Emanetimiz Olan Nesil: Çocuklarımızı Kim Yetiştiriyor?

Peygamber ahlâkıyla yoğrulmuş bir nesil için, evlâtlarımızı sevgiyle, bilinçle ve sorumlulukla yetiştirmek zorunda değil miyiz?

Dünyanın en değerli emaneti olan çocuk, anne ve babanın merhamet ve güven ortamına teslim edilir. “Kavvâm” olan baba, şecaati/cesareti ile dıştan koruyup kollarken, anne şefkat ve merhametiyle içten îmar eder. Bu nazlı emanetler, gece-gündüz, soğuk-sıcak, hastalık-sağlık demeden büyütülür.

Anne-babanın davranışları, sözleri hattâ mimikleri; çocuğun kimlik ve şahsiyetinin temelini oluşturur. İlk kelimeleri, ilk iyiliği, ilk merhameti anne-babadan öğrenir. Hayatındaki en güçlü rol modeldir ebeveyn... Bu sebepledir ki, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocuklara çok önem vermiştir. Kuşu ölen Umeyr’e tâziye ziyaretine gitmiş, hastalanan Yahudi çocuğa geçmiş olsun ziyaretinde bulunmuş, kervancılık oyunu oynayan çocuklara yakalanarak teslim olup fidye vermiştir.

Asr-ı saâdet sonrasında da Müslümanlar, Allah ve Rasûlü’nün emir ve tavsiyeleri istikâmetinde, tevhid sancağını devam ettirecek nesillerin eğitim-öğretimine büyük önem vermişlerdir. Hattâ son dönem Osmanlı padişahlarından Mehmed Reşad, saraydaki hanedan çocuklarını yetiştirmek üzere “Muallim-i Selâtîn: Sultanların hocası” olarak tayin ettiği Safiye Hanıma şöyle emretmiştir:

“-Sarayımda namaz kılmayan, oruç tutmayanlara yedirdiğim ekmek ve tuzu haram ediyorum. Bu irâdem, hoca hanım tarafından talebe, şehzâde ve hanım sultanlara söylensin.”[1]

Ömer bin Abdülaziz’in gençlik dönemleriyle ilgili bir hâtırayı, yakınlarından Meymun bin Mihran şöyle anlatır:

Ömer bin Abdülaziz, bir gün saçlarını yağlayıp taramakla meşgul olurken cemaati kaçırmış ve öğle namazını tek başına kılmak zorunda kalmıştı. Bu durum, babasına haber verildi. Mısır valisi babası Abdülaziz bunun cezayı gerektirecek yeterli bir suç olduğu düşüncesiyle derhal adam göndermiş; Ömer’i cemaatten alıkoyan güzelim saçlarını kökten kestirmişti. Değil mi ki o saç, onun cemaate gitmesine mânî olmuştur, başta durmasına da gerek yoktur!”[2]

İşte evlât üzerindeki bu ihtimam, ileride Emevî hânedânının yüz akı, Müslümanların “İkinci Ömer” olarak adlandırdığı Ömer bin Abdülaziz’in yetişmesine vesîle olmuştur.

BİZE BİR NAZAR OLDU

Dün akşam üstü, Üsküdar-Ümraniye arasında sıkışık dolmuş yolculuğunda gençlerin davranışlarını eleştirip sitem eden teyzeye, şoförün sert bir şekilde:

“-Hanım abla, onlardan önce biraz da kendimizi eleştirelim; bizler, biz görmedik çocuklarımız görsün, biz yaşayamadık çocuklarımız yaşasın diye bütün imkânları bedel ödetmeden önlerine serince vefâ ve saygıyı kaybettiler.” demesi, bütün dolmuşu sükûta bürürken bana Peygamber Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfini hatırlattı.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün ashâbıyla otururken şöyle buyurur:

“-İnsanlara öyle bir zaman gelir ki, çocuklarının eğitimi konusunda şeytan onlara ortak olur.”

Sahâbîler:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü, çocuklarımız bizlerin yanında iken bu nasıl olur, bunu nasıl anlarız?” diye sorunca; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Çocuklarınızda; hayâ (utanma), merhamet/şefkat ve büyüklere saygının azaldığını görürseniz, bilin ki şeytan onların eğitimi konusunda size ortak olmuştur.” buyurdu. (Kenzü’l-Ummal, Kitâbü’l-Ahlâk, 5792)

Şairin:

Bize bir nazar oldu, cumamız pazar oldu

Ne olduysa hep azar azar oldu…” dediği gibi; yavaş ve sessizce ilerleyen globalleşme, beraberinde şehrimize, mahallemize ve evimize yeni alışkanlıklar, yeni idealler, yeni hayal ve hedefler, yeni kılık-kıyafetler ve konuşma dilleri getirdi. Önceleri çok belirgin olmayan bu yenilikler, çocuklarımızın davranışlarına yansıyınca, yani tâbiri câizse ete kemiğe bürününce dikkat çekti. Çocuklar bu ortamda büyüdükleri için yadırgamadılar; ama büyükler içlerinde besleyip büyüttükleri tümörün kendilerinden olmadığını gördü. Siyah beyaz televizyonlarda izlemeye hayâ ettiğimiz aile ortamları, kıyafet ve sözler, evlerimizde yaşanır hâle gelince, öz eleştiri / nefis muhasebesi yapma durumunda kaldık.

