Cinsiyet Eşitliği Fitnesi Müslüman Aile Yapısını Yok Ediyor

"Cinsiyet Eşitliği" adı altında müslüman aile yapısı, etkisiz hâle getirilmeye çalışılıyor. Dört bir yanı saran bu fitne ile aile içinde kadın ve erkek birbirlerinin rakibiymiş gibi gösterilerek üstünlük sağlama adına faaliyetler yürütülüyor. Fakat kadın ve erkek yuva kurduktan sonra artık ailedir. Bir bütündür, rakip değildir.

Son yıllarda önce “Kadın Çalışmaları” ve arkasından da “Toplumsal Cinsiyet” diye mevzular ortaya çıktı. Ne yazık ki, "Cinsiyet Eşitliği" adı altında müslüman aile yapısı, etkisiz hâle getirilmeye çalışılıyor. Bu tür sapmalardan korunma adına kız ve erkek evlâtlar hangi şuurla yetiştirilmelidir?

Evvelâ şunu ifade etmek gerekir ki, kadın veya erkek olmak, başlı başına bir üstünlük veya noksanlık sebebi değildir. İslâm nazarında üstünlük ancak “takvâ” iledir. Cenâb-ı Hak;

“…Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır…” (el-Hucurât, 13) buyuruyor.

Kadınla erkek arasındaki fark; maddî hayattadır, mânevî hayatta bir fark yoktur. Kadın olsun erkek olsun, siyah olsun beyaz olsun, Allah indindeki değerin yegâne ölçüsü “takvâ”dır. Kadını da erkeği de Allah yaratmıştır. İkisine de ayrı hususiyetler vermiştir.

Bugün maalesef, devrin yoldan çıkmışlığının bir tezâhürü olan “kadın-erkek eşitliği” adı altında ayrı bir fitneyle karşı karşıyayız.

Cenâb-ı Hak; erkek ve hanımın fıtratını farklı yaratmıştır. Kadınlık ve erkeklik, birbirini tamamlayan farklı vasıflardır. Kadın-erkek eşitliği demek; bir nevî elma ile armudu aynı görmek, tavukla horozu aynı saymak demektir. Hâlbuki bir horozun fonksiyonunu tavuk yapabilir mi, tavuğun fonksiyonunu horoz yapabilir mi?! Tavuk, horoz gibi ötebilir mi?..

Kadın-erkek arasında eşitlik başka, adâlet başkadır. Eşitlik lâkırdısı, kulaklara hoş gelse de, adâlet bir yana, her iki tarafı da mağdur eden bir zulüm ve haksızlıktır.

Unutmamak gerekir ki Rabbimiz, hanımların gönül dünyasını merhamet ve şefkatle yoğurmuştur. Onların birinci vazifesi, neslin temeli olan evlâtları yetiştirmektir.

Âyet-i kerîmede buyruluyor:

رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا

“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla! Ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” (el-Furkân, 74)

ANNE BİR MEKTEPTİR

Kadın, bir “rahmet insanı” olacak, bir “rahmet zürriyeti” yetiştirecek. “Göz nûru” bir zürriyet yetiştirecek. Bu nesil, topluma takvâda önder olacak. Cenâb-ı Hak bizden böyle bir toplum istiyor.

Evlâtların eğitim gördüğü ilk sınıf, anne yüreğidir. Nitekim “اَلْاُمُّ مَدْرَسَةٌ / Anne bir mekteptir.” denilmiştir.

Aile ocağındaki fertlerin taşkınlıklarını, bilhassa çocukların usandırıcı hırçınlıklarını eritecek fazîlet cevheri, ancak anne kalbidir. Bir baba, yavrusuna karşı, bir annenin sergilediği sabrı gösteremez.

Bu sebeple Cenâb-ı Hak, daha mukâvemetli olması sebebiyle babaya da dış dünyada maîşet temini vazifesini vermiştir. Yani Rabbimiz, insan tabiatına uygun olacak şekilde vazifeleri tayin etmiştir.

Dolayısıyla; kadını evin tanziminden ve çocukların yetişmesinden koparıp maîşet temini için, tuzaklarla dolu dış dünyanın zorlukları içerisine atmak, kadına zulümdür. Hanımların, hazinelerden kıymetli zarif ruhlarını ve fazîletlerini kaybettirmek pahasına onlara birkaç kuruş kazandırıyor olmak, bu zulmü örtbas etmeye yetmez.

Kadının aslî vazifesi olan nesil yetiştirmekten koparmak, anneliğe veda ettirmek, onu bir vitrin malzemesine dönüştürüp dış dünyaya yönlendirmek; aileyi çöküşe götürüyor. Boşanmalar artıyor. Nesiller perişan oluyor. Evlilikler de azalıyor. Zira evlilik, ağır bir yük olarak telâkkî ediliyor.

GÜNÜMÜZ FİTNELERİNDE KADINLAR

Günümüzün modern câhiliyyesinde kadınlar; aileden, evden ve annelikten soğutularak, dış dünyada kendini göstermeye özendirilmektedir. Sanki nâdide bir çiçek, ayaklar altında ezdirilmektedir. Paha biçilmez bir pırlantanın, bir çöp tenekesine düşmesi, ne kadar talihsiz bir durumdur!..

