
Özel veya Ledünni İlim Var mıdır?
Özel veya Ledünni ilim var mıdır? Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Hamdi Yıldırım
Özel ilimler vardır; tabii, ledün ilmi de vardır. Bizim bu özel ilimlerin mahiyetini bilmiyor olmamız veya ondan nasip almamış olmamız, onun yokluğunu gerektirmez. Yani şöyle bir şey: Bizim bilmediğimiz bir şey, “yok” manasına gelmez. Dolayısıyla Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerîm’de Musa Aleyhisselâm ile Hızır Aleyhisselâm’ın buluşmasını bize anlatıyor. Musa Aleyhisselâm, zahiri şeriatı temsil eden, yeryüzünün en bilgili insanıydı. Cenâb-ı Allah onu, yeryüzünün farklı açıdan en bilgili insanı olan Hızır Aleyhisselâm ile buluşturdu. Yani Musa Aleyhisselâm’ın ilmi zahiri ilimdi, ama Hızır Aleyhisselâm’a verilen ilim, “Kendi katımızdan ona bir ilim öğrettik.” buyurduğu, ledün ilmiydi. İşte “min ledün”den, “ledün ilmi” deniyor; yani Allah katından doğrudan gelen bir ilimdir bu.
Bununla ilgili bir söz vardır: Arapça bir tabirde, “Bir gece cahil olarak yattım, sabah âlim olarak kalktım.” denir. Yani bir ilmi ledün hâsıl oldu, Cenâb-ı Allah hususi olarak bir bilgi lütfetti. Az önce sorduğunuz bir soruda bir kudsî hadis okuduk: “Kulum bana nafilelerle yaklaşır… Ben onun konuşan lisanı olurum.” buyuruyor. Yani kişi Allah’ın murad ettiği kul kıvamına girdi mi, artık onun söylediği sözler Allah’ı razı edecek sözler olur.
Binaenaleyh takva ile ilim arasında muazzam bir irtibat vardır. Şöyle ki: Cenâb-ı Allah “Vettekullâh ve yuallimukumullâh” buyuruyor; yani “Takvalı olun, Allah’a karşı haddinizi, hududunuzu, sorumluluğunuzu bilin; Allah size öğretsin.” Buradan anlıyoruz ki ilmin bir kalemle, kâğıtla, hocayla, mekteple, medreseyle tahsil edilen yönü vardır. Bir de bu zahiri ilmin amele dönüşmesi, yani pratiğe dökülmesi; bu pratiğin de ihlâsla, takvayla pekişmesi durumunda Cenâb-ı Allah bu kuluna kendi katından, kalemle kâğıtla öğretilmeyen bir ilim, bir basiret lütfeder.
Öyle ki, Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm “İtteku firâsete’l-mü’min; fe innehu yenzuru bi nûrillâh” (Mü’minin firasetinden sakının; zira o Allah’ın nuruyla bakar) buyurmuştur. Yani Cenâb-ı Allah’a yakınlaşmış, Allah’ın dostu olmuş bir kul, Allah’ın arzusu ve iradesi hilafına bir şey söylemez. Bundan dolayı insan, bazen müşkül durumda kaldığında Allah dostu olduğuna inandığı bir zata müracaat etmeli ve onun ilk söylediğine tabi olmalıdır. Çünkü ilk akla gelen rahmânîdir. Rüya tabirinde de böyledir: Yani bildiğiniz, sevdiğiniz, sizi tanıyan ve bilen bir âlime rüyanızı anlattığınızda, onun ilk aklına gelip yorumladığı, sizin rüyanızın tabiridir. İş uzadıkça asıl muhtevanın dışına çıkılmış olur.
Burada da Cenâb-ı Allah, bir kıvam kazanmış olan mümin kulunun kalbine birtakım sunuhatlar, birtakım ilhamlarda bulunur. İşte buna ledün ilmi diyoruz. Bu noktada rüya tabiri de böyle bir ilimdir, özel bir ilimdir. Herkes rüya tabir edemez; ama herkes rüya tabircisiymiş gibi ortaya çıkar. Bunun hangisinin hakikat olup hangisinin olmadığını bilemeyiz.
Diğer bir mesele de şudur: Bazı ilimler zaman içerisinde kaybolmuş olabilir. Yani bazı dönemlerde bazı ilimler çok ilerideydi. Mesela İsa Aleyhisselâm döneminde tıp ilmi çok ilerideydi, çok özel bir durumu vardı. O kadar ki, insanların yapamadıkları şeylerden biri ölüyü diriltmekti. İşte İsa Aleyhisselâm’a ölüyü diriltme mucizesi verildi. Silme kör (göz çukuru olmayan) kimselerin görme duyularının geri verilmesi de İsa Aleyhisselâm’a verilen mucizelerden biriydi. O günkü tıp bunu yapamıyordu; yani adamın göz kapağı yok, göz bebeği yok, gözü yok, göz çukuru yok… İsa Aleyhisselâm bunu mucize olarak yapabildi.
Diğer taraftan, “abras” dedikleri bir tür cilt hastalığına da o gün şifa bulunamıyordu. İsa Aleyhisselâm bunun şifasını buldu. Bugüne bakıldığında tıbbın hâlâ çözemediği binlerce problem, arıza var. Demek ki İsa Aleyhisselâm dönemindeki tıp ilmi, bugünkünden çok daha ileri bir düzeydeydi. Buradan da anlıyoruz ki, bazı özel ilimler dönem dönem insanlığın hizmetine verilmiş, sonra unutulmuştur.
Bu ilimlerden bazıları hâlâ bazı kimselerde devam ediyor olabilir. Mesela biyoenerji denilen bir durum var; birinde yıldırım çarpması sonucu kendinden geçip iki gün sonra ayılınca, o yıldırımdan kaynaklı özel bir durum ortaya çıkabiliyor. Bunların mahiyetini bilmiyoruz. Sırf biz bilmiyoruz diye bunları inkâr etmenin bir anlamı yok. Bizim bildiklerimizden ibaret değil dünyadaki ilim. Bilmediğimiz şeyleri inkâr etmek doğru değildir; ancak bunların testini yapmak da her zaman kolay değildir. Dolayısıyla dikkatli olmak lazım.
Ve Cenâb-ı Allah’a iltica edip, “Ya Rabbi, bilmediğimiz şeyleri bize öğret, unuttuklarımızı bize hatırlat.” diye Efendimizin duasını tekrar etmek gerekir.
YORUMLAR