bir fırsat vermiş ve rahatça inancını yaşar hale gelmişti.

O, “Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır.” düsturunun açık bir örneği olmuştu.

Cenâb-ı Hak’tan Havva (r.anhâ)’nın mücâdelesinden, azim ve irâdesinden hisseler alabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi niyaz ederiz. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 251, Ocak 2007

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.