Batı dünyası; kendi bozuk nizamlarında, toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında, kadını aşağılayan geleneklerle mücadele etmeye çalıştığını söyler. Hâlbuki bu şekilde kadını daha değersiz hâle getirmektedirler.

Çünkü kadınların fıtratlarını/yaratılıştan gelen husûsiyetlerini görmezden gelerek onları şekillendirmek, kendilerine hiçbir değer katmaz. Nasıl ki, gözü hiçe sayarak yüze takılan ve görmeyi engelleyen süslü bir maske, kişinin hayatını ancak zindan ederse, bu mesele de böyledir.

Avrupa’da kadın, erkek ile eşitlik dâvâsına sürülerek, sokaklara, fabrikalara ve vitrinlere itildi. Şehvet mankeni hâline getirildi.

Hâlbuki iffet, insana mahsus bir keyfiyettir. İffetsizlik ise, insanlık haysiyetinden uzaklaşmaktır. Hayvanlar gibi sorumsuz, rezil ve pespâye bir hayat sürmektir.

EŞİTLİK MASKESİYLE KADIN İSTİSMÂRI

Batı’da daha düne kadar insan yerine konmayıp şeytan ve günahla anılan kadın, şimdi de bir iş gücü yahut bir metâ, bir pazarlama unsuru olarak telâkkî edildi.

Erkek ile kadın arasındaki fıtrî “cezb-incizâb” kanunu sebebiyle, erkeğin kadına olan meyli istismar edildi. Kadınlara; güzelliğini teşhir etmek ve kadınlığını kullanmak sûretiyle kıymetli hâle gelme yolu, bir hürriyet olarak gösterildi.

Bosna’nın büyük mütefekkiri Aliya İzzet Begoviç şöyle diyor:

“Güya sanat için soyunan kadına alkış tutanlar; Allah için örtünen hanımefendilere neden zulmederler; takvâsı sebebiyle kendini deşifre etmeyen hanımları niçin küçümserler?!”

İslâmiyet’te kadının güzelliği, dış dünyada tesettür ile şifrelenmekte ve sadece beyine deşifre olmaktadır. Böylece kadın; dış dünyaya çıktığında, cinsiyetiyle değil, şahsiyetiyle var olmaktadır.

Kadınlık için, annelik ve yuvasının hanımefendisi olmak en üstün meziyet iken, bugün sosyal hayatta erkeklerle rekâbete sokulan kadın, gitgide aileden uzaklaştırıldı, anneliğe düşman hâle getirildi.

Çünkü ferdiyetçi ve bencil yetiştirilen kimi kadınlar; çocuk doğurmayı, nefsânî arzularına aykırı gördüler ve vücut yapılarının bozulmasına sebep saydılar. Böylece kürtaj kasaplığı revaç buldu.

Hâlbuki Cenâb-ı Hak, âhiretteki mahkeme-i kübrâdan bir manzarayı bildirerek:

“Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda!” (et-Tekvîr, 8-9) buyuruyor. Günümüzdeki kürtaj kasaplarını da bu ilâhî tehdit önünde çok çetin bir hesap ve elîm bir azap bekliyor.

Hiçbir meşrû gerekçesi olmadan, sırf nefsânî bahanelerle yavrusunu istemeyip kürtaj kasabına teslim eden vicdan mahrumlarına sormak gerek:

“Allâh’ın verdiği canı almaya ne hakkın var! Hem gaybı biliyor musun?! İstikbâlin ne getireceğinden haberin var mı?! O canına kıydığın yavru, belki yarın sana sığınak, barınak, dayanak olacaktı. Kimsesiz ve bakıma muhtaç kaldığında sana sahip çıkacak, seni koruyup kollayacaktı…”

Ne kadar dikkat çekici bir tenâkuzdur ki; fakir-fukaranın evine yılda bir kez olsun et girmesine vesîle olan Kurban Bayramı’nı “hayvan katliâmı” diye dillerine dolayanlar, ana rahmindeki “çocuk katliamı”na ses çıkarmıyorlar!

Vicdanların kuruduğu bu fertlerin dünyasında çocuk yerine, tıpkı câhiliyyedeki gibi, süs köpeklerinin beslenmesi yaygınlaştı.

Önümüzdeki sayıda devam edecek…

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Eylül Sayı: 168

İslam ve İhsan

KADIN VE ERKEĞİN GÖREVLERİNİ ANLATAN ÂYET VE HADİSLER

Kadın ve Erkeğin Görevlerini Anlatan Âyet ve Hadisler

DİNİMİZDE EŞLERİN BİRBİRLERİNE KARŞI GÖREVLERİ

Dinimizde Eşlerin Birbirlerine Karşı Görevleri

HUZURLU BİR AİLE HAYATI İÇİN NELER GEREKLİDİR?

Huzurlu Bir Aile Hayatı İçin Neler Gereklidir?

PEYGAMBER EFENDİMİZİN AİLE HAYATI

Peygamber Efendimizin Aile Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.