Diliyle Mü’min, Kalbiyle İnkârcı: Nifâk ve Münâfık

Abdullah Sert Hocaefendi, Şifa-i Şerif’te ‘nifâk ve münafık’ başlığı altında yer alan açıklamaları naklederek, nifâk kavramını, münafıkların özelliklerini ve ahiretteki akıbetlerini aktarıyor.

NİFAK VE MÜNAFIK

Îmân konusunda en kötü hâl, samimiyetle inanmadığı hâlde, diliyle inandığını söylemektir. Bu hâle nifâk, böyle olan kimseye de münâfık denir. Allah Teâlâ bu konuda Resûlüne şöyle hitap etmiştir:

«Münâfıklar sana geldiklerinde ‘Senin Allah’ın Elçisi olduğuna şâhitlik ederiz’ dediler. Allah senin Kendi Resûlü olduğunu elbette biliyor. Fakat Allah münâfıkların yalancı olduklarına da şâhittir.» (Münâfikûn 63/1.)

 Yani onlar: “Sen Allah’ın Elçisisin.” derken bunu inanarak söylemiyorlar, yalan beyânda ulunuyorlar. Kalplerinde olmayan bir şeyi dilleriyle söylemeleri ise onlara bir fayda vermeyecektir. Bu tavırlarıyla onlar mü’min olmadıklarını ortaya koymuşlardır. Îmân kalplerine yerleşmediği, onlar sadece dilleriyle îmân ettiklerini söylediği için, bunun âhirette kendilerine bir faydası olmayacaktır. O münâfıklar cehennemin en alt tabakasında kâfirlerle birlikte bulunacaklardır. Ancak Müslüman olduklarını söyledikleri için yöneticiler kendilerine Müslüman muâmelesi yapacak, Müslümanlara uygulanan hükümler onlara da uygulanacaktır. Çünkü bir kimsenin kalbinde gizlediklerini öğrenme imkânı yoktur. Ve hiç kimseye bir başkasının kalbindekileri öğrenmesi emredilmemiştir. Tam aksine Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, savaştığı düşmanın Kelime-i Şehâdet getirmesine rağmen onu öldüren sahâbisine: “Yoksa onun kalbini yardın da içine mi baktın?” buyurmak sûretiyle birini kalbindeki düşünceye göre mahkûm etmeyi yasaklamıştır.

Bir defasında Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, bir müşrik grubuna Müslümanlardan oluşan küçük bir askerî birlik göndermişti. Müslüman askerler, müşriklerle karşılaştılar. Müşriklerden biri istediği Müslümana saldırıp öldürüyordu. İslâm askerlerinden biri de onun boş bulunacağı ânı gözlüyordu. Üsâme bin Zeyd kılıcını çekip de o müşriği öldüreceği sırada o: “Lâ ilâhe illallah” dedi; fakat Üsâme onu buna rağmen öldürdü. Peygamber Efendimiz’e bu birliğin habercisi ön bilgiler getirdiği zaman, Allah’ın Elçisi ona askerî birliğin durumunu sordu, o da olup biteni kendisine haber verdi. Hattâ o adamın durumunu ve Üsâme’nin ona ne yaptığını da anlattı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Üsâme’yi yanına çağırdı ve ona:

“Adamı niçin öldürdün?” diye sordu. Üsâme:

"Yâ Resûlallah! O adam Müslümanların canını yaktı; falanı ve falanı öldürdü." diyerek birkaç şehidin adını saydı. Sözüne devamla şunları söyledi: "Ben ise onun üzerine yürüdüm. Kılıcı görünce: ‘Lâ ilâhe illallah’ dedi.”

Resûl-i Ekrem Efendimiz:

“Böyle diyen adamı öldürdün mü?” diye sordu. O da:

«Evet» dedi. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi:

“Onun lâ ilâhe illallah sözü kıyâmet günü karşına geldiğinde ne yapacaksın?” dedi. Üsâme bin Zeyd:

«Yâ Resûlallah! Cenâb-ı Hak’tan beni bağışlamasını dile.» dedi. Ancak Resûl-i Ekrem durmadan:

«Lâ ilâhe illallah kelimesi kıyâmet günü karşına geldiğinde ne yapacaksın, söyle?” “Lâ ilâhe illallah sözü kıyâmet günü karşına geldiğinde ne yapacaksın?” diyor, başka bir söz söylemiyordu.  O zaman Üsâme:

“Keşke daha önce değil de, bugün Müslüman olsaydım!” diye üzüntüsünü ifâde etti. (Müslim, Îmân 158-160, nr. 96, 97. Ayrıca bk. Buhârî, Diyât, 2 nr. 6872, Meğâzî 45, nr. 4269.)

Kaynak: Kadı İyaz, Şifa-i Şerif

İslam ve İhsan

MÜNAFIK KİMDİR?

Münafık Kimdir?

“MÜNAFIĞIN ALAMETİ ÜÇTÜR” HADİSİ

“Münafığın Alameti Üçtür” Hadisi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.