Hava İle İlgili Bilgiler

Hava tabakasına ne denir? Su tabakası nedir? Dünya yüzeyini saran katı kabuk tabakasına ne denir? Havada bulunan gazlar nelerdir? Hayat için gerekli faktörler nelerdir? Havada ne var? Hava hakkında ilginç bilgiler...

Dış görünüşü ile Dünya, dörtte üçü su ile, dörtte biri de kıt’alarla kaplı ve üzeri yaklaşık 1000 km kalınlığında bir hava tabakası ile çevrili bir gezegendir. Hava tabakasına atmosfer”, su örtüsüne “hidrosfer” ve katı tabakaya da “litosfer” denir. Ancak son yıllarda “biyosfer” denilen ve bütün canlıları da içine alan teorik bir tabakanın da varlığı kabul edilmiştir.

Biyosfer, toprağın üstünde ve altında yaşayan her çeşit irili ufaklı hayvan, bitki ve bakterilerle, deniz yüzeyi ve dibindeki bütün canlıları, hava içindeki mikro organizmaları da içine alır. Demek ki biyosfer, insanın da dahil olduğu yaşayan, üreyen, birbirinin gıda ihtiyacını karşılayan ve ölünce de kalıntısı yine işe yarayan canlılar âleminin bütün husûsiyetlerini, ilişkilerini, gelişmelerini inceleyen dinamik bir ilim dalıdır. Bunun için sağlıklı bilgi elde etmek için atmosfer, hidrosfer, litosfer ve biyosfer tabakalarının beraberce ele alınıp incelenmesi gerekir.

Atmosfer, çeşitli gazların karışımından meydana gelen, kimyaca renksiz, kokusuz ve tatsız bir tabakadır. Canlılar için gerekli olan en ideal ısı dağılımını, su ihtiyacını, nihayet nefes almak için muhtaç olduğumuz oksijeni ve yeryüzünün her cm²sine yaklaşık bir kilogramlık bir kuvvetle etkilediği basınç değerini bu tabaka sağlar. Atmosferin kütlesi 5X1015 ton kadar olup bu değer, yer kütlesinin ancak milyonda biridir.[1]

Atmosfer, hayatı dış tehlikelerden koruyan bir örtü vazifesi görür. Sadece hayatı koruyan bir örtü değil, onu devam ettiren, destekleyen bir ortam oluşturur. Dünya tümüyle atmosfere bağımlıdır. Atmosfer olmasaydı çok farklı sıcaklık dereceleri meydana gelecekti. Atmosfersiz bir Dünya, sürekli yağan meteor (göktaşları) sağanakları yüzünden, tehlikeli kozmik ışınların bombardımanından yorgun ve cansız kalacaktı. Hava olmayacaktı. Rüzgâr, bulut, yağmur oluşamayacaktı. Ses duyulmayacak, ışık yayılmayacak, ateş yanmayacaktı. Yeryüzünde hiç bir canlı varlık yaşamayacaktı. Hayatın başlangıcı olan denizler bir anda buharlaşacak, Dünya susuz bir çöl halini alacaktı.[2]

Dünyanın etrafındaki atmosfer tabakası daha ince olsaydı, saniyede 6 ile 40 mil arasında bir hızla hareket eden ve her gün bizden uzakta yanıp tutuşan milyonlarca meteor, dünyanın her tarafına çarpar ve her yeri ateşler, tutuştururdu. Eğer meteorlar mermi hızında hareket etselerdi, her biri fezada yanmadan yerküresine çarpar ve çarpma sonucu da çok korkunç olurdu. Mermi hızından 90 kat daha fazla bir hızla hareket eden küçük bir meteorun insana çarpması bir yana, yıldızın insanın yakınından geçtiği andaki sıcaklığı bile onu paramparça etmeye yeterdi.[3]

Hava, bitkilerin ihtiyacı olan kimyasal tesirli ışınların geçmesine tam yetecek bir kalınlıktadır. Bu kimyasal tesirli ışınlar, mikropları öldürür, vitaminler

meydana getirir, insana da zarar vermez. Asırlar boyunca yerküresinden zehirli gazlar çıkmasına rağmen hava, bugüne kadar kirlenmeden kalmış ve insan vücudu için gerekli olan denge oranında bir değişiklik olmamıştır. Bu büyük dengeyi sağlayan yeryüzündeki su kitlesidir. Bunu düşünmek bile Yüce Yaratıcı’yı kavramaya yeterlidir.[4]

Dünyayı saran atmosfer, Güneşten alınan ısı enerjisini yeni bir dağıtıma tabi tutmaktadır. Atmosfer, yer üzerindeki canlı maddeler için koruyucu bir örtü hizmeti görmektedir.