Üzüldük. Tartıştık. Parçalandık. Ama inanıyoruz ki, tevbe eden ve sâlih amellerde bulunanlara Âlemlerin Rabbinin kolaylıkları vardır. Hattâ en büyük müsâmaha ve ihtimâmı, bazı davranışlarında ciddî kusurlar gördüğümüz çocuklara ve gençlere yöneltmeliyiz. Tıpkı Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem’in, Tâif dönüşü ezanla alay ederken en fazla sesi çıkan Ebû Mahzûrelere yaptığı gibi. Değil mi ki bu evlâtlar, Âlemlerin Rabbinin bize emaneti, değil mi ki Âhir Zaman Nebîsinin şerefli ümmeti, bu uğurda her gayret ve fedakârlık başlı başına ibadettir.

NESLİN GELECEĞİ İÇİN BİR ANNE-BABA REHBERİ

Belki bundan sonra, her zamankinden biraz daha fazla anlayışlı ve fedakâr olarak;

  1. Çocuklarımıza “sevgiyle yaklaşmalı” ve “onlarla daha kaliteli zaman geçirmeye” çalışmalıyız. Bu minvalde onlara zaman ayırmalı, hayatına daha fazla vâkıf olup sevdiği ve önem verdiği gönül dünyasına yol aramalıyız. Onları Allâh’ın birer emaneti ve özel bir nîmeti olarak görüp hiçbir şarta bağlamadan, başkalarıyla kıyaslamadan, gönülden ve dolu dolu sevmeye ve kucaklamaya devam etmeliyiz. Gönül, gönlü bulur. Sevgi için bir dile ihtiyaç yoktur, o kendi dilini bulur.
  2. Evlâtlarımızın örnek alacağı “rol modellerini doğru belirlemeye” yardımcı olmalıyız. Kapasitesine ve ilgisine göre sağlam, güvenilir, okuyup gelişen çevre ve gruplar içerisinde olmasına, hattâ bunlar içerisinde sorumluluk almasına, okul ve kurslar hâricinde gidip geleceği güzel arkadaş toplulukları oluşturmasına destek vermeliyiz.
  3. İnsanı “olduğu gibi kabul eden” en temel halkalar olarak “büyük ve küçük aile bağlarına” özen göstermeli, muhabbet ve bağlılığı zedeleyecek söz ve tutumlardan uzak durmalıyız. İnsanın hayat boyu muhakkak birilerine ihtiyaç duyacağı, hayatının en güzel ve zor anlarında güvenilir kimseler arayacağı gerçeğini akıldan çıkarmadan, sâlih ve güzel akraba ile sağlam münâsebetler içerisinde olmaya dikkat etmeliyiz.

Çocuklar, anne-babalara hem “nîmet”, hem “emanet” ve hem de bir “imtihan” olarak verilmiştir. Onlar bize fıtraten tertemiz olarak verilmiş bir hamur gibidir. Elimizle kardığımız, şekil verdiğimiz hamurun ileride hoşumuza gitmemesi yüzünden sadece hamuru suçlamamalıyız.

Elbette günümüzde hamur kıvamındaki yavrularımıza, bizim dışımızda da birçok müdâhale eden var. Biz de bu hâricî müdâhalelerin art niyetli olanlarını, kendi aklımız, bilgimiz ve tecrübemizle olabildiği kadar sınırlamaya çalışmalıyız. Bu kolay bir iş değildir; ama ecri ve mükâfâtı da büyüktür. Bu konuda örneksiz ve sahipsiz de değiliz. Her konuda olduğu gibi bu konuda da “üsve-i hasene”; Peygamber Efendimizin rehberliğidir. İki Cihanın Seyyidi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlardır ki:

“Çocuklarınızı Kur’ân terbiyesi, Rasûlullah ve Ehl-i Beyt sevgisi ile büyütün…” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, I, 226)

Dipnotlar:

[1] Safiye Ünüvar, Saray Hatıralarım, İstanbul 1964, 21.

[2] İbnü’l-Cevzî, Allah Dostları, 2.

Kaynak: Seher Küçük, Altınoluk Dergisi, Sayı: 473

İslam ve İhsan

BUGÜN ÇOCUKLARIMIZI NE KORUR?

Bugün Çocuklarımızı Ne Korur?

EVLATLARIMIZI NASIL KORUYACAĞIZ?

Evlatlarımızı Nasıl Koruyacağız?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.