Fertleri ve Toplumları Yakan Musibet

Hased, fertlerden başlayarak kademe kademe bütün bir millete kadar yayılan, yakan, yıkan, kurutan bir felâket ve musîbet sebebidir. Mahvolan âileler, toplumlar ve memleketlerin harâbeleri, hased sahneleri ile doludur.

Hakîkaten hased, hased edilenden çok hased edene zarar veren mânevî bir hastalıktır. Hattâ bu zarar, kişinin dînine taalluk edecek derecede fecî bir âkıbetle netîcelenebilir. Nitekim ilk zamanlar, Mûsâ -aleyhisselâm-’dan sonra Tevrat’ı en iyi okuyan ve sâlih bir mü’min olan Kârun, âhir ömründe hasedi sebebiyle îmânını dahî kaybederek bu felâketin bâriz bir misâli olmuştur. Zîrâ o sâhib olduğu servet ve saltanata mağrûr olup şımararak, Hazret-i Mûsâ’nın mevkîine duyduğu hased netîcesinde ilâhî intikâma dûçâr oldu. O, güvendiği, sığındığı, dayandığı saray ve hazîneleriyle birlikte yerin dibine geçti. Ebedî âlemin fukarâsından oldu.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, hased musîbet ve illetinin netîcesini bir hadîs-i şerîflerinde şöyle ifâde buyurmuşlardır:

“Size eski ümmetlerin hastalığı sirâyet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır (yok edicidir). Bilesiniz; kazıyıcı (yok edici) derken saçı kazır demiyorum. O dîni kazıyıcıdır (yok eder)…” (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 57)

DÜŞMANIN KENDİ NEFSİN

Mevlânâ Hazretleri devamla der ki:

“O kötülüğü sen, kendi iç dünyanda göremiyorsun. Görecek olsaydın başkalarına değil, kendi nefsine candan ve gönülden düşman kesilirdin.

Eğer sen, Allâh nûru ile baksaydın, kötülük husûsunda başkasını ayıplar, başkasının kusurlarını görür de gaflete düşer mi idin?

Ey hüzün ve keder sahibi zavallı kişi, yavaş yavaş, azar azar, nûra yaklaş ki, nâr, yâni ateş olan nazarın nûra çevrilsin, başkalarında ayıp ve noksan göreceğin yerde, kendi iç âlemini seyret. Kendini ihyâ et ki gönlün mezbeleliklerden temizlensin.”

TARİHTE EN KIYMETLİ KİMSELER HASEDÇİLERİN HEDEFİ OLMUŞTUR

Hasedin başlangıç tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Ne kadar ibretlidir ki, en kıymetli kimseler, tarih boyunca hasetçilerin hedefi olmuştur.

İlk hased ve kibir, şeytanın Âdem -aleyhisselâm- karşısında benliğe kapılıp Allâh’ın emrini icrâ etmemesiyle vukû bulmuştur. Ondan sonra, Âdem -aleyhisselâm-’ın âsî oğlu Kâbil’in, takvâ sâhibi olan sâlih kardeşi Hâbil’i katletmesi, Yâ’kûb -aleyhisselâm-’ın kanlı gözyaşları dökmesine sebep olan Hazret-i Yûsuf’un kardeşleri tarafından kuyuya atılması ve buna benzer hadiseler, gönüllerde alevlenen hasedin bir netîcesi olmuştur.

Mahvolan âileler, toplumlar ve memleketlerin harâbeleri, hased sahneleri ile doludur. Hased, fertlerden başlayarak kademe kademe bütün bir millete kadar yayılan, yakan, yıkan, kurutan bir felâket ve musîbet sebebidir.

BİRBİRİNİZE HASED ETMEYİNİZ

Hadîs-i şerîflerde: “Sakın hased etmeyiniz! Zîrâ hased, ateşin odunu yediği gibi sevapları ve iyilikleri yer bitirir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 44; İbni Mâce, Zühd, 22)

“İnsanlar, birbirlerine hased etmedikçe dâimî bir feyz ü bereket içinde bulunurlar.”

“Birbirinize kin tutmayınız, hased etmeyiniz, sırt dönmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz. Ey Allâh’ın kulları, kardeş olunuz.” (Buhârî, Edeb, 57) buyrulur.

Diğer taraftan, hasede mâruz kalan bir kimse de, kötülüğe kötülükle mukâbele etmemeli, üzülüp kızmak yerine, asıl hased edenin hâline acımalıdır. Ayrıca kendi mağdûriyet ve mazlûmiyetini, sabır, müsâmaha ve tahammül ile ecir kazanmaya vesîle addetmeli, bu durumdan bile kârlı çıkmaya çalışmalıdır.

KÖTÜLÜĞÜ İYİLİK YAPMA FIRSATINA ÇEVİR

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, bu nükteyi bir teşbîh ile ne güzel ifâde buyurur:

“Gül, o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı. Bu hakîkati gülden de işit. Bak, o ne diyor: Dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim, neden kendimi kedere salayım? Ben ki gülmeyi, o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim. Onun vesîlesiyle âleme güzellikler ve hoş kokular sunma imkânına kavuştum...”

Cenâb-ı Hak, lutfettiği nîmetlere kanaat ederek hâline râzı olan, yüksek ahlâk sâhibi kullarının güzel hâllerinden gönüllerimize hisseler nasîb eylesin! Başkalarının elindeki nîmetlere göz dikerek, dünyânın yaldızlı oyuncaklarına, gelgeç sevdâlarına, avutan neşeli görüntülerine, ihtiras ve hasedin aldatıcı ikbâllerine gönül kaptıranların âkıbetinden ve hasedcilerin hasedinden bizleri muhâfaza buyursun! Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.