Çocuğuma Neden Kur'ân Öğretmeliyim?

Bugün evlâtlarımıza karşı sorumluluğumuzda, dünya ve âhiret dengesini kurmak, umûmiyetle ihmal ediliyor. Dünyevî diplomalar yanında, uhrevî diplomalara dikkat edilmiyor. Kendi kendimize sormalıyız: İstikbâli veren kim?.. Unutmamalı ki; Allâhʼa, Rasûlullâhʼa ve Kurʼân-ı Kerîmʼe bağlılığımız ne kadarsa “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96) hadîs-i şerîfinden nasîbimiz de o kadar olacaktır.

1- PEYGAMBERİMİZ'İN -sallâllâhu aleyhi ve sellem- KUR'ÂN'A  VERDİĞİ ÖNEM İÇİN

Evlâtlarımıza Kur’ân’ı öğretmek sûretiyle onlara en büyük hazîneyi bahşetmiş oluruz. Onlar yüklendikleri bu paha biçilmez emânet sâyesinde Allâh ve Rasûlü’nün sevdiği kimseler hâline gelirler. Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Kur’ân ehlini her şeyin üzerinde tutmuş, onlara dâimâ kıymet vermiştir. Peygamber Efendimiz, Tebük Seferi’ne çıkarken Neccâroğulları’nın bayrağını Umâre bin Hazm’a vermişti. Daha sonra Zeyd bin Sabit’i görünce, bayrağı Umâre’den alıp ona verdi. Umâre -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlallah! Bana kızdınız mı?” diye sorunca Peygamber -aleyhisselâm-:

“–Hayır! Vallâhi kızmadım! Fakat, siz de Kur’ân’ı tercih ediniz! Zeyd, Kur’ân’ı senden daha çok ezberlemiştir! Burnu kesik zenci köle bile olsa, Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimse başkalarına tercih edilir!” buyurdu.

Evs ve Hazrec kabîlelerine de, bayraklarını Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimselere taşıtmalarını emretti. Bunun üzerine Avfoğulları’nın bayrağını Ebû Zeyd, Benî Selime’nin bayrağını da Muâz -radıyallâhu anh- taşıdı. (Vâkıdî, III, 1003)

Allâh Rasûlü’nün ve ashâbının Kur’ân’ı bilen, ahkâmıyla amel eden kimselere gösterdiği bu ihtimam sebebiyle nesillerimizin Kur’ân’ı öğrenmeleri ve onun feyzine nâil olabilmeleri için canhıraş bir gayret içerisinde olmalıyız. Unutmamalıyız ki Kur’ân’a karşı gösterilen ihmâl kadar insanın mânevî hayatını karartan başka bir hatâ yoktur.

2- İSTİKÂMET ÜZERE YAŞAMAK İÇİN

İstikâmet üzere yaşayarak Allâh ve Rasûlü’nün râzı olduğu bir ümmet kıvamına erişebilmek için başta kendimiz, evlatlarımız ve toplum olarak Kur’ân kültürüne sâhip olmalıyız. Zîrâ Kur’ân-ı Kerîm bize hayatın her safhasında ilâhî bir rehberdir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Gerçekten Biz, insanlar düşünüp akıllarını başlarına alsınlar diye bu Kur’ân’da, her türlüsünden temsiller getirdik.” (ez-Zümer, 27)

3- TÜM PROBLEMLERİNİ KUR'ÂN İLE ÇÖZEBİLMESİ İÇİN

Kur’ân’ın üçte birinden fazlası peygamberlere ve onların ibret verici kıssalarına âittir. Her mü’minin kalbi dâima Kur’ân’la hemhâl olmalı, kendine âit problemlerin çözümünü Kur’ân’da bulmalıdır. Zîrâ Kur’ân, her derde devâdır.