Radyasyon enerjisi, hayatın çoğu şekillerinin devamı için gerekli ise de radyasyonun çok şiddetli veya elverişsiz tipten olması hayat için öldürücü etki yapar. Çünkü biyolojik sistemler dış tesirlerden çok etkilenen narin ve nazik varlıklardır. Bunun için dışarıdan gelen tehlikelere karşı korunma da hayat için mühimdir.

Atmosfer, Güneşten gelen ultraviyole ışınlarının çoğunu, X ve Gama Işınlarını emen bir ozon tabakasını ihtiva etmektedir. Atmosfer bizi radyasyondan koruduğu gibi meteoritlerden de korur. Eğer dünyayı koruyan bir atmosfer tabakası olmasaydı, uzaydan gelen zararlı ışınlar yeryüzündeki canlıların ölümüne sebep olurdu. Allah Teâlâ Enbiyâ’ sûresinde şöyle buyurur:

“Biz göğü korunmuş bir tavan kıldık; oysa onlar bundaki delillerden yüz çeviriyorlar.” (Enbiyâ,21/32) İnkârcıların yüz çevirdikleri âyetlerden maksat; her biri Allah’ın varlığının ve kudretinin delilleri olan gökyüzündeki güneş, ay, yıldızlar ve yeryüzünü çevreleyen atmosferdir. Atmosferin en büyük faydalarından biri, zaman zaman öldürücü olan uzaydaki ışınlardan, meteorlardan ve göktaşlarından korumasıdır. Atmosferin bir diğer faydası, dünyanın ısısını, insanların yaşamasına elverişli olabilecek bir seviyede tutmasıdır. Bir diğer faydası da, güneşten gelen ve çok tehlikeli ve yakıcı olan ultraviyole ışınlarının ancak bazı hastalıklar için faydalı olabilecek çok az bir kısmını dünyaya göndermesidir. Atmosfer, dünyanın yüzeyini aşınma faktörüyle aşındırarak, dünya üzerinde hayatın elverişli olmasını sağlar. Rüzgâr, yağmur, kar ve dalgalar, her an dağlardan kayaları parçalayarak ziraat için elverişli toprağın oluşmasını, dalgalar karalara vurarak kumların teşekkülünü sağlarlar.[5]

Atmosferin Faydaları Nelerdir?

  1. Atmosferin faydalarını maddeler halinde şöyle sayabiliriz:
  2. Karada ve suda canlıların yaşaması için gerekli olan oksijen atmosfer tabakasında bulunur.
  3. Kuşların ve uçakların havada uçması atmosfer tabakası sayesindedir.
  4. Bitkilerin gövdesini meydana getirmek için gerekli olan karbondioksidi şekere çevirir ve bundan bitki kökü meydana gelir. Karbondioksit deveranı zamanla oksijenin tükenmesini imkânsızlaştırır. Çünkü bitkiler güneş ışığı sayesinde havanın karbondioksidini emer ve onu saf oksijen haline çevirir.
  5. Hava, su buharından daha ağırdır. Yoğunluk oranı 5/8’dir. Bu sayede hava, su buharını taşır. Ancak yükseklere çıkınca soğur ve su buharını taşıma gücü azalır. Böylece yoğunlaşma olayı ve bulutlar meydana Bulutlardan da hayat için en faydalı tatlı su kaynağı olan yağmur yeryüzüne iner.
  6. Hava, sesin iletilmesini sağlar.
  7. Gündüzün aydınlığı sağlar.
  8. Atmosfer yeryüzüne bir tavan vazifesi gördüğü için gökten düşen meteorların ve göktaşlarının parçalanarak yere düşmesini önler.
  9. Göktaşlarından ve meteorların parçalanmalarından meydana gelen toprak ve tozlar, yağmurlama ameliyesini mümkün kılan en mühim faktörlerdir.
  10. Havadaki azot oranı, yangının sönmesine yardım eder. Eğer havanın bileşiminde yüksek derecede azot olmayıp oksijen olsaydı yangınların söndürülmesi imkânsız olurdu.
  11. Uzaydan ve güneşten gelen öldürücü ışınları atmosfer tabakası alıkoyar ve dünyaya gelmesini önler.
  12. Rüzgârların hareketi, bulutların taşınması ve yağmurun yağması gibi ameliyeler, aslında güneş enerjisinin dünyanın yüzeyine âdil olarak dağıtılmasını sağlayan ameliyelerdir ki bunlar atmosfer tabakası sayesinde olmaktadır.[6]

