Bir Tefekkür Dersinden Kalanlar

Hatice Şahin, bir tefekkür dersinde öğrencilerin duygularını aktardığı kâğıtları toplayıp yazıya döktü. İşte bir tefekkür dersinden arda kalanlar…

Eğer Kırgızistan’da yaşıyorsanız, dört mevsimi doya doya yaşama imkânınız var demektir. Yazı ayrı güzel, kışı ayrı güzeldir. Her şehrin etrafı yüksek dağlarla çevrili olduğu için, dağlar mevsimlerin güzelliğini ayrı yansıtır. Güneşin pırıl pırıl etrafı aydınlattığı, başı karlı dağların şehre yansıyan güzelliğinin yaşandığı bir bahar gününde Bişkek Kız Kur’ân Kursu’nun A sınıfında Türkçe dersindeyiz. Karşımda çakmak çakmak gözleriyle insanı heyecanlandıran bir gençlik var. Sünger gibi ne verseniz hemen emiyorlar. Anlattıklarınızı çöldeki susuz kalmış yolcu gibi kana kana içiyorlar.

Bir gün önce okuduğum köşe yazarının öğrencilerine uyguladığı bir metodu, hemen derste uygulamak istedim. Hep birlikte bahçeye çıktık. Kursun bahçesi gülüyle, ağacıyla, kamelyasıyla, salıncağıyla küçük bir cennet gibi… Hepsi sevinerek dışarı çıkıp, merakla ne yapacağımızı bekliyorlardı.

“-Sizler siyah-beyaz televizyon izlediniz mi?” diye sorduğumda, bir kısmı hemen:

“-Gördük!” dediler.

“-Şu bahçeye bakın, bir renk cümbüşü var, değil mi?” Öğrenciler:

“-Eveeet.” diyerek karşılık verdiler.

“-Şu gördüklerimiz siyah-beyaz televizyon gibi olsaydı, nasıl olurdu?” Kızlar:

“-Ayyy hocam! Her şey ne kadar anlamsız olurdu.” dediler.

“-Şimdi faaliyetimize başlıyoruz. Herkes kâğıt ve kalemini yanına alıp bahçeye dağılsın. 15-20 dakika bahçeyi gezip tefekkür gözüyle etrafını incelesin. Size en çok ne tesir ettiyse, onu not alsın!” dedim.

Herkes tek tek bahçeye dağıldı. Bu arada birbirleriyle konuşmak yasaktı. (Zaten başımıza ne gelirse dilimizden gelmiyor mu? Tefekkür için dili tutmak, fikri çalıştırmak gerekir.) Vakit dolduktan sonra kamelyada toplandık.

Aydana:

“-Hocam, ben iki yıldır kursa ders için gündüzlü olarak geliyorum. Bahçeyi ilk defa gördüm. Şimdi etrafıma dikkatli bakınca bahçemizin ne kadar güzel olduğunu gördüm.” dedi.

Gülira:

“-Ben bahçeye çıkıp sadece gezmişim. İlk defa her şeyi görüyorum.” deyince hepimizin görmeye ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kere daha anladık.

Büzafar:

“-Bu dersi hiç unutmayacağım, çok güzel, ibretli bir ders oldu.” diye ekledi.

Onlar yerlerine oturunca:

“-Bahçemize bir sürü misafir gelmiş, gezerken gördünüz mü?” dedim.

Aydenek:

“-Misafir mi, hani nerede?” dedi.

Birkaçı espriyi anladı.

“-Eveeeet!” dediler.

“-Bakın, şu uçan kelebek misafir değil mi? Bugün var, birkaç gün sonra olmayacak. Otlar misafir değil mi? Baharla birlikte bahçemizi ziyaret etti, sonbaharın sonunda bizi terk edecek. Papatya misafir değil mi? Şimdi açtı, birkaç hafta sonra kursumuzu terk edecek. İşte arkadaşlar, tıpkı bunlar gibi biz de bu kursta misafiriz. Birkaç yıl kursta oluyoruz, sonra burayı terk edip gidiyoruz. Tıpkı dünya hayatı gibi... Dünyada da misafiriz. Şimdi varız, sonra yok olup gideceğiz.”

Tefekkür dersi hepimizi çok etkilemişti. Öğrencilerin duygularını aktardığı kâğıtları toplayıp yazıya dökerek sizinle paylaşmak istedim. Sizleri öğrencilerin tefekkür dünyasıyla baş başa bırakıyorum:

Zuhriddin Kızı Rukiye: “Bahçeye çıkınca gözlerimi kapatıyorum ve tekrar açtığımda gördüğüm güzellikleri anlatarak bitiremem. Şu an Allâh’ın kudretini görüyorum. Ağaç, yaprak, çiçek, böcek; bizim için sanki misafir gibi yaratılmış. Misafirler misafirliğe süslenip giderler. Kimse pasaklı gitmez. Bahçedeki misafirlerimiz de bize süslenerek gelmiş. Bütün misafirler gibi bunlar da bir gün bize veda edecekler. Tıpkı bizim misafirhaneyi terk etmemiz gibi... Yunus Emre’nin dediği gibi:

“Ana karnından çıktık pazara;

Bir kefen aldık, döndük mezara!”