4- KIYAMETTE ARŞIN GÖLGESİNDE GÖLGENEBİLMEK İÇİN

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Kur’ân’ın ilim ve hikmetleriyle istikâmetlenen, ahlâkıyla ahlâklanan ve evlâtlarına Kur’ân’ı titizlikle öğreten anne babalara şu müjdeyi vermektedir:

“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraatiÇünkü hamele-i Kur’ân (yâni Kur’ân hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde peygamberler ve asfiyâ (yâni safâya ermiş olan Allâh dostları) ile birlikte Arş’ın gölgesindedir.(Münâvî, I, 226)

5- KURÂN-I KERİM'İN FEYZİ İLE NURLANMASI İÇİN

Kur’ân eğitimi, küçük yaşlardan îtibâren îtina ile yerine getirilmesi îcâb eden bir vazîfedir. Zîrâ çocuğun kulakları Kur’ân’ın sesine, kalbi Kur’ân’ın dünyâsına âşina olmalıdır. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ân onun etine ve kanına işler (Yâni Kur’ân’ın feyziyle nûrlanır.)buyurmuştur. (Ali el-Müttakî, I, 532)

6- İSLÂM FITRATINI DEVAM ETTİRMESİ İÇİN

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendileri de, Abdülmuttalib Oğulları’ndan bir çocuk güzel konuşmaya başladığında, ona İsrâ Sûresi’nin 111. âyetini yedi defa okutarak öğretirdi.[1]

Evlatlarımız öz varlığımızın devamı olan hayat zînetleridir. Onlar, İslâm fıtratı üzere yaratılarak anne-babalarına emânet edilmişlerdir. Bundan dolayı çocukların maddî yapıları ile birlikte rûhî hayatlarını da geliştirip istikametlendirmek, anne-babaların en mühim vazifesi ve Hak katındaki mes’ûliyetidir.

7- İNSANLARIN EN HAYIRLISI OLMASI İÇİN

Bir mü’minin evlâdına bırakabileceği en kıymetli ve hakîkî mîrâs, ebediyet zenginliğidir. Evlâtlara fânî lezzetler değil solmayan, eskimeyen, pörsümeyen bir ebedî saâdetin yolu gösterilmelidir. Bunun ilk şartı da onların Kur’ân-ı Kerîm ile fiilen ve fikren ünsiyetlerini (kaynaşmalarını) sağlamaktır. Bu hakîkati ifâde etmek üzere Peygamber Efendimiz: “Sizin en hayırlınız, Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 21) Dolayısıyla bir mü’min, hayat boyu Kur’ân-ı Kerîm’in talebesi ve yaşayabildiği kadar da bildiklerinin hocası olmakla mükelleftir.

8- İLÂHÎ EMANET OLDUĞU İÇİN

Târih şâhiddir ki fertler, âileler ve milletler en azametli bir ilâhî emânet olan Kur’ân-ı Kerîm’e sâhip çıktıkları ve tâbî oldukları nisbette âbâd olmuşlardır. Bundan dolayıdır ki, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Vedâ Haccı’nda:

“…Size öyle bir emânet bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldığınız müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. O emânet, Allâh’ın Kitâbı ve Nebîsinin Sünnet’idir…” (Hâkim, I, 171/318) buyurmuşlar ve tarihî gerçekler ile de bir çok defâ yaşanılan bir hakîkate işâret etmişlerdir.

9- AHLÂKINI GÜZELLEŞTİRMESİ İÇİN

Ahlâk ve mâneviyât eğitiminin yeterince yapılmadığı, bunun netîcesi olarak iffetsizliğin, narkotiğin ve türlü gasp ve cinâyetlerin arttığı, böylece vatanperverlik duygularının zayıfladığı zamanımızda, Kur’ânî hizmetler ve fedâkârlıklar büyük bir ehemmiyet arzetmektedir. Bu gayrette ihmâlkârlık göstermek, kendimizin, neslimizin ve bütün ümmetin geleceğini tehlikeye atmak gibi ağır bir mes’ûliyettir.

Kur’ân düşmanlığı kadar büyük bir bedbahtlık düşünülemezse de ona hizmet husûsundaki ihmâlkârlık da buna yakın bir vebâl taşır. İnsanların selde sürüklenen kütükler misâli zamânın menfî modalarına kapıldığı günümüzde ayakta kalabilmemiz ve küfür, ilhad ve tâviz selinden üzerimize bir katre dahî sıçramayacak sûrette korunabilmemiz için yakınlarımıza, âile efrâdımıza, muhîtimize Kur’ân’ı öğretmeye, onun nûrunu, feyzini, bereketini yaymaya gayret etmeliyiz. İki cihânda da Kur’ân’a muhtâc olduğumuzu aslâ unutmamalıyız. Kur’ân’la dâimî bir ünsiyet içinde hemhâl olmamız; onun emir ve nehiyleri ile istikâmetlenmemize, ahlâkı ile ahlâklanmamıza vesîle olur. Aksine hareket ise, büyük bir hüsrândır. Ebedî istikbâli fânî lezzetler mukâbilinde hebâ etmektir.