Yerin etrafını çepe çevre saran gaz karışımına “hava” denir. Nefes almak için havaya muhtacız. Ateşin yanması, havanın varlığına bağlıdır. Ses, onunla yayılır. Işık onunla aydınlatır. Zararlı kozmik ışınlardan, mor ötesi radyasyonların şiddetinden, meteor (göktaşı) sağnaklarından, elektrikle yüklü parçacıklardan bizi, hava korur.

Biyosfer Nedir?

Hava, erimiş hâlde, derin deniz diplerine sızarak buradaki hayatın devamını sağlar. Ayrıca hava, topraktaki boşlukları da doldurarak toprak altı milyonlarca mikro organizmaları destekler. Bakteri, böcek ve solucanların da “hayat” kaynağını oluşturur. Hava, kara, deniz üçlüsü, insanda korkuya yakın bir hayranlık uyandıracak kadar mükemmel bir denge meydana getirir. Bu denge, “biyosfer” denilen bütün canlıların içinde yaşadığı incecik tabakadır.

Biyosfer, atmosferin ilk tabakası olan troposferi de içine alır. Okyanuslar, buzullar, göller ve nehirlerin oluşturduğu sular, bitki örtüleri, toprak, bütün canlılar,

biyosfer içindedir. Yer atmosferini belli oranlarda oluşturan gazlar, bu gazların toprağa, suya, oradan tekrar havaya geçişleri, atmosfer ve okyanusların karşılıklı ilişkileri, atmosferdeki ısı, radyasyon ve su dengesi, hep biyosfer içindir.

Biyosferi incelerken, kara, hava ve su ilişkisindeki mükemmel dengenin yanında, biyosferi oluşturan canlıların da birbirlerine bağlı ve bağımlı oldukları görülür. Meselâ bitki hayatı toprağa bağlıdır. Toprak ise yine ölü bitki ve hayvan artıklarının sonucudur. Havadaki su yağmur şeklinde toprağa geçer; oradan bitkiye ve bitkilerden de buharlaşarak tekrar havaya geçer. Bu devamlı devir sayesinde biyosferdeki su, vazifesini yapmış olur. Sudan başka, Güneş ışığı sayesinde toprak ısınacak, toprak da kendisiyle yakın temasta olan havayı ısıtacaktır. Böylece toprağın üstündeki ve altındaki canlılar, hayatlarını devam ettireceklerdir.

Biyosferin özelliği bir taraftan Yer yüzünün fizikî ve kimyevî karakteristiklerine, diğer taraftan karbon, su, oksijen, azot, fosfor ve kükürt gibi hayat için belli oranlarda gerekli olan elemanların, atmosferin hareketiyle olan taşınmalarına bağlıdır.

Biyosferin sıcaklık, basınç, rüzgâr, nem, yağış gibi meteorolojik şartlarla yani iklimle çok yakın ilgisinin bulunduğu ortadadır.

HAVADA BULUNAN GAZLAR

Yeryüzüne yakın temastaki hava içindeki gazlarla, yerden 50 km yukardaki gazların birim hacim içindeki bulunma oranları hemen hemen aynıdır. Atmosferi 8 km kalınlıkta ve sabit yoğunlukta düşünürsek havadaki gazlar şunlardır: Azot (nitrojen) (yüzde 78,1), oksijen (yüzde 20,9), argon (yüzde 0,9), karbondioksit (yüzde 0,033), neon (milyonda 18), helyum (milyonda 5), methan (milyonda 2), kripton (milyonda 1), hidrojen (milyonda 0,5).[7]

Azot Nedir?

Azot, havada en fazla bulunan gazdır. Havanın %78’ini azot (nitrojen) gazı oluşturur. Azot, yanıcı ve yakıcı bir gaz değildir. Nefes almak için de azot gazına ihtiyaç yoktur. Ancak azot gazı, oksijenin ağır yoğunluğunu hafifletir. Havayı daha latif bir hale getirir. Azot, aslında doğal bir gübredir. Hemen bütün yapay gübreler, azot gazından elde edilir. Ayrıca bitkiler, doğal olarak da azotu kullanırlar. Toprak, havadaki azot gazını emer. Topraktaki gözle görülmeyen bakteriler ve çeşitli mikroorganizmalar bu gazı bitki kökleri için hazırlarlar. Böylece havadan toprağa, topraktan bitkilere ulaşan azot doğal bir gübre vazifesini yüklenir.

Ayrıca ölü bitki ve hayvan artıklarının çözümlenmesinden de azot açığa çıkar ve tekrar atmosfere intikal eder. Böylece havadan toprağa, oradan bitkilere, oradan tekrar toprağa ve havaya karışan azot, hayat için gerekli düzenlemeleri sağlar. Azot atomlarını, protein maddesinin temel taşları olan aminoasitlerde görürüz. Azot atomları hayat için temel yapı taşları olduğundan atmosfer içinde de en yüksek oranda bulunur.

Oksijen Nedir?

Oksijen, nefes alıp veren canlılar için hayatî önem taşır. Oksijen, aynı zamanda yanma olayı için de gerekli bir gazdır. Oksijenin bulunma oranı son derecede ayarlı ve kararlı bir değerdedir. Eğer, atmosferdeki oksijen %21 olacağına %50 olsaydı, yeryüzünde yanma kabiliyeti olan her şey tutuşmaya hazır olacaktı. Bir kibrit alevi ile, bir şimşek çakışı ile hava yanacak, büyük yangınlar meydana gelecek, ormanlar yanıp kavrulacaktı. Buna karşılık havadaki oksijen oranı %10 değerine düşseydi, nefes alamayacaktık.

Güneş sistemindeki gezegenler içinde, oksijenin hayat için gerekli olan miktarı yalnız Dünyada vardır. Diğer gezegenlerde oksijen yok denecek kadar azdır. Bunun yerine karbondioksit ile zehirli bir gaz olan metan bulunur.

Oksijen, azot gibi güneşten gelen radyasyonları atmosfer içinden geçirerek yere ulaştırır. Bununla beraber, atmosferin üst seviyelerinde bulunan oksijen, gelen güneş ışınlarından çok kısa dalgalı olanlarını (mor ötesi ve X ışınlarını) yutar. Oksijen molekülünün yukarı tabakalardaki bir diğer vazifesi de, güneşten gelen ışınların etkisiyle çözülüp, iki atom oksijen haline dönüşmesidir. Böylece meydana gelen bir oksijen atomu, bir oksijen molekülü ile birleşerek, atmosfer kimyasında çok mühim bir yer tutan ozon gazını oluşturur.

Oksijen, şeker, yağ ve protein maddelerinde zincirleme bağlarla bağlanır.

Her canlı organizma oksijeni ya atmosferden yahut sudan elde edebilecek bir cihazla donatılmıştır. Hayatın basit şekillerinde oksijen deri arasından alınır ve yanmanın son ürünü olan karbondioksit yine oradan dışarı atılır. Hayat, enerji demektir. Bu enerji yanma olayından elde edileceğinden, hayatın devamı için oksijen temini kaçınılmazdır.[8]

Oksijen, yerküresinde bulunan bütün canlıların yegâne hayat kaynağıdır. Bunu da ancak havadan temin etmek mümkündür. Kimyasal yönden son derece faal olan bu madde, nasıl oluyor da başka gazlarla birleşmekten kurtulup canlı varlıklar için gerekli olan belli bir oranda havada bulunabiliyor?[9]

Karbondioksit Nedir?