Abdıcafar Kızı Aygerim: “Aklıma gelen şeyleri yazmaya ve anlatmaya sözlerimin gücü yetmiyor. Dün yağmur vardı, bugün ise çok güzel Güneş çıkmış, her tarafa gülümsüyor. Yağmur bütün kirleri temizlemiş. Yağmurdan sonra etraf ne kadar da canlı. Aslında bizim de hayatımızda yağmurlu günler oluyor. Yağmurlu günlerimiz, kirlerimizi temizliyor. Bizi daha güçlü hâle getiriyor.”

Teşebayeva Aydana: “Bahar mevsimi gelince her şeyin canlanması, bizim akşam uyuyup sabah uyanmamız gibi. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de: “Uyku ölümün kardeşidir.” (Süyûtî, II, 162) buyurmuştur.”

Talip Kızı Mahabat: “Zayıf otlar, bana çok tesir etti. Sert, kuru toprağı incecik, zayıf bedenleriyle nasıl da yarıp yeryüzüne çıkmışlar. Ne kadar gayretliler, azimliler! Biz de otlardan örnek alıp hayatta güçlü ve kararlı olabiliriz.”

Carkın Kızı Adina: “Arıları izledim. Bir saniyede 200 kanat çırptıklarını araştırıp öğrendiğimde hayran kaldım. Arıların hayatında disiplin var. Allah onlara o disiplini yüklemiş, programlamış. Arıya bakınca, «Biz neden disiplini bozuyoruz?» sorusu aklıma geldi.”

Asılbek Kızı Nurzada: “Şu an bahçeye çıkıp tefekkür etsem de her zaman insan bana ilginç gelmiştir. Şimdi bahçede bir sürü kişi var ve şu an hepsi bir şeylere bakıp farklı duygular içinde... Nasıl bu kadar çeşitli duygular var. Bunu düşündükçe Yaratan’a hayran kalıyorum.”

Kanjarbay Kızı Nuriza: “Bugün çok güzel, güneşli bir hava var. Ve ben bülbüllerin güzel ötüşünü kulaklarımla duyabiliyorum. Küçücük karıncaya bakıp hayat olduğunu görünce Yaratıcı’ya hayranlığım artıyor. Allâh’ın kudreti büyük, ama biz o kudreti kavrayacak şekilde dikkat etmiyoruz.”

Unaydullayeva Meerim: “Bahçede etrafa baktım ve bir cümle aklıma geldi. «Yaratılan bu kadar güzelse, kim bilir Yaratan ne kadar güzeldir!»”

Kasım Kızı Meriban: “Görebilen ve duyabilenler için bu manzara, Rabbimden insanlığa gönderilmiş bir mektup ve bu mektubun sonunda «Ey insan, sen de şu yeşeren yaprakların sonbaharda ölmesi gibi öleceksin!» diyor.”

Halmatova Müslima: “Ölüm, sessiz ve kelimesiz bir derstir. Ölüm hakikatini kelimenin cılız omuzları taşıyamaz.”

Massanova Samina: “Dışarı çıktım, hava çok parlak, yerler yemyeşil ve sarı bir çiçek gördüm. Şu hâliyle çok güzel. Sonra kuruyup pamukçuk olacak. (Hindiba çiçeğinden bahsediyor.) Bir üflemeyle yok olacak kadar zayıf… Bu yaşlarımızda sarı çiçek gibi canlı ve genciz. Sonra yaşlanınca çiçeğin pamuklaşmış hâli gibi zayıf olacağız. Bir üflemelik canımız olacak.”

Zeynep İlyasova: “Bahçeye çıktığımda kayısı ağacına gözüm takıldı. Ağaç bembeyaz çiçeklerle doluydu. Sonra meyve verecek ve pek çok canlı onunla rızıklanacak. Biz de kursa geldik. İki yıl okuduktan sonra buradan gidip yerimizi başkasına bırakacağız. Ama meyvelerle dolu olarak buradan ayrılırsak en büyük mutluluk!”

Rıstay Kızı Alisa: “Kursumuz dışarıdan görünmesin, tehlikelere karşı korunsun diye yüksek duvarlarla çevrilmişti. Ona bakınca «Kadın için tesettür de bu duvar gibi!» dedim. Narin olan kadını koruyor. Sonra kursumuzun önünden geçen arabaların sesini dinledim. Biri geliyor, diğeri gidiyordu. İnsana gelen kötü duygular da arabaların sesi gibi olmalı. Geldiği an hemen uzaklaştırmasını bilmeliyiz.”

Babanova Diana: “İki gül, aynı dalda birbirine özenip açıyorlar. Birbirlerine tebessüm ederek bakıyorlar. Biz de güller gibi güzel insanlara özenip gül olabiliriz. Gül gibi nazik, temiz, hoş kokulu... Bize bakıp başkası da gül gibi olmak isteyebilir.”