10- NESLİNİN KORUNMASI İÇİN

Yaşadığımız çağ, âileleri, gafletin esir aldığı bir devirdir. Öyle ki, kitleler hâlinde nesiller hebâ edilmektedir. Hâlbuki isrâfın en kötüsü insanların hebâ edilmesidir.

Diğer taraftan dînin, ırzın, malın ve neslin korunması zarûridir. Bunlar ise vatanın muhafazası ile mümkündür. Bu sebeple neslimize küçük yaşlarda muhabbetullâh, Kur’ân aşkı ve vatanperverlik şuuru vermek mecburiyetindeyiz.

***

Kur’ân-ı Kerîm muhabbeti, çorak gönlümüze bereketli ni­san yağmurları gibi yağmadıkça, Muhammedî bir mevsimin zümrütlüğüne kavuşamayız. Gönül bahçeleri, yağmura hasret toprak gibi Kur’ân rûhâniyeti ile amel-i sâlih yağmurlarını bekler. Çünkü bu rahmet yağmurları ile Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet, hizmet ve muhabbet filizleri yeşerir. Böylece insan, kâinat kitabının hulâsası, hilkatin nüsha-i kübrâsı hâline gelir. Rabbi, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı ve akleden kalbi olur. Elinden, dilinden ve gönlünden bütün varlıklar istifâde eder.

Mübârek ecdadımız, dünyâda kazanılmaya en lâyık metâ ve âhiret sermâyesi olan hayr u hasenât gayretlerine son derece ehemmiyet vererek hizmetlerini dünyânın dört bir bucağına taşıdılar. Hâssaten iki cihân saâdetine erişmenin Kur’ân hizmetine gönül vermekle mümkün olacağını çok iyi idrak ettikleri için Kur’ân’ı asırlara ve nesillere büyük bir titizlikle ulaştırdılar. Bizler de son nefesimizi verdikten sonra kabrimizin tenhâ ve ıssız kalmaması, vedâ ettiğimiz dünyâdan ve insanlardan gelecek sadaka-i câriye yani mânevî yardımın devâm etmesi için, îman heyecânını ve Kur’ân’ın rûhâniyetini hayatımıza ve evlâtlarımıza intikâl ettirerek rûhumuzu tezyîn etmeliyiz. Evlâtlarımızın kusursuz olmasını istiyorsak, kusursuz anne-babalar olmaya gayret etmeliyiz.

Unutmamak gerektir ki, Allâh katında en makbûl amellerin başında, “Emr bi’l-mârûf ve nehy ani’l-münker” gelir. Bu da ancak Kur’ân-ı Kerîm’i doğru bir şekilde anlayıp insanlara öğretmekle gerçekleştirilebilir. Zîrâ beşeriyetin muhtaç olduğu ahlâk, hayır, huzûr ve saâdetin kaynağı Kur’ân-ı Kerîm’dir.

Rabbimiz! Bizleri Kur’ân’ın ilmiyle zînetlendir! Onun sonsuz tefekkür ikliminden ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in muhabbet gülşeninden bizlere ihsânda bulunarak gönüllerimizi ihyâ eyle; tâ ki Sen’in huzûruna Kur'ân'ın şefaati ile gelebilelim!

Ne mutlu evlâtlarına ve gelecek nesillere karşı böyle şerefli bir hizmeti îfâ ederek ilâhî mîzânda Kur’ân-ı Kerîm nîmetinin mes’ûliyetinden beraat fermânı alabilenlere... Yâ Rabbî! Bizleri böyle has kullarından eyle!

Yâ Rabbî! Vatanımızı, milletimizi Kur’ân’sızlık, îmansızlık ve ahlâksızlıktan muhâfaza buyur! Şu fânî âlemde Kur’ân-ı Kerîm’in gerçek ihtişâmına bürünerek cennet hayâtı yaşamayı ve feyizli Kur’ân neslinin devâmını nasîb eyle!..

Âmîn!..

Dipnot:

[1] Abdurrezzak, el-Musannef, Beyrut 1970, IV, 334; İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, Haydarabad 1976, I, 348.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Bahçesinden Saâdet Damlaları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.