Karbondioksit, atmosferde on binde üç (% 0,03) oranında bulunur. Son derece mühim üç vazifesi vardır. Bitkiler, havadaki bu gazı yaprakları vasıtasıyla alırlar. Kendileri için kullanılışlı hale getirince de havaya oksijen olarak verirler. Hava içinde çok az miktarda bulunan karbondioksit gazı, güneş ışığının da etkisiyle, bitkilerde kimyevî bir reaksiyona girer. Karbondioksit havada çok az bulunduğundan yeşil bitki yapraklarının hava ile mümkün olduğunca geniş bir satıhtan temas etmesi gerekir. Bitkiler havadan karbondioksidi alırlar. Bir kimya fabrikasındaki işlemler gibi, onu su ile birleştirerek glikoz (şeker) yaparlar. Ayrıca bu işlemden bir de oksijen açığa çıkar. Böylece çok ilginç bir alış verişle karşılaşırız. Hayvanlar ve insan nefes alırken oksijen kullanıyorlar, nefes verirken karbondioksit çıkarıyorlar. Çıkan karbondioksidi bitkiler alıyor, onun yerine oksijen veriyorlar.

Bitkiler havadan sürekli karbondioksit aldıklarından havadaki karbondioksit bitmesin diye yanardağlar, volkanlar, okyanuslar karbondioksit üretirler. Karbondioksit, aynı zamanda, her türlü yanma olayından meydana gelen bir gazdır. Yine her çeşit bitkinin eriyip çürümesinden de karbondioksit gazı ortaya çıkar. Bunlara şunu da ekleyelim: son yıllarda yapılan inceleme ve araştırmalardan anlaşılmaktadır ki uzaydan gelen ve ne olduğu bilinemeyen “kozmik ışınlar” da karbondioksit gazının oluşumunda rol oynamaktadır. Eğer hava içindeki karbondioksit gazında gereğinden fazla bir birikme olursa, o zaman okyanuslar, denizler imdada yetişiyor ve fazlalık gazı emip eritiyorlar.

Havadaki karbondioksit gazının ikinci mühim vazifesi, yerden uzaya geri dönen uzun dalga boylu radyasyonu tutmaktır. Karbondioksit, radyasyon yutucu ve emici olduğu için yer yüzünün kış gecelerinde aşırı soğuması önlenmiş oluyor. Karbondioksit, toprağı bir battaniye gibi sararak onu soğumaktan, turfanda sebze ve meyvaları, donmaktan korur.

Karbondioksidin üçüncü mühim özelliği, içinde bulunan karbon atomunun canlılar için şaşılacak derecede mühim olmasıdır. Karbon, yaşayan organizmada özel bir rol oynar. Çünkü karbon, başka atomlarla olduğu gibi bizzât karbon atomları ile de birleşebilir. Böylece çok sayıda ve çeşitte moleküller meydana gelir. Bu kompleks moleküller bütün canlı hücrelerin temel yapılarını oluştururlar. Canlı olmanın temel şartı olan karbon hidratlar, yağlar ve protein maddeleri, karbon atomlarından meydana gelirler. Meselâ karbon hidratların en basiti olan şeker, 6 karbon atomunun zincirleme bağlantısından meydana gelmiştir. Yaşayan hücrelerdeki yağların temel yapısı gliserindir. Gliserin molekülünde 3 karbon atomu yer alır. Proteinlerin esasını aminoasitler oluştururlar. Aminoasitlerde en çok görülen atom, yine karbon atomudur. Bitki hayatı, karbondioksidin varlığına bağlıdır.

Karbondioksit, kömürün oksijenle birleşerek yanmasından açığa çıkar. Bu arada ısı da meydana gelir. O hâlde, karbon, oksijenle birleşerek oksitlenecek ve karbondioksit ile ısı açığa çıkacaktır. Canlılar durmadan enerji harcarlar. Harcanan enerjinin yerine yenisini koymak gerekir. Enerji de yanma olayı ile yani karbonun oksitlenmesi ile meydana gelir.[10]

HAYAT İÇİN GEREKLİ HUSUSLAR

Yer küresi, hayata imkân veren fiziko-kimyasal şartlarla enerji ve hammadde kaynaklarına sahip olacak şekilde yaratılmıştır. Tüm Güneş sistemi içinde, yalnız Dünya gezegeninde “hayat” vardır. Diğer gezegenler, canlıların yaşamasına imkân olmayacak derecede ya çok sıcak veya çok soğukturlar. Dünya üzerinde hayatın meydana gelmesi ve sürekliliğini koruması için “uygun ve ölçülü” bir ısı değeri şarttır. Ama bu yeterli değildir. Uygun bir yağış ve nem dağılımı, yaşanabilir bir basınç değeri, hoş bir iklim, nefes alabilecek ölçüde oksijen gereklidir.

Her gazdan yeteri kadar var olan ideal bir denge olmalıdır. Isı, buharlaşma, enerji ve momentum transferlerinin yapıldığı ölçülü ve hesaplı bir düzenleme olmalıdır. Yağmur yüklü bulutları, bereketli topraklara sevkeden rüzgârlardan oluşan mükemmel bir dolanım sistemi olmalıdır. Hava-toprak ve hava-deniz arasında görülen hayret verici incelikte ilişkiler olmalıdır… İşte bütün bu ve benzeri hayat için gerekli unsurlar Dünyanın çevresini saran “atmosfer” denilen, yerden yaklaşık 1000 km yüksekliğe kadar çıkan bir “gaz okyanusu” içinde oluşmaktadır.[11]

Yeryüzünde hayatın mevcut olabilmesi için her şeyden önce pek fazla değişmeyen bir sıcaklığın devamlı olarak korunması gerekir. Bunu sağlamak ve hayatı devam ettirmek için de Yerin yörüngesi, Güneş sisteminin uygun bir yerinde olmalıdır. Enerji kaynağı kararlı ve devamlı olarak ışık göndermelidir. Gezegenler birbirine etkimeyerek müstakil yörüngeler üzerinde dolaşmalı ve asla birbirine çarpmamalıdır.

Daha az kararlı olan elementler tarafından fırlatılan yüksek hızlı elektronlar, alfa parçacıkları, gama ve X ışınları, canlı maddeleri oluşturan narin yapılı kompleks molekülleri kısa zamanda tahrip ettiğinden, radyoaktivite şiddetinin az olması gereklidir.

Sıcaklığını mümkün olduğu kadar eşit hale yaklaştırmak için gezegenin Güneş etrafında oldukça hızlı bir şekilde dönmesi gerekir. Bu hareket uygun bir yörünge düzlemi üzerinde olmalıdır. Dönme ekseni, yörünge düzlemine dik olmamalıdır. Ancak bu sayede sıcaklığın mevsimlik değişmeler göstermesi ve Yerin daha büyük bir kısmının oturulabilir olması temin edilmiş olur.

Ayrıca çok büyük sıcaklık değişmelerinin meydana gelmemesi için Yer kendi ekseni etrafında çok hızlı bir şekilde dönmelidir. Fakat bu hâlde de yüksek dönme hızının meydana getirdiği santrfüj kuvvetler gezegenin kararlılığını azaltacaktır. Bu sebeple gezegeni sabit sıcaklıkta tutmak için başka bir yol bulunmalıdır. Isı cihazlarında olduğu gibi, bu büyük Rabbânî makinaya da bir termostat gereklidir. Bu da sudur.[12]

Dipnotlar:

[1] Taşkın Tuna, g.e., s. 55. [2] Taşkın Tuna, Etrafımızdaki Hava, 24-25. [3] C. Morrisson, a.g.e., s. 13. [4] C. Morrisson, a.g.e., s. 13. [5] Cemaleddin Fendi, Allah ve Kâinat, Terc. Abdülhamit Bingöl, s. 171. [6] Fendi, a.g.e., s. 173-174. [7] Taşkın Tuna, a.g.e., s. 9-13. [8] Taşkın Tuna, g.e., s. 13-15. [9] C. Morrisson, a.g.e., s. 14-15. [10] Taşkın Tuna, g.e., s. 16-20. [11] Taşkın Tuna, g.e., s. 6. [12] Yılmaz Muslu, Yaşayan Gezegen, 28-29.

Kaynak: Prof. Dr. Mehmet Bulut, Delilleriyle İslam Akaidi, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

GÖKLER NASIL YARATILDI?

Gökler Nasıl Yaratıldı?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.