Usenova Aydana: “Toprak, insanın hayatına benzer. Toprak güçlü olursa üzerindeki ağaç, çiçek, otlar da güçlü ve verimli olur. Toprak çorak olduğunda, üzerinde bir şey bitmez. İnsanın kalbi güzelleştiğinde etrafına güzellikler saçar. Çoraklaşmış kalp ise, etrafına zehir saçar.”

Sadırbay Kızı Ayzirek: “Çiçekler, ağaçlar etrafına hep fayda verir. Biz de onlar gibi insanlığa faydası olan kimseler olmalıyız.”

Mansurhan Kızı Mahbube: “Suya bakıp «Ey su! Bütün canlılar sana muhtaç, ama senden daha güçlü olan bir Zât var. Sen dâhil bütün yaratılanlar, O’na muhtaç. O, Allah!..» diyesim geliyor.”

Irıskulova Büzafar: “Baharla birlikte her şeyin canlandığını gördüğümde hepsinin Allâh’ın «Ol!» emriyle meydana geldiğini düşündüm. Allah izin vermeseydi, ağaç yeşermez, ot çıkmaz, çiçek açmaz, böcek uçmazdı. Bebek dünyaya gözlerini açmaz, kalbimiz atmazdı.”

Koşali Kızı Aydana: “Binlerce çeşit ot, çiçek ve ağaç var ve hiçbirinin yaprağı birbirine benzemiyor. Bahçemizde bile kaç çeşit ot ve çiçek var. Hepsine bakınca, hiçbiri birbirine benzemiyor. Allâh’ın varlığını ve kudretini göstermek için bu misal bile yeter.”

Abdıkerim Kızı Mariya: “Ağaçların, çiçeklerin bahardaki o taze hâlini insanın gençliğine benzetirim. İnsan da gençken baharda açan ağaçlar, çiçekler gibi canlıdır. Bu canlılığını dînine hizmette kullanarak geçirmesi gerekir diye düşündüm. İnsanın gençlik çağı en meyveli zamanı… Taze, lezzetli ve çok meyveli bir ağaç gibi.”

Cırgalbekova Saliha: “Yeşermiş ağaçlara, açan çiçeklere, yemyeşil tabiata bakınca «Allah bizi ne kadar çok seviyor.» diyorum. Her şey insan için... Eğer Allah bu renkleri bize vermeseydi, biz bu kadar mutlu olamazdık! Rengarenk çiçeklere bakınca rahatlıyoruz. Tabiat sanki rehabilitasyon merkezi gibi.”

Massanova Nasiba: “Kursun bahçesinde salıncakta sallanırken gözüm bir ağaca takıldı. Onun kaderini bilmiyorum. Sonu, bir insanın eliyle mi olacak, yoksa kendi kendine mi kuruyup ömrünü tamamlayacak. Tıpkı kendi kaderimi bilemediğim gibi.”

Irısbayeva Ayzat: “Kuşların ötüşü, rüzgarın yüzüme nazikçe değip gidişi, küçücük çiçeklerin açarak zayıf bedenleriyle insanı kendilerine hayran bırakışı, yemyeşil manzara gönlü ferahlatıyor. Yer ve gök arasındaki eşsiz manzara ne kadar insanı büyülese de onların da sonu olacak. Tıpkı kendini mükemmel gören insan gibi…”

Mametmusa Kızı Gülira: “Bahçıvan toprağı otlardan temizler, beller, bakımını yapıp ondan harika renkte çiçekler ortaya çıkarır. İnsanın da bir bahçıvana ihtiyacı vardır. Ona da toprak gibi bakım, terbiye yapıldığı zaman renk renk çiçekler oluşur.”

Tölönova Ayçörök: “Bahçede gezerken ağaçların yaprakları dikkatimi çekti. Bu yapraklar, ağaç dikildiğinden bu yana kaç kez çıktı, yeşerdi ve sararıp döküldü. Tıpkı biz insanlar da böyle değil miyiz? Bizden önce kaç milyar insan geldi. Şimdi biz buradayız. Bu dünyadan dökülüp yerimize başkaları gelecek.”

Her genç, aslında kapalı bir hazine. O hazineleri derin kuyulardan kazarak çıkarmak, eğitimcilerin vazifelerinden biridir. Gençlik aslında şikâyet edildiği kadar kötü değil. Ancak büyükler olarak gönüllerine ulaşacak metotları bulmamız gerekir. Eğitimde hatalar yapınca kötü eserler ortaya çıkar. Eser hatalıysa; suç sadece esere ait değil, o eseri şekillendiren ustaya da aittir.

Allah Teâlâ, elimizdeki emanetlere hakkıyla emek vermeyi, o eserleri en güzel bir biçimde şekillendirmeyi hepimize nasip etsin. Âmîn!..

Kaynak: Hatice Şahin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 459

İslam ve İhsan

GÜNE ŞU TEFEKKÜR İLE BAŞLAYIN!

Güne Şu Tefekkür ile Başlayın!

TEFEKKÜR NASIL YAPILIR?

Tefekkür Nasıl Yapılır?

TEFEKKÜR 3 ŞEY İÇİNDİR

Tefekkür 3 Şey İçindir